Kültür-Sanat

Şahin Alpay yazdı: Ömer Madra'nın "Romanımla Sana Bir Ses…" adlı romanı kadri bilinmemiş bir şah-eserdir

Ömer Madra'nın "Romanımla Sana Bir Ses…" adlı romanı kadri bilinmemiş bir şah-eserdir

06 Mayıs 2020 16:08

Şahin Alpay*

Bana göre romanın iyisi otobiyografik (ögeleri) olan romandır. Kimilerine göre, bütün büyük yazarların bazı önemli eserlerinde bu ögeler vardır. Mesela Masumiyet Müzesi bana göre bir başyapıttır; elime aldığımda bırakamadım. Üstelik bana söylediği, bana hitap eden bir şey de vardı: Karşılıksız aşk süründürür... Buna karşılık mesela Kar bana hiç sahici gelmedi; okuyup bitiremedim. Otobiyografik deyince, bana göre Ömer Madra'nın Romanımla Sana Bir Ses... adlı romanı kadri bilinmemiş bir şah-eserdir. İlk kez 1991'de yayımlandı; sonra uzun süre sesi soluğu çıkmadı. Oysa Orhan Pamuk hemen okumuş, çok da beğenmişti. Çeyrek yüzyıl sonra, 2015'te ikinci kez basıldığında da, doğrusu, fazla bir yankı bulmadı. Üzüldüm.

Acaba niye? Bunun tek bir sebebi var. Çünkü Ömer Madra son çeyrek yüzyılda  kendini iklim değişikliğiyle mücadeleye adadı; Greta'nın hayranı oldu. Bunu her ne kadar takdir ediyor, gönülden destekliyorsam da, onunla başka bir şey konuşmak imkânsız hâle geldiği için biraz sıkıntıdayım. Lafı evirip çevirip iklim değişikliğine getiriyor. Ona göre Korona bile iklim değişikliğinin sonucu... (Ha, evet, bir de sürekli veganlığa davet ediyor...) Bu yüzden de kimse onu roman yazarı olarak tasavvur, tahayyül edemiyor... Ama bu çok yanlış! Gerçek şu ki edebiyatta ısrar etseydi, büyük bir romancı olabilirdi. Bir ara niyetlendiği (biraz da benim yüzümden vazgeçtiği) gibi eğer sinema okusaydı ünlü bir rejisör olacağına en küçük bir kuşkum yok.

Niyetim, mutadın aksine, size yazarının tek ama şah olan eserinin konusu ve karakterlerini anlatmak değil. Sadece bazı sayfalardan parçalar aktaracağım. Niye bu kadar etkilendiğimi anlayacaksınız. Bunları okuyunca da zaten (reel veya sanal) kitapçılara koşacaksınız. Tavsiyem acele etmeniz. Çünkü 3. baskı gecikebilir.

* * *

Ercüment - Fatoş. Türkiye Dans Şampiyonları. 3 ayda 10 dans. Garanti verilir!..

"Oğuz Bey hanginiz, siz misiniz?" "Evet." "Güzin Hanım'la bir akrabalığınız? Ablanız filan mı oluyor?" Hoppala! Duraklama. "Hayır, babamın karısı." Kırışan bir alın: "Anneniz oluyor yani?" Doğan'ın gözbebeklerinde çılgın bir kahkaha. "Hayır... yani şey... üvey annem." "Ha anladım. Hayır, şundan sordum: Kendisi bizim çok iyi bir talebemizdi de geçen sene. Size o mu tavsiye etti diye merak ettim."... Tangolar, mambolar ve rock and roll'lar. Yerdeki işaretler ve kareler. Platine saçlı, dökük ojeli Fatoş'un ilk seanstan sonra ortadan kaybolup bir daha görünmemesi. Onun yerine Ercü'nün ince beline dolanan kollar. Türkiye dans kralının kollarında aynadan aynaya kuşlar gibi uçuşan Doğan... (s. 235-236.)

* * *

Doğan durdu. Sonra aniden sordu: "Ankara'ya gelecek misin?"

Oğuz çoktandır bekliyordu bu soruyu ama yine de bocaladı; "Bilmiyorum ağbi," dedi. "Siyasal'ı yazdım tabii ama bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum." Doğan onun sıkıntısını sezdi. Sustu ve bekledi.

"Bütün dediklerinde haklısın aslında," dedi Oğuz, neden sonra. "... Ama ben böyleyim işte." Durdu: "Hanri'yle birlikte Paris'e gitmek istiyorum." (...)

"Bak, demin kal dedin, kaldım," dedi Doğan. "Seni kızdırma pahasına konuşuyorum. Oğuz, sen Paris'e gidersen büsbütün dağıtırsın..." (...)

"Doğan bir şey soracağım ama kızmayacaksın... Siyasal'dan mezun olunca ne çıkıyorsun?" Doğan baktı ve kulaklarına inanamadı. Sonra bir kahkaha patlattı. Çaresizlikten. "Ne adamsın!" diyebildi sonunda... "Kimseye söyleme bari, rezil olursun. Neyse, bak: Hariciyeci çıkıp dünyayı dolaşabilirsin. Tabii ülkenle bağlarını koparmadan. Ya da okulda kalırsın istersen, bilim yaparsın. Dünyayı somut bir şekilde tanıyıp değiştirme olanağın doğar."

