Politika

Rusya'ya karşı yaptırımlar işe yarar mı?

Yaptırımların başarıya ulaşıp ulaşmadığını değerlendirirken asıl ölçüt yaptırımların amaç ve hedefleri olabilir. Peki yaptırımların amacı neydi?

25 Şubat 2022 15:45

Ahmet Hamdi Başar* & Can Cemgil**

Geldiğimiz noktada bir kez daha en geniş anlamıyla Batı bloku ülkeleri Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde Rusya Federasyonu'na karşı yaptırımlarını açıklamak üzere sıraya girmiş görünüyor. ABD ilk aşamada Rusya'nın finans hizmetleri sektörünü hedefleyerek iki devlet bankasına karşı yaptırımlar açıklarken, İngiltere onu takip etti. Almanya istemeyerek de olsa Kuzey Akım 2 doğalgaz boru hattını lisanslama sürecini durdurdu. Avrupa Birliği bir dizi finansal yaptırımı devreye sokarken, Japonya ve Avustralya'da bu kervana katıldı. Aslında Rusya'ya karşı bazı yaptırımlar uzun süredir uygulanıyor. Rusya Federasyonu'nun 2014'te Kırım'ı işgalinin ardından birkaç aşamalı olarak uygulanan yaptırımlar, özellikle Rus bankalarının ve enerji firmalarının bazı finansal araçlara erişimini engelleyen, askeri alanda ve enerji piyasasında faaliyet gösteren Rus firmalarının da ticaretini sınırlandıran, hatta belirli ürün gruplarının ticaretini tamamen durduran kısıtlamalar getiriyordu. Bununla birlikte yaptırımlar listesi bazı Rus teknokratların, iş adamlarının ve bazı üst düzey askerlerin yurtdışı varlıklarına el koyma ve Batı blokuna seyahatlerini yasaklamaya kadar genişleyen bir dizi tedbiri de içeriyordu. Rus birliklerin Ukrayna'da ilerlemesiyle birlikte bu yaptırımların hedefinin ve kapsamının genişleyeceği de değerlendirilebilir.

Peki ama bu yaptırımlar işe yarıyor mu? İlk bakışta evet. Örneğin Putin'in Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri'ni resmi olarak tanıdıklarını açıklaması ile gerilimin tırmandığı 22 Şubat günü Rus borsası yüzde 6 oranında değer kaybederken, dolar kuru 81 ruble seviyelerine çıktı ve operasyonun başladığı 24 Şubat'ta da 84 seviyesini gördü. 2014 yılından beri uygulanan yaptırımların ekonomide oluşturduğu tahribatın tekrarlanabileceği korkusunun yeniden vücut buldu. Bu yaptırımların genişlemesiyle birlikte Rus ekonomisinin ciddi boyutta sarsılabileceğinin bir göstergesiydi. Ama öte yandan yıllardır süregelen yaptırımların somut bir karşılığı olmadığını Rusya'nın bugünkü askeri ve siyasi hamlelerinden anlamak mümkün. Bu yazıda genelde yaptırımların, ama asıl olarak özelde Rusya'ya dönük yaptırımların işe yarayıp yaramadığını tartışıyoruz. Konuyu sadece güç ve güvenlik meselesine indirgemekten ziyade iktisadi, jeopolitik ve sosyal boyutlarını bir bütün olarak ele alan eleştirel bir anlayışla sorunsallaştırıyoruz.

