11 Mart 2021 20:30
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER), Türkiye'de ilk yeni tip Koronavirüs (Covid-19) vakasının tespit edildiği 11 Mart 2020'nin yıl dönümünde, salgına dair bir yıllık raporlarını yayımladı. "Halk sağlığı bakış açısıyla pandeminin birinci yılı" başlıklı raporda; kısa, orta ve uzun vadeli çözüm önerileri sıralandı. "Topluma yönelik bilgilendirmelerde verilen 'maske-mesafe-temizlik' mesajının 'maske-mesafe-temizlik-havalandırma' şeklinde güncellenmesi çok önemlidir" denilen raporda "1 Mart 2021 öncesinde yürürlükte olan önlemlerin, 1 Mart sonrasında hiçbir seviyede sürdürülmediği, 'çok yüksek riskli' olarak tanımlanan illerde dahi önlemlerde azaltılma yoluna gidildiği görülmüştür. Bunun salgında 'üçüncü pik ya da üçüncü dalga' olarak tanımlanan yeni bir kontrol dışı sürece yol açacağı endişeleri yaygındır" ifadesi kullanıldı.
HASUDER'in pandeminin birinci yılı raporlarının tümüne erişmek için TIKLAYIN
Prof. Dr. Pınar Okyay ve Prof. Dr. Sarp Üner'in rapora ilişkin açıklaması şöyle:
"COVID-19 Pandemisinin başlangıcından itibaren 120 milyona yakın vaka ve 2,7 milyona yakın ölüm gerçekleşti. Sadece geçen hafta 2,7 milyondan fazla yeni vaka bildirildi ve bir önceki haftaya göre %2 artış gözlendi. Küresel olarak, ülkelerin yaklaşık yarısı düşüşler görürken, diğer yarısı artan sayıda yeni vaka yaşamakta. Küresel ölümler, 2021 Şubat ayının başından bu yana gözlenen düşüş eğilimini sürdürmekte ve geçen haftaya göre %6 daha da azaldı.
Etken SARSCoV-2 ile ilgili bir yılın sonunda bilgilerimiz arttı. DSÖ ekibinin; Ocak 2021’de Çin’i ziyaretinde, bilim insanları yapılan inceleme sonucu bir kez daha virüsün laboratuvar çıkışlı olmasının çok uzak bir olasılık olduğu belirttiler.
Etkenin kuluçka süresinin ortalama 5-6 gün (2-14 gün arası) olduğu bilinmektedir. Bulaşma insandan insanadır ve kaynak, semptomu olan veya olmayan insan COVID-19 vakalarıdır. SARS-CoV-2 bulaşı başlıca, virüs içeren damlacık veya aerosollerin kişiden kişiye solunum yoluyla ya da mukoza temas yoluyla gerçekleşir. Virüs ağız, burun veya göz mukozası yoluyla vücuda girer. Bu bilgiler ışığında, etkili halk sağlığı önlemleri tanımlanabilmiştir. Topluma yönelik bilgilendirmelerde verilen "maske-mesafe-temizlik" mesajının "maske-mesafe-temizlik-havalandırma" şeklinde güncellenmesi çok önemlidir.