"Anladım... Yahu, ilgisiz bir şey daha geldi aklıma. Senin şu Eliot çevirilerin ne oldu?"

"Hoppala. Neleri anımsıyorsun sen de. Kaç yıl önceki hikaye... Yok canım, vakit yok şimdi. Bilim önemli. Bir de siyaset." (s. 140 - 141.)

* * *

Oğuz, okuyanın ağzında buruk bir zafer tadı bırakacak biçimde kaleme aldığı metni, annesine rica edip daktiloda temize çektirdi. Sonra da altına: "Selamlar, Oğuz" yazıp Doğan'a postaladı. İçi içine sığmamasına rağmen, kimseye de bundan söz etmedi. Doğan'ın görüşlerini aldıktan sonra, makaleyi okulun gazetesinde bastırıp herkese sürpriz yapmak niyetindeydi.

Ankara'dan merakla beklediği cevap bir hafta sonra geldi. Kocaman sarı zarfın içinden bir mektup, bir sürü de belge çıktı. Doğan, işlek elyazısıyla her zamanki gibi hiç karalama yapmadan yazmıştı: "Sevgili dostum, Üç gün önce mektubun elime geçince (bu metne mektup demek bilmem doğru mu?) ne denli sevindiğimi anlatamam. Ülke sorunlarına böyle eğildiğini görmek beni mutlu ediyor. Çünkü bunlar zaten hiçbirimizin kayıtsız kalamayacağı, sorumluluğunu üstlenmeden duramayacağı sorunlar... NOT: Yazından, Paris sevdasından vazgeçtiğine ilişkin bir izlenim edindim. Doğru mu? Umarım yanılmıyorumdur."

Oğuz, yeisle karışık bir tedirginlik içinde mektubu elinden bıraktı ve derin düşüncelere daldı. Neden sonra dönüp zarftan çıkan öbür nesnelere baktı. Gazeteden kesilmiş bir yayınevi ilanı, kağıda yapıştırılmıştı. Yayınevinin yeni kitaplarını gösteren listeden bazı isimler kırmızı kalemle işaretlenmişti.

- Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu............... F. Engels
- Diyalektik Materyalizm..................................................................F. Engels
- Kapitalist Ekonominin Tenkidi.....................................................Jean Baby
- Jean-Paul Sartre ve Marksizm.............................................Roger Garaudy
- Sanat ve Sosyalizm..............................................Plehanov/Lecercle/Albouy

Gazete kesiğinin altında Doğan'ın bir notu daha: "İlk üç kitap çok önemli. Son ikisini de, sanata olan merakını düşünerek işaretledim." (s. 240-243.)

* * *

Doğan anlayışla gülümsedi... "Bak sana kâğıt-kalemle açıklamaya çalışayım..."
Ortada sol tarafa:
 
         aydınlar
         bilim adamları
         öğretmenler
         öğrenciler ve gençler
         ilerici bürokratlar
         ilerici Kemalist subaylar
 
yazdı ve bu grubu bir daire içine aldı. Dairenin hemen üstüne, büyük harflerle "ZG" ibaresini düştü. Başını kaldırıp Oğuz'un soran gözleriyle karşılaşınca, küçük bir açıklamada bulundu: "Bunlar Zinde Güçler dediğimiz grubu oluşturuyor." Sonra arkadaşından cevap beklemeden, yeniden yazmaya koyuldu. Yine sayfanın ortasına, ama bu kez sağ tarafa:
 
         kapitalistler
         büyük toprak sahipleri ve ağalar
         eşraf
         gerici subaylar ve bürokratlar
         ara tabakalar
 
yazdı. Bunları da bir daire içine alıp üstüne "Gİ" harflerini ekledikten sonra açıkladı: "Bu da Gerici İttifak." (s.132 - 133.)
 
***
 
Oğuz yalnızca kulaktan dolma bilgilere sahip olduğu bu konu ve kavram sağanağı altında biraz sersemlemişti. Yine de, fırsattan istifade, kızı tepeden tırnağa gözden geçirdi. Düzgün bacakları duman renkli bir naylon çorap sarıyordu. Dizin hemen üstünde biten -ya da başlayan- gri bir etek, sonra o dar siyah kazak, yuvarlak göğüsler ve bembeyaz bir elin ojesiz tırnaklı ince uzun parmakları arasında hiç sönmeden tütüp duran sigara. Nefis bir kız!

"Hâlâ acıkmadınız mı? Hadi yemeğe!" Doğan'dı bu. Herkes bu komutu bekliyormuş gibi birden ayaklandı... Kız, Oğuz'un yanına düştü. O sıkışıklıkta mecburen diz dize oturdular. Siparişler verildi ve sohbet kesildiği yerden devam etti. Garson elleri kolları tabaklarla dolu olarak geldi. Tabaklar elden ele geçirilirken biri kıza adıyla hitap edince Oğuz bu kez fırsatı kaçırmadı ve ismi aklına yazdı: Ayfer. (s. 295 - 296.)


Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.