Rusya Federasyonu'nun 2014'te Kırım'ı ilhakından sonra dönemin ABD Başkanı Obama Rusya'nın Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü ihlal ettiğini ve Ukrayna'nın iç işlerine müdahale ettiğini iddia etti. Hatta bundan daha ileri giderek Rusya'nın ABD'nin ulusal güvenliği ve dış politikası açısından tehdit oluşturduğunu gerekçe gösterip, son dönemlerde uygulanan en sert yaptırım paketlerinden birini meşrulaştırma çabasına girişti. Fakat Birleşmiş Milletler'de Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü korumaya yönelik yapılan oylamada, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri gibi bazı ülkeler toplantıya hiç katılmazken; Hindistan, Çin gibi birçok ülke de çekimser oy kullandı. ABD tarafından orkestra edilen Rusya'nın yabancılaştırılması girişimi Batı Bloku'nda dahi bazı olumsuz tepkiler alırken, diğer bölgesel güçlere yayılımı oldukça sınırlı kaldı. Yine de uygulanan yaptırımlar Rus ekonomisinde belli bir yıkım yarattı. Rusya'nın gayri safi milli hasılası 2014 yılında yüzde 2,3 düşerken, 2015 yılında Rus Rublesi, Dolar karşısında değerini yarı yarıya yitirdi ve 2013 yılında 1 Dolar ortalama 30 Ruble civarında seyrederken 2015 yılında 60 rublenin üzerine tırmandı. Özellikle Sovyet döneminden kalan mirasla büyük ölçüde enerji gelirlerine dayanan Rus ekonomisini zayıflatmak amacı ile Batı Bloku tarafından baskılanan Brent petrol fiyatları 2013 yılında 109 dolar iken, Rusya krizi sonrası düşüş trendine geçerek 2015 yılında 52 dolara kadar geriledi. Bütün bunların yansıması olarak da Rusya'nın ihracatında aynı iki yıllık periyotta yüzde 30'un üzerinde bir düşüş oldu ve enflasyon 2015'te yüzde 15'i aştı. Bütün bunlar, ilk etapta uygulanan yaptırımların etkinliğini ortaya koyar nitelikteydi.

Batı kampıyla ilişkilerin gerilmesiyle birlikte yüzünü Doğu'ya çeviren Rusya buradaki ilişkileri sağlamlaştırma ve güçlendirme yönünde adımlar atmaya başladı. Özellikle ABD tarafından potansiyel rakip olarak görülen Çin'le de stratejik ortaklık kurarak hem ekonomik hem de jeopolitik anlamda ciddi kazanımlar elde etti. Gazprom 2015 yılında Çin devleti ile 400 milyar dolarlık bir gaz transferi anlaşması imzaladı. Ayrıca askeri iş birlikleri de geliştirilerek Çin ordusuna S-400 hava savunma sistemleri ve Su-35 jetleri üretildi. Rusya ve Çin'in öncülüğünde Şanghay İşbirliği Örgütü genişletilerek Hindistan ve Pakistan'ın örgüte tam üye statüsünde girişleri sağlandı. ABD'nin dünya liderliği pozisyonuna en büyük tehdit olarak algılanan Çin ile kurduğu dayanışmanın yanısıra Avrasya Ekonomik Birliği üzerinden Kazakistan, Ermenistan, Belarus gibi eski Sovyet ülkeleriyle de bağlantılarını sağlamlaştırarak Asya'daki jeopolitik ve ekonomik güçlenişini sürdüren Putin yönetimi böylelikle yaptırımların etkisini oldukça hafifletti. Rusya ve Çin arasındaki ticaret hacmi 2018 yılında yüzde 27 artışla rekor seviyelere ulaşarak, Rus ekonomisindeki toparlanmayı da oldukça hızlandırdı. Ortadoğu'da da ABD'nin bıraktığı boşluktan faydalanarak, Suriye ve Libya'da askeri üsler oluşturan Rusya, bölgedeki karar alma mekanizmalarında belirleyici bir rol üstlenir hale geldi. Enerji fiyatlarının yeniden yükselmeye başlaması, Asya'da oluşturulan dayanışma, Çin'le kurulan stratejik ortaklık ve Batı bloku ile ticari ilişkilerin de beklendiği kadar zayıflamaması yaptırımların ekonomik etkilerini oldukça sınırlandırdı. 