Ülkemiz pandemide ilk vakanın bildirildiği 11 Mart 2020 tarihinden bir yıl sonrasında, 2.807.387 vaka ile dünyada 9. sırada yer almaktadır. Toplam ölüm sayısında ise 29.160 ile 18. sıradadır. Bugün halen en yaygın tanı testi RT-PCR yöntemidir; ancak testin duyarlılığı yüksek olmadığı için negatif test sonucu COVID-19 olmadığı yönünde değerlendirilmemekte ve klinik özellikler, akciğer bilgisayarlı tomografisi incelemesi ve bazı biyokimyasal veriler doğrultusunda tanı konulmaktadır. Buna karşın ülkemizde maalesef, hastalığın bildiriminde sadece PCR testi pozitif olanlar kesin olgu olarak değerlendirilmektedir. Ölüm bildirimlerinde aynı kriter kullanıldığından vaka ve ölüm sayıları gerçek değerlerin altındadır. Özellikle vakaların artış gösterdiği dönemlerde fazla ölümlerin de artıyor olması aradaki farkın doğrudan veya dolaylı (hizmete ulaşamama, COVID-19’a bağlı nedenlerle var olan hastalığın ağırlaşması vb) olarak COVID-19’la ilişkili olduğunu işaret etiği düşünülmektedir. Hastalığın epidemiyolojik değerlendirilmesinde çok önemli olan yaş ve cinsiyete göre değerlendirilmesi T.C Sağlık Bakanlığı tarafından 29 Haziran 2020 tarihinden itibaren haftalık olarak raporlanmaya başlanmasına karşın bu raporların en güncelinin tarihi 23 Kasım 2020’dir.
Halk Sağlığı önlemlerine önemli bir katkı aşıların kullanıma başlanmasıdır. Şu anda acil kullanım onayları ile farklı ülkelerden onay alan 12 adet aşı bulunmaktadır. Ülkemizde bu aşılardan şu ana kadar bir tek ölü virüs aşısı olan CoronaVac uygulanmaktadır. Bugün itibari ile toplamda 10.413.979 doz aşı uygulanmıştır. Her iki dozu tamamlanan alan kişi sayısı 2.638.556’dir. Sağlık Bakanlığı bu aşı ile ilgili 100 milyon dozluk bir anlaşma yapıldığını belirtmektedir. Bir mRNA aşısı olan Comirnaty ile ilgili de 5 milyon dozluk bir anlaşma yapıldığı söylenmiştir. Ülkemizde yerli aşı ile ilgili klinik araştırma süreçleri devam etmektedir.
Ancak son dönemde ortaya çıkan varyantlar ile kaygılar artmaktadır. Eylül ayında İngiltere, Aralık ayı başında Güney Afrika ve Ocak ayında Brezilya varyantları olarak tanımlanan şu anda inceleme altındaki üç varyantın tümü ülkemizde tespit edilmiştir. Varyantların, genetik sürveyansının önemi nedeniyle, ülkemizde de sürveyans ve sekanslama kapasitesinin güçlendirilmesi gerekmektedir.
Aşılama yoluyla kazanılacak bağışıklığın varyant virüslere karşı da koruyup korumayacağı başlıca soru işaretlerindendir. Şimdiye dek kazanılmış bağışıklığı tümüyle ortadan kaldıran bir varyant saptanmamış olmakla birlikte, kısmen bağışıklığın azalması olasılığını işaret eden bulgular mevcuttur.
Toplum bağışıklığının ne aşamada olduğunun izlenmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) işbirliği ile ülke çapında seroprevalans çalışmalarının yapıldığı bilinmektedir. Bunlardan Haziran 2020’de 150 bin kişide yürütülen bir çalışmada Covid-19 IgG seropozitifliğinin %2,5 olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmanın ayrıntılı sonuçlarına dair rapor henüz yayınlanmamıştır. Bu tarihten sonra da yapılan benzer çalışmaların olduğu bilinmekte ise de onların da sonuçları paylaşılmamıştır.
Antikor testleri RT-PCR sonuçları negatif olmasına karşın yüksek şüpheli olgularda, semptomlardan 3-4 hafta sonra (IgG) tanıda kullanılabilmektedir. Enfeksiyonun akut aşamasında tanı değeri bulunmamakla birlikte bu testler geçirilmiş enfeksiyonu göstermede kullanılmaktadır. Antikor testlerinin tanı amaçlı kullanımı dışında, bugün için aşılama sonrası bağışıklık yanıtının değerlendirilmesinde ve seropozitiflik çalışmalarında kullanımı maalesef artmaktadır. Bu amaçlarla kullanılan antikorlar sonuçları koruyuculuk durumu anlamada bir katkı vermemekte ve gereksiz bir zaman ve mali kayıp yaşanmaktadır.
Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan tedavi ile ilgili rehber pandeminin ilk döneminde önemli bir başvuru kaynağı olarak hizmet vermiş olsa da sonrasında başta dünyada etkin olmadığı gösterilmiş bir ilaç kullanımı da dahil olmak üzere yazılanlar güncellenememiş ve sahadaki uygulama rehberden dolayısı ile standart bir yaklaşımdan uzaklaşmıştır. Rehber ve sahadaki uygulama arasındaki benzer bir sorun COVID-19 tanısı alanların izlemi ve izolasyona alınması, temaslı takibi ile ilgili çalışmalarda da gözlenmektedir.
Ülkemiz Mart-Mayıs 2020 döneminde vaka artışları sonrasında gördüğü birinci pik sonrasında önlemlerle vaka sayısı belirli bir düzeye düşürülünce 1 Haziran 2020’de hızla, basamaklandırma olmadan normalleşme sürecine geçmiştir. Bunun sonucunda özellikle sonbahara ikinci pik yaşanmış ve yeniden önlemler sıkılaştırılmıştır. Bu önlemlerin etkisi ile Ocak ayın ortasına kadar vaka sayıları azalsa da sonrasında vakalar ancak belirli bir platoda tutulabilmiş ve Şubat ayı itibari ile tekrar artışa geçmiştir. Türkiye’de 1 Mart 2021 tarihi itibariyle "yerinde karar dönemi" başlamıştır. Bu dönemde iller haftalık olgu sayılarına göre risk seviyesi düşük, orta, yüksek ve çok yüksek olmak üzere dört farklı gruba ayrılmıştır. İllerde ve ilçelerde önlemlerin risk düzeyine göre alınması gerekliliği uluslararası deneyimler ve bu konuda yapılan çeşitli açıklamalarla belirtilmesine karşın, uygulama salgının birinci yılında ancak başlatılmıştır. Risk düzeyinin belirlenmesi için haftalık olgu sayıları dışında kriterler de olacağı Sağlık Bakanlığı açıklamalarında belirtilmiş olmakla birlikte, ilk aşamada sadece olgu sayılarının dikkate alındığı görülmüştür. Aşılamanın başladığı süreçte uygulanan test sayısının düşmeye başlaması ve test pozitiflik yüzdelerinin yükselişe geçmesiyle birlikte olgu sayısının tek kriter olması beklenildiği gibi yetersiz görünmektedir. Ancak bugüne kadar illerin test pozitiflik yüzdeleri açıklanmamıştır. Test pozitiflik oranından başka, ölüm hızları, yatak doluluk ve yoğun bakım doluluk oranları, insidansın artış ve azalış eğilimleri gibi kriterlerinde illerin risk sınıflamasında dikkate alınması gereklidir.
Bir önemli konu da bu dönemde de okullardan kafelere toplumun tüm bileşenlerinin basamaklandırılmadan aynı anda açılmaya gidilmesidir. Risk düzeyine göre alınacağı belirtilen önlemlerin yeterliliği ise ayrıca tartışma konusudur. Yerinde karar dönemi başlangıcı olan 1 Mart 2021 öncesinde yürürlükte olan önlemlerin, 1 Mart sonrasında hiçbir seviyede sürdürülmediği, "çok yüksek riskli" olarak tanımlanan illerde dahi önlemlerde azaltılma yoluna gidildiği görülmüştür. Bunun salgında "üçüncü pik ya da üçüncü dalga" olarak tanımlanan yeni bir kontrol dışı sürece yol açacağı endişeleri yaygındır.
