Gündem

Harvard'lı profesör Hotamışlıgil: Türkiye'de rektörler sultan gibi!

Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, 'Üniversitelerin kantinlerindeki çay fiyatlarından, ilkokul diplomalarının tasdikine, atama ve promosyona kadar tepeden yönetilen bir sistem' dedi

04 Mart 2013 14:20

‘Vehbi Koç Ödülü’ne bu yıl sağlık ve bilim alanına rehberlik eden başarılı çalışmaları ile Harvard Üniversitesi Genetik Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, "Türkiye’deki üniversitelerimizin mevcut yapılanmasıyla Türkiye’nin bilimde bir yerlere gelmesi mümkün değil. Türkiye’de rektörler, üniversitelerin sultanı gibi... YÖK’ün yeniden yapılandırılması lazım" dedi.

Üniversitelerin kantinlerindeki çay fiyatlarından, ilkokul diplomalarının tasdikine, atama ve promosyona kadar  tepeden yönetilen bir sistem olduğunu söyleyen Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, " Oysa bürokratik bir sistemle bilimsel dönüşümün sağlaması kesinlikle mümkün değildir" eleştirisini yaptı. Prof. Dr. Hotamışlıgil'in Milliyet'ten Meral Tamer'le söyleşisi şöyle:

Karşımda spora, müziğe, dans etmeye, briç oynamaya, film seyretmeye, okumaya meraklı, dünya çapında buluşlara imza atmış şen-şakrak, son derece mütevazı bir bilim insanı var. Laboratuvarlarından çıkacak sonuçların dünyada merakla beklendiği bir ‘bilim insanı’ tarifine pek uymuyor Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil.

Salon ve plaj voleybolu oynuyor, düzenli egzersiz yapıyor, pazar sabahları çocuklarına kahvaltı hazırlıyor, Türkiye burnunda tüttüğünde de efkâr dağıtmak için bağlamasını alıp memleket havaları çalıyor. Uzun yıllar yurt dışında yaşayanların aksine, tek kelime İngilizce kullanmadan öyle mükemmel Türkçe konuşuyor ki, tanımasanız Türkiye’de yazı-çizi hayatının içinde olan biri sanırsınız.

 

12 laboratuvar var

 

Her şeyin bir bedeli var değil mi Gökhan Bey?

Dünyanın merak ve heyecanla beklediği buluşlara imza atmanın bedeli de memleket hasreti oluyor. Hiçbir şey Türkiye’nin yerini tutamaz. Artık dünya küçüldü, her yerden her şeye ulaşmak mümkün dense de bu yapay bir durum. Memleketin tadı memlekette çıkıyor. Ben Amerika’da bayıldığımdan kalmıyorum ki... Sadece benim yaşadığım Boston’da, Harvard ve MIT’nin bulunduğu Cambridge bölgesinde, yarıçapı 3 mil olan bir daire çizerseniz, o alanın içinde tam 10 bin laboratuvar var. Dünyada araştırmacıların en çok talep ettiği ve en yoğun yerleştiği yer burası.

Akşam sokağa çıktığınızda bile havada bilim soluyorsunuz. Bizim alanımızda devamlı etkileşim gerekiyor. Hiç kimsenin zekâsı ve yaratıcı kapasitesi, biyolojinin karmaşasını tek başına çözecek kadar güçlü olamaz. Burası arı kovanı gibi bir ortam. Zihinsel özgürlüğünüzü sınırsız kullanabiliyorsunuz.

Harvard’da sadece benim başında bulunduğum 12 laboratuar var. Cambridge’e gelen genç araştırmacı adaylarından en yaratıcı beyinleri kendi laboratuarlarımıza nasıl çekebiliriz diye bir rekabet de var. Eğer iyi yönetemiyorsan, yaratıcı bir ortam sunamıyorsan, her taraf laboratuvar dolu; parlak araştırmacılar niye sana gelsin ki.

 

Laboratuvarda yedi Türk

 

Vehbi Koç Vakfı Seçici Kurulu, ödülle ilgili kararında şöyle diyor: “Evrensel bilimin küresel bir aktörü olarak insanlığa hizmet ederken, bilimsel buluşlarının çoğunu laboratuvarına davet ettiği diğer Türk bilim insanlarıyla gerçekleştirmiş; Türkiye ile sıkı temasını hep korumuş, gerek rol model, gerekse gönüllü bir danışman olarak Türk insanına sağlık ve bilim alanında rehberlik eden...”

Laboratuarlarınızda şu anda kaç Türk araştırmacı çalışıyor?