Yaptırımların başarıya ulaşıp ulaşmadığını değerlendirirken asıl ölçüt yaptırımların amaç ve hedefleri olabilir. Peki yaptırımların amacı neydi? Rusya'ya uygulanan yaptırımların Ukrayna'nın toprak bütünlüğünün korunması ya da Ukrayna halkının demokratik mücadelesinin desteklenmesi bağlamında ele almak en hafif tabir ile naiflik olacaktır. Alanda en önemli endekslerden biri olan Gary Clyde Hufbauer, Jeffrey Schott ve Kimberly Ann Elliott'ın kaleme aldıkları Economic Sanctions Reconsidered adlı kitapta işaret edildiği gibi I. Dünya Savaşı'ndan sonra uygulanan 174 yaptırım kararının 109'u doğrudan ABD tarafından ya da ABD liderliğinde başka ülke ve/veya örgütlerin katılımıyla hayata geçirilmiştir. Dolayısıyla uluslararası yaptırımlar çoğunlukla ABD'nin II. Dünya Savaşı'nın bitiminden itibaren liderlik ettiği uluslararası kapitalist düzenin muhafaza edilmesinin bir aracı, ABD'nin dış politikasının bir tokmağı niteliğinde. Rusya'nın özgül örneğinde ise, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, Sovyet tehdidine karşı kurulduğu iddia edilen NATO'nun Rusya'ya güvenlik tehdidi oluşturacak şekilde doğuya doğru genişlemeyeceğinin garantisi veriliyordu. Her ne kadar Putin 2007 yılında Münih Güvenlik Konferansı'nda bu durumdan duyduğu kaygıyı dile getirdi ve NATO'nun batı yönünde genişlemesinin Rusya için bir güvenlik tehdidi olduğuna açıkça vurgu yaptıysa da, genişleme sürdürülüyor ve hatta Ukrayna, Gürcistan gibi Rusya ile hem Sovyetler döneminden hem de öncesinden gelen köklü bağlara sahip ülkelerin NATO'ya dâhil edilmesi gündeme getiriliyordu. Başka bir ifadeyle, Soğuk Savaş'taki çevreleme stratejisinin devam ettiği gözleniyordu. 1999'da Sovyetler Birliği'nin eski ortaklarından Yugoslavya'nın NATO tarafından bombalanması, 2003'te Rusya'nın ve hatta çok sayıda Batı Bloku üyesi ülkenin karşı çıkmasına rağmen ABD'nin Irak işgali, 2011'de Putin'in de defaatle eleştirdiği NATO'nun Libya operasyonları gibi ABD'nin emperyal rolünün devam etmesine hizmet eden uluslararası düzenin ortaya çıkardığı sorunlar, Rusya ve Çin başta olmak üzere birçok devleti rahatsız eden bir boyuta ulaştı. Bu hamleler 2008'de Rusya'nın Gürcistan'a askeri müdahalesini ve 2014'te Kırım'ı işgalini de bir ölçüde dış gözlemciler ve bazı ülkeler için kabul edilebilir tepkiler haline getirdi. Putin yönetimi uluslararası düzeyde, ABD'nin liderlik ettiği kapitalist dünya düzeninden rahatsızlık duyan yönetimler tarafından desteklendi. Öte yandan, liberal teoriye göre yaptırımların kapitalist uluslararası düzende amacının kademeli iktisadi baskı yoluyla muhatabını arzu edilen siyasi yöne itmek olduğu dikkate alınacak olursa, Rusya içinde toplumsal hoşnutsuzluğun artıp artmadığına bakmak zorunlu hale gelir.

1991 yılında Sovyetler'in dağılmasının ardından Rus halkının büyük umutlarla başladığı kapitalizme geçiş macerası yıllar geçtikçe yerini kaygı ve huzursuzluğa bıraktı. Öyle ki 2018 yılına gelindiğinde Rusların yüzde 66'sı, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden ve komünizmin sona ermesinden üzüntü duyduklarını belirtiyordu ve Sovyetler dönemini özlemle anıyordu. Elbette bu nostaljik yaklaşımın sebebi sadece Soğuk Savaş sonrası dönemde kurulan oligarşik düzende tecrübe edilen ve zaman zaman şok terapisi olarak da anılan kontrolsüz neoliberal serbestleşmenin sonucunda ortaya çıkan yoksullaşmaya verilen tepki değil. Aynı zamanda bir süper gücün vatandaşı olma özlemi. Putin de belli ki bu özleme yatırımını yapmaya devam ediyor. 1990'lar boyunca Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın (DB) öncülüğünde geliştirilen politikalar ve finansal araçlar belli başlı ulusötesi şirketlere hizmet etti. Rus halkı içerisinde yalnızca Batı Blokunun çıkarları doğrultusunda hareket eden, oligarklar olarak da anılan, küçük bir azınlık zenginleşirken ülkenin büyük kısmı sefalete sürüklendi. Bu şok terapisinin etkileri 1998 kriziyle Rus ekonomisini derinden sarstı. Ardından gelen Putin yönetiminin kadrolaşması devam ederken, 2008 finansal kriziyle birlikte kapitalizme olan inanç büyük ölçüde zayıfladı. Putin'in oluşturduğu blok enerji firmalarını tekrar devletleştirirken, merkezi otoriteyi güçlendirdi ve oligarkların politik kararlar üzerindeki etkilerini sınırlandırdı. Böylelikle iş adamlarına uygulanan yaptırımların potansiyel etkisi yaptırımlardan çok önce bertaraf edilmiş oldu. Putin, piyasaya yönlendirdiği teknokratlardan ve mevcut kapitalistlerden kendisine sadık bir kapitalist fraksiyon oluşturarak ticari faaliyetler üzerindeki devlet kontrolünü de güçlendirdi. Bu gruplara yaptırım uygulandığında ise devlet destekleriyle sermaye gruplarını ithal ikame modele yönlendirerek iki taraflı bir kazanç elde etmeyi başardı. Sovyet ve Çarlık Rusyası'ndan miras kalan merkezi yapıyı güçlendiren Putin yönetimi, kapitalist sistemin ABD önderliğindeki sermayenin çıkarlarının önceliklendirildiğine şahit olan halkı da güçlü Rusya ideolojisi etrafında toplayarak destek kazanmayı sürdürdü. Özellikle yaptırımlardan sonra Putin bloku gücünü iyiden iyiye konsolide etti ve geniş çevrelerin desteğini kazanarak 2018 yılındaki seçimlerde oyunu yüzde76'ya çıkardı. Halihazırda, 18 Şubat 2022 itibariyle görev onayı yüzde 69 seviyesinde. 