Sağlık sitemi tüm bileşenleri ile COVID-19 ile uğraşırken, Dünya genelinde bulaşıcı olmayan hastalıkların küresel mortalite ve morbidite içindeki önemli payı, bu hasta grubunun kırılganlığı, risk faktörlerinin başat rolü ve erken tanı/tedaviye ilişkin erişim sorunları, pandemi döneminde daha da belirginleşmiştir. COVID-19 pandemisi bütün dünyada, ancak özellikle düşük gelirli ülkelerde veya orta-yüksek gelirli ülkelerin kaynakları sınırlı olan sosyal gruplarında, rutin sağlık hizmetlerinin aksaması, hizmete erişim sorunları veya sosyal ve ekonomik eşitsizlikler nedeni ile kronik hastalıkların yönetimini olumsuz yönde etkilemiş ve fazladan olumsuz sağlık sonuçlarına neden olmuştur. Bulaşıcı olmayan hastalıklar ve COVID-19 arasındaki bu ilişki, COVID-19’un pandemi değil, "sindemi" olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Bu hastalıkların doğaları gereği, sağlık sistemi ile tekrarlayan teması gerektirmekte, bu da; temel ilaçlara erişim ve rehabilitasyon hizmetlerini de içeren bir hastalık yönetimini gerekli kılmaktadır. Bu salgından ve önceki salgınlardan elde edilen kanıtlar, doğru sağlık yönetim ilkeleri uygulanmadığı takdirde, kronik hastalık tanılarının gecikeceğini, hastaların durumlarının kötüleşeceğini, risk faktörlerindeki durumun hızlanarak toplumdaki hastalık yükünün artacağını ve erken yaşlara kayacağını göstermektedir.
COVID-19 toplumda tüm gruplar üzerinde benzer etkiyi göstermiş gibi gözükse de riskli gruplar olarak tanımladığımız, düşük gelirliler, göçmenler, yaşlılar, kadınlar, gençler ve engelliler gibi gruplara etkileri daha fazla olmuştur. Giderek sosyal bir hastalık olmaya doğru giden COVID-19 çalışma koşulları, ekonomik koşullar, barınma koşullarıyla ilişkili olmuş, özellikle dezavantajlı gruplarda daha belirgin bir etki göstermiştir. İşsizliğin artması, istihdam olanaklarının azalması her ne kadar belirli bir kesime kısa çalışma ödeneği verilse de bireylerin yaşamını olumsuz etkilemiş gerek işveren gerekse çalışanlar pandemiden olumsuz etkilenmişlerdir. Başlıca yaşlılar, engelliler, kadınlar, göçmenler gibi gruplarda şiddet, artan iş yükü, sosyal izolasyon, damgalanma söz konusu olmuştur. Çalışma yaşamıyla ilgili olarak geçici günlük işerden kazandıkları ile geçinmeye çalışan gruplar (sanatçılar, tekstil işçileri, geri dönüştürülebilir ürün toplayıcıları, berberler, çiçekçiler, terziler, garsonlar vb) bu durumdan daha çok etkilenmiştir. Bu süreçte alınan kararlarla, toplum hayatının devamı için yaşamsal alanlar dışında başta mavi yakalı çalışanlar olmak üzere özel sektör çalışanları da olumsuz çalışma koşulları ve yetersiz korunma önlemleri ile yüksek sayılarla hastalanmıştır. Yönetsel kararlar, var olan toplumsal sınıflar arasında eşitsizliği belirgin hale getirmiştir.
COVID-19 ayrıca etkiye açık ve kırılgan grupları önemli ölçüde savunmasız hale getirmiş, dezavantajlı grupların sosyal uyumlarını, sosyal özgüvenlerini olumsuz etkilemiştir. LGBT+ başta olmak üzere, bazı kilit gruplar ısrarlı bir şekilde bulaşmada rol oynadıkları belirtilerek ayrımcılığa uğramışlardır.
