Gezi olayları ve 17 Aralı yolsuzluk operasyonları sonrası sosyal medyada daha da belirgin olarak ortaya çıkan "Troll" hesaplar bir çok ünlü isim için tehdit oluşturabiliyor. Kimliği belirsiz olan bu kullanıcı profilleri, gündeme ve yakın oldukları cenaha göre poziyon alıp kamuoyuna malolmuş belirli isimleri hedef haline getirip zaman zaman linç kampanyası düzenleyebiliyorlar.
7 soruyla sanal dünyada neler olduğunu anlatan Hürriyet'te yer alan derleme şöyle:
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nden Yardımcı Doçent Doktor Ufuk Eriş açıklıyor:
“Troll kelimesi İskandinav halk kültüründe kavgacı, yavaş kavrayan, devlere verilen isim. Günümüzdeki anlamı biraz daha karmaşık. Şu anki haliyle troll’ler, üye oldukları forumlardaki iletişimi bozan bir gürültü olarak değerlendirilebilir. İletişim öğrencilerine çok tanıdık bu kavram yalnızca fiziksel bir gürültü olarak değerlendirilmez. İletişim sürecini sekteye uğratan her şey gürültü olarak nitelenebilir. İletişim sürecini bozan bu gürültü bazen bir iletişim biçimi haline de gelebilir. Yeni medyanın popüler kültüründen uzakta olan insanlar da maalesef bu troll’lerin nesnesi konumuna rahatça düşebilmektedirler.”
Psikiyatrist Alper Hasanoğlu, durumu şöyle tanımlıyor:
“Bilirsiniz okul zamanından. Sınıf ortalamasından iri çocuklar vardır. Bir şekilde korku salarlar etrafa. Yanından geçerken kafanıza vururlar, tekme atarlar, iterler falan. Utandırırlar sizi. Bu çocuklar öğretmenden ceza da alsalar, disiplin kuruluna da verilseler, vazgeçmezler bu davranışlarından, çünkü bu yolla popüler olmayı başarmışlardır. Bu insanların durumu da buna benzer. Onlara yardım edebilmenin tek yolu onları görmemektir. İzlememektir, ‘like’ etmemektir, ‘retweet’lememektir. Favorilere eklememektir.”
Twitter ve Facebook yokken de gazetelerin internet siteleri vardı ve ilk olarak anlık okuyucu tepkileri orada başlamıştı. radikal.com.tr’nin editörlerinden Hakkı Özdal, ‘yorumları yorumluyor’:
“Yorumlarda tek bir tutumdan söz etmek olanaksız. Övenler, dövenler, sövenler... Bazen birbirleriyle tartışmaya tutuşan okurlar... Bu, bazı durumlarda okuru gazetenin sadece eleştirmeni değil, üretim sürecine de katılan bir bileşeni haline getiriyor. Çok sayıda ‘anormal’ denebilecek yorum ya da ‘mention’ aldık. Ama sanırım bizi en çok şaşırtan, aynı habere ilişkin, birbiriyle taban tabana zıt tepkiler almamız oluyor. Aynı haber için hem ulusalcı hem PKK’lı; hem ‘yandaş’ hem ‘paralel’ ilan edilebiliyoruz! Bazı durumlarda da okuyucuların sadece başlık ya da 140 karaktere sığdırılmış tweet içeriğinden yola çıkarak peşin karar verdiğine tanık oluyoruz. İroniler, tırnak içinde verilmiş başkasına ait ifadeler, bizim yazdığımız sözler gibi algılanıyor.”
Ufuk Eriş açıklıyor:
“İfade özgürlüğü içerisinde hoş görülse de yeni teknolojilerin umut veren yönlerinden etkilenen düşünce adamlarının izinden giderek bir elektronik agoraya dönüşmesi beklenen siber alan, yer yer bir elektronik arenaya da dönüşebilmektedir. Aslanların karşısında parçalanan Hıristiyanları izleyen ekmek ve eğlence arayışı içindeki kitle için sansasyonel bir eğlentiye dönüşen arena gösterilerinden farksız sert hiciv süreçlerine çoğu kez tanık olmaktayız. Hiciv, taşlama anlamına da gelebilir fakat yeni medyada bu yeni bir tarz recm görünüşüne bürünebilmektedir. Bir anlamıyla bir siber sosyal linçtir.”