Dolayısıyla kapitalist uluslararası ilişkilerin teorisi liberalizmin öngördüğünün aksine, yaptırımlar Rusya'nın politikalarında arzu edilen yönde bir değişikliğe yol açmak bir yana, Putin yönetimin aksi yönde iradesini pekiştirmeye yaradı. Yaptırımların şiddetinin artması, örneğin Rusya'nın SWIFT sisteminden çıkarılması, Rus tahvillerinin ihracının engellenmesi ve benzer yaptırımlar özellikle Rusya'nın finans piyasalarına erişimini, borçlanma imkanlarını ve genel olarak ABD liderliğindeki kapitalist uluslararası düzenin kurumsallaştırdığı küresel finansal sistemle entegrasyonunu kısıtlayacağı için elbette Rusya'nın ekonomisinde daha büyük gedikler açacak. Ancak yine de bir dizi sebeple Putin yönetiminin tavrında büyük bir değişime yol açmayacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Birincisi, Putin yönetiminin uzun süredir bu yaptırımlara çeşitli iktisadi önlemlerle hazırlanıyor ve bunu Putin'in açıklamalarında görmek mümkün. En yıkıcı ihtimal olarak değerlendirilen SWIFT sisteminden çıkarılma ihtimaline karşı dahi ulusal ödeme sistemi ve bir dizi başka ulusal ve uluslararası transfer sistemi kapsamı henüz yeterli olmasa da devreye soktu. Hatta Putin yaptırımların Rusya ne yaparsa yapsın uygulanmaya devam edeceği değerlendirmesini yaparak Rusya'nın hazır olduğunu söyledi. İkincisi, Putin yönetimi ABD liderliğindeki kapitalist uluslararası düzenin çözülme aşamasında olmasından hareketle, ABD'nin askeri bir müdahalede bulunamayacağı hesabında haklı gibi görünüyor. Üçüncüsü, yaptırımların kapsamı konusunda dahi hem genel olarak Batı bloku içinde hem de AB içinde anlaşmazlık yaşanma ihtimali yüksek. Dördüncüsü, Putin hâlâ toplumun geniş kesimlerinin desteğine mazhar olmaya devam ediyor. Beşincisi, Çin'le oluşturulan stratejik ortaklık bu tür yaptırımların etkisinin kontrol altında tutulmasını mümkün kıldı.

Son olarak ve aslında belki de en önemlisi, kapitalist uluslararası düzenin, onun başat aktörlerin ve maalesef çağdaş sosyal bilimin hâkim ideolojisi liberalizmin soruyu yanlış sorması cevabın da yanlış şekillenmesine yol açıyor. Yaptırımlar işe yarar mı sorusunun cevabı, yaptırımların ne olduğundan bağımsız olmamakla birlikte, sadece bununla açıklanamaz. Yaptırımın muhatabının aktif rolünü ve sahip olduğu imkânları göz ardı eden bir yaklaşım da dolayısıyla yaptırımları sihirli değnek olarak görmeye devam eder. Putin yönetimi yıllardır aktif olarak buna hazırlanıyordu ve öyle görünüyor ki en sert yaptırımları dahi göze almış durumda. Sonuçta, yaptırımın işe yarayıp yaramadığını belirleyen, yaptırımın muhatabında istenen yön değişikliğini yaratmaksa, yaptırım işe yaramamış demektir. 



* İstanbul Bilgi Üniversitesi, Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi

** İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi