Şebnem Korur Fincancı*
Hayatımızın utanç müzesine yeni bir tanımlama ekledik. “Hainler Mezarlığı”! Biliyorum, birçoğumuzun böyle bir müzesi yok, hatta utanç duyma özelliği de yok! Bu topraklarda yaşanan onca acının en ağır bedeli ne diye sorarsanız, ben kişisel olarak hiç duraksamadan utanç duyma özelliğimizin yitirilmesi olduğunu söylerim. Her ölüm, her işkence azar azar tüketti içimizdeki utancı yüzlerce yıl içinde bizim. Kardeşinin kellesini vurduran, muhalifini astıran, halkların üzerine bomba yağdıran, linci hassas vatandaş tepkisi olarak kutsayan her adımla utanç duygusundan soyunduk.
Yaşadığımız acılara her gün yenileri eklenirken, örneğin işkence tüm ağırlığı ile toplumdaki meşruiyetini sağlamlaştırıp, hayatlarımızın orta yerine yerleşirken hiç yabancısı olmadığımız bir gözaltında ölüm sonrası yapılan açıklamalar da utanmayı bağrımızdan tümüyle söküp attığımızı olanca çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Darbe girişimi sonrası başlatılan soruşturmalar kapsamında 23 Temmuz 2016 tarihinde gözaltına alındığı gazetelerde yer alan haberler gereği İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kabul edilen Gökhan Açıkkolu isimli bir öğretmen 30 güne çıkartılan gözaltı süresinin 14. gününde, 05 Ağustos 2016 günü devletin yaşam hakkını koruma yükümlülüğüne rağmen, devletin koruması altındayken öldü. Gazetelerde İstanbul Başsavcılığının açıklamasına dayandırılan haberler yaşam hakkı ihlaline yönelik doğrudan bir sorumluluğa işaret ediyor.
Örneğin; “İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü nezaretinde, 24 saat esası ile gözaltı darp cebir raporu da aldırılmak” ifadesinin soruşturma usullerinde karşılığı yoktur, dolayısıyla yapılan belgelemenin güvenilir bir muayeneye dayalı olmadan gerçekleştiği şüphesi ortaya çıkmaktadır ve İstanbul protokolü standartlarına uymadan yapılan muayene ve belgeleme işkence ve kötü muamele yasağının ihlalidir.
Açıklamanın devamında yer alan; “Kişinin daha önce 28 Temmuz’da rahatsızlandığını beyan etmesi üzerine, 112 ile Devlet Hastanesi’ne götürülmüş, orada ‘yapılan muayene sonrasında nezarethanede kalmasında sakınca olmadığının belirtilmesi üzerine yeniden nezarethaneye getirilmiştir” sözüyle birlikte utanma duygusunu yitirenler çoğaldıkça çoğalıyor. Kronik rahatsızlığı olduğu ifade edilen bir kişinin halen alıkonulmaya devam edilmesi, sağlık hakkından mahrum bırakılması ve varlık sebebi insanların fiziksel ve ruhsal sağlığını korumak, savunmak ve geliştirmek olan, alıkonulmaya neden olacak hiç bir karar alma mekanizmasında yer alamayacak bir mesleğin mensubu olan bir hekimin “nezarethanede kalmasına sakınca olmadığı” kararı verdiği iddiasındaki utançtan arınmış olma hali bu toplumun geleceği adına çok tehlikeli bir haldir.
Devam edelim açıklamaya; “05 Ağustos günü, Gökhan Açıkkolu’nun tekrar rahatsızlandığının haber alınması üzerine, gözaltında görevli adli tıp doktoru tarafından şahsa ilk tıbbi müdahale yapılması” hekimlik hizmetinin hastanın mahremiyeti, muayenenin etik standartlara uygun olması yönünden sağlık kuruluşlarında yerine getirilmesini zorunlu kılarken, gözaltında adli tıp uzmanının görevlendirildiğini ifşa etmektedir sıradan bir uygulamaymışçasına… Görevlendiren bir yana, görevi kabul edenin de utançsızlığıyla çoğalan hayatlarımız ağırlaştıkça ağırlaşıyor.
Bir darbe daha alıyoruz sonra, ölülerimizin üzerinden geride kalanların cezalandırılmasına tanıklık ediyoruz bir kez daha, hep birlikte. Tabelası kaldırılmış olsa da, artık belleklerimizde yer edecek, bizi çırılçıplak bırakacak mezarlığı işaret ediyorlar ailesine. “Hainler mezarlığı”nı…
Utancı yaşatanlarla yüzleşmedikçe, acıların faillerini teşhir etmedikçe biriktikçe biriken utancın ağırlığı dayanılmaz hale geliyor. Bu ağırlıktan kurtulmanın en kolay yolu da utanma duygusundan sıyrılmak gibi görünüyor hepimize. Birbirimiz için en vahşi, en insanlık dışı cezalar, en galiz küfürlerle hayatlarımızı sürdürebileceğimizi sanıyoruz ama olmuyor. Her akşam indiğinde, her kendimizle baş başa kaldığımızda o soyunduğumuzu zannettiğimiz duygu bizi biraz daha dibe çekiyor. İnsanlığımızdan uzaklaştırıyor. Utanmak gerek, utanmanın gereğini yapmak…
Bu yazı Evrensel'de yer almıştır