Hürriyet yazarı Melis Alphan, yazıları nedeniyle sık sık sosyal medya üzerinden tepkilerle karşılaşıyor. Melis Alphan yapıcı eleştirileri dikkate alırken, saldırılar olduğunda kayıtsız kalmayı yeğlediğini söylüyor:
“Hem Hürriyet Sosyal hem de sosyal medyadaki tüm okuyucu yorumlarını okuyorum. Öyle okurlar var ki yazarım diyene taş çıkartır, ben de dahil okuduğum çok yazardan daha fazla köşe sahibi olmayı hak ettiklerini düşünüyorum. Yolladıkları yorum ya da haber verdikleri olay üzerinden yazı inşa ediyorum. Biz gazeteciyiz; dolayısıyla okurla içli dışlı, iletişim halinde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki çağımız da bunu gerektiriyor. Sırf saldırmak için, art niyetli veya hakaret içeren yorumlarıysa hiç sallamıyorum. Sosyal medyada linç edildiğim oldu ama bunların tümü örgütlüydü. Psikolojik açıdan yıpratıcı olsa da sosyal medyanın doğasında var ve yapacak bir şey yok. Başıma geldiğinde birkaç gün sosyal medyadan uzaklaşıp yorumlara hiç bakmamaya gayret ediyorum. Birkaç güne sular duruluyor zaten.”
Sosyal Medya’daki davranışları istatistiğe dökerek durumun vahametiyle ilgili araştırmalar yapan Onur Yazıcıoğlu ise sosyal medyada ‘rencide edilmeden yaşanmayacağı’ görüşünde:
"Sosyal medyada rencide olmayı anlamak güç. Etkileşimli mecralar yokken, televizyon izleyenlerin birer salon beyefendisine ya da zarif bir hanımefendiye yakışacak şekilde ‘yahu bu da denecek laf mı’ dediğini mi sanıyor acaba insanlar? Sadece göz görmeyince gönül katlanır diyebiliriz. Ayrıca bunca zamandır fikri hiç alınmamış bir topluma, elindeki makineden ‘ne düşünüyorsun’ diye sorduğunuz zaman, yılların biriktirdikleriyle birlikte yanıt alıyorsunuz. Bu kadar kutuplaşmış ve baskılanmış bir toplumda yaşamasak bu mesele bir esinti olarak başlayıp biterdi. Ama şimdi her yönden çığrından çıkmış bir hayat sürüyoruz. Olan biten bu durumun sonucu.”
BBC Türkçe’den Selin Girit, Gezi Parkı Protestoları sırasında Türkiye’deydi ve Yoğurtçu Parkı’ndaki bir forumda, konuşmacılardan birinin sözünü Twitter’a aktarınca Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in hedefi oldu. Melih Gökçek’in radarına girdiği andan itibaren yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Melih Gökçek’in radarına sanırım daha önce girdim. Çünkü benim ‘bir provokatör tarafından vurulabileceğimi’ söylediği TRT canlı yayınında, ‘Bu kadın masum değil. BBC’de Türkiye’yi kötüleyen mülakatlar yaptı’ diyordu. Tabii ki bu yani Gezi olayları sürecinde taraflı yayın yaptığımız iddiası doğru değil. Biz haber yaptık. Olanı anlattık. Aleyhimdeki Twitter kampanyası ben İstanbul’dan dönerken, yani uçaktayken başlamış. Londra’ya inip telefonumu açtığımda fark ettim neler olduğunu. Tabii güvenliğimden endişe ettim. Hele ki devlet televizyonunda ‘vurulabileceğim’ söylendiğinde. On binlerce tehdit mesajı aldım. Bunlara öyle kolay kolay ‘Yazsalar da duymuyorum’ denilip geçilemiyor. Özellikle de tecavüz tehditlerine. Annemin babamın iyi ki Twitter’da hesapları yoktu. Bu sayede sinirleri bir nebze daha az bozuldu diye düşünüyorum.
Tepkiler -azalsa da- hâlâ devam ediyor. Bu tamamen seni susturmaya; yazılması istenen haberleri istenildiği şekilde yazman, yazılması istenmeyen haberleri de yazmaman için üzerinde oluşturulmaya çalışılan bir baskı. Bu çerçevede tabii her biri basın özgürlüğüne yönelik birer saldırıdır. Özellikle de yetkili ağızlardan geliyorsa. Bana halen ajan da deniliyor, küfür de ediliyor, ‘Sokakta görürsem burnunu kıracağım’ da deniliyor. Ama şunu da söyleyeyim: Sokakta hiç tatsız bir durumla karşılaşmadım. Gazetecinin işi bence bu saldırılar karşısında laf dalaşına girmek değil. Doğru olduğuna inandığı haberleri yazmaya ve paylaşmaya devam etmek. Ben de tam bunu yapmaya çalışıyorum.”