Başında olduğum 12 laboratuvarda görev yapan yedi Türk araştırmacım var. Bunlardan üçü doktora tezlerini, diğerleri de doktora sonrası çalışmalarını yapıyorlar. Daha önce bütün önemli buluşlarımıza ciddi katkılarda bulunmuş Türk öğrencilerim gibi bu gençler de kariyerlerini başarıyla devam ettirecekler. Bilim yapmanın benim için en doyurucu yanlarından biri de mentorluk. Bütün ömrün boyunca tek bir Richard Feynman’ın bile hayatını değiştirebilsen, insanlığa çok büyük katkı sağlamış oluyorsun.

 

Rıchard Feyman'ın mentoru

 

Bir zamanlar kuantum fizikçilerine özel bir ilgim vardı her nedense... Schrödinger, Niels Bohr ve Richard Feynman’la ilgili bir sürü kitap okumuştum. Ama onun mentoru kimdi hatırlamıyorum.
Geçenlerde Feynman’ın hayatını okuyordum. Princeton’a doktora yapmaya gidiyor. O zaman Princeton’da Albert Einstein, John Archibald Wheeler gibi efsane fizikçiler var. Feynman tez yapmak istediği konuyu Archibald’a anlattığında, Archibald bu araştırmanın başarıyla sonuçlanacağına pek ihtimal vermiyor, ama yine de farklı görüşler olabileceği düşüncesiyle kurulu toplayıp Feynman’ı sunuma çağırıyor. Einstein, Henry Norris Russell, Von Neumann ve Pauli gibi ünlü fizikçi, astronom ve matematikçilerden oluşan kurul üyelerinin hiçbiri, bu teze ümit vermeyince Archibald, öğrencisinin umudunu kırmamak için “Gel beraber çalışalım” diyor.

Ve sonuçta başarıyorlar değil mi?

Hayır. Tam 17 sene bu fikirle uğraşıyorlar, ancak sonuç başarısız oluyor. Ama Feynman, sonraki yıllarda başka işlerle uğraşırken fizikte Nobel ödülü kazanıyor. Feynman’a göre aslında Archibald’da tezin çalışmayacağını, diğerleri gibi baştan beri yüzde 100 biliyordu, ancak öğrencisini fizikten soğutmasın diye “Belki çalışabilir” dedi. İşte bunun adı mentorluk.

 

Neden Türkiye'ye dönemez?

 

Amerika’dan baktığınızda Türkiye’deki bilimsel ortam nasıl gözüküyor? Ne yöne evrilebilir?

Türkiye, ekonomide çok iyi bir yere geldi; uluslararası arenada etkinliğimiz ve saygınlığımız arttı. Türkiye için bu noktadan sonra en hayati konu, zihinsel ve bilimsel dönüşümün gerçekleşmesidir. Bu aşamada bilim çok önemli. Mutlaka genç beyinlerin yaratıcı güçlerini ortaya çıkarabilecekleri, meraklarını özgürce takip edebilecekleri ortamları yaratmamız, gerekli eğitim-araştırma sistemlerini geliştirmemiz ve doğru stratejileri koyup uygulamamız lazım.

Bu geçiş döneminde izlenecek politikalar, üniversitelerin konumu, bilimsel yapılanmalarla fikir ve düşünce özgürlükleri konularındaki çizgi, önümüzdeki yüzyılda ülkemizin nereye gideceği noktasında belirleyici olacak.

 

'Yaratıcı beyinleri çekmeyelim'

 

Üniversitelerimizin mevcut yapılanmasıyla Türkiye’nin bilimde bir yerlere gelmesi mümkün mü sizce?

Bakın yaratıcılık, hep alttan yukarı giden bir şeydir. Harvard’da da ben en yaratıcı beyinleri laboratuvarlarıma çekemezsem, başarılı olamayız. Çekebildiğim sürece de hiç kimse beni yerimden oynatamaz. Ben Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölümü Başkanı’yım. Dekan, benimki gibi 8 bölümün daha sorumlusu. Başarılıysak ve öğrenciler bizi tercih ettiği sürece hepimizin yeri sağlamdır. Türkiye’de ise rektörler, üniversitelerin sultanı gibi. YÖK’te üniversitelerin sultanı. Oysa otokratik bir rejim hayali kuruyor olsanız bile YÖK’ü yeniden yapılandırmanız lazım.

Çünkü 20 üniversiteyi yönetmek üzere kurulmuş bir bürokratik sistemle, 200 üniversiteyi yönetemezsiniz. Üniversitelerin kantinlerindeki çay fiyatlarından, ilkokul diplomalarının tasdikine, atama ve promosyona kadar  tepeden yönetilen bir sistem. Oysa bürokratik bir sistemle bilimsel dönüşümün sağlaması kesinlikle mümkün değildir.

 

İlgili Haberler