Pandemi süreci öğretmenler, veliler ve öğrenciler için de zorlu geçmektedir. Bu dönemde yürütülen uzaktan eğitim programlarının öğrenciler arasında kendi evinden dahil olma/ olamama, kamerada evlerini göstermek isteme/istememe, bilgisayara, televizyona sahip olma/olamama, internete erişim sorunu yaşama/yaşamama gibi temeller üzerinden öğrenciler arasındaki eşitsizliğin daha da belirginleştiğine değinilmiştir.
COVID-19 pandemisi toplumun her kesimini çok derinden etkilemiştir. Ancak sağlık çalışanlarındaki etkilenim çok büyüktür. Uzun mesai saatlerinde, kendi sağlıkları ile endişe duyarak, aileleri ve sevdiklerine virüsü taşıma korkusu taşıyarak çok olağanüstü bir dönem yaşamışlardır. Ne yazık ki, sağlık ekibimiz nice değerli üyesini kaybetmiştir. Sağlık çalışanlarının bu dönemdeki çalışması her fırsatta dile getirtilse de sözler eyleme dönememiş; özlük haklarında iyileştirme, şiddetten korunma, COVID-19’un meslek hastalığı olarak kabulü gibi en temel sorunlarda beklenilen gelişme sağlanamamıştır.
Bir yılın ardından dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi hazırlıksız olduğumuzu biliyoruz. Henüz içinde bulunduğumuz pandemiyi atlatamadık; yeni pandemilerin de gelecekte bizi beklediğini biliyoruz. Bu nedenle, bu süreçte yaptıklarımız ve yapamadıklarımızı açıklıkla ortaya koymamız gerekmektedir. HASUDER olarak bu değerlendirmeye çok önem veriyoruz. Birinci yıl değerlendirmesinde Çalışma Gruplarımız kendi alanları ile ilgili dünyada ve ülkemizde bu yıl içerisinde yaşananları, kendi çalışmalarını, gelecek öngörü ve önerileri bu rapor ile paylaşmış bulunmaktadır. Bu büyük yükün karşılanmasında planlı ve birlikte çalışılmaya gereksinim bulunmaktadır. Detayları Çalışma Gruplarımızın başlıkları altında verilmekle birlikte tespit ve önerilerimiz aşağıda kısa, orta, uzun vadede temel birer başlık altında verilmesinin uygun olduğu düşünülmüştür.
Bu dönem için en önemli konunun, "Salgının Yönetimi" olduğunu düşünüyoruz.
Bu dönem için en önemli konunun "Sağlık Hizmet Sunumda Gerçekleştirilmesi Gerekenler" olduğunu düşünüyoruz.
Bu dönemdeki en önemli konunun "Eşitsizliklerin ve Ayrımcılığın Giderilmesi" olduğunu düşünüyoruz.
Halkımız, COVID-19 pandemisine müdahalede bilime dayalı, şeffaf ve hesap verebilir bir salgın yönetimini hak etmektedir. Ancak bu şekilde pandeminin neden olduğu ve gelecekte de etkilerini sürdürecek olan halk sağlığı ve ekonomik kriz sonuçları ile başa çıkabiliriz.
Görüşlerimiz ve önerilerimizin hepimizin içinde bulunduğu bir sürece katkı vereceğini umuyoruz. Bu yolda nice emek veren bulunmaktadır. Her birine minnettarız.
COVID-19 nedeni ile aramızdan ayrılanları saygıyla anıyor ve bir kez daha sevenlerine sabırlar diliyoruz.
Albert Camus, "Veba" kitabında "salgın, aynı anda hem kötülük hem de ifşadır; yozlaşmış bir dünyanın gerçeklerini su yüzüne çıkarır" diye yazar. COVID-19 ile tek bir pandemi yerine, açlık, eşitsizlik, yoksulluk, şiddet, eğitimsizlik pandemileri ile de yüzleşmiş durumdayız. Bu durumu yeniden inşa etmek tek çıkış yolumuzdur."
© Tüm hakları saklıdır.