Vehbi Koç Vakfı tarafından her yıl kültür, eğitim ve sağlık alanlarında verilen Vehbi Koç Ödülü'nü sağlık alanında, diyabet ve kalp sağlığı alanında sayısız çalışmalara imza atan Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil kazandı. Hotamışlıgil, ödülünü almak için sahne dans ederek çıkarken, konuşmasına da "Fillerin saçı var mıdır?" diye sorarak başladı.
Vehbi Koç Vakfı’nın insanların yaşam kalitesinin artırılmasına katkıda bulunanları teşvik etmek amacıyla verdiği ‘Vehbi Koç Ödülü’ne bu yıl sağlık ve bilim alanına rehberlik eden başarılı çalışmaları ile Harvard Üniversitesi Genetik Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil layık görüldü.
Hotamışlıgil, "Filin saçı var mıdır?" sorusuyla başladığı konuşmasında, bilimin gelişmesi için gereksinim duyulan ekosisteme yaptığı vurgular sık sık alkış aldı.
Hotamışlıgil, ilgi çeken konuşmasında özetle şunları söyledi:
"Sizi sıkmamak için bir hikâye anlatmaya karar verdim. O da fil ile ilgili’ diyen Hotamışlıgil şöyle devam etti: “Başlamadan önce sormak istediğim bir soru var fil ile ilgili. Filin saçı var mı? Fikri olan var mı?
Sorunun cevabı filin saçı var. İlginç bir konu. 300 yıl önce Royal Society’de Robert Hooke (mikroskobu bulan kişi) yazmış. Bu adam nereden aklına gelmişse mikroskobun altında ilk defa filin saçına bakmayı düşünmüş. Bakıyor, o konuda yayın yapıyor. Fakat sonraki 300 yıl filin vücut kıllarının farkına bile varılmıyor. Dolayısıyla bu konuda çalışma yapılmıyor, ta ki geçen seneye kadar.
Çok ilgimi çektiği için size anlatmak istedim bu gerçek hikayeyi. Burada bir çalışma yapılıyor ve filin aslında saçlarının diğer tüm memelilerden değişik bir özelliği olduğu farkediliyor.
Memelilerin ortak özellikleri saçları olmaları ve süt vermeleri. Fakat fil üzerinde yapılan çalışmada çok başka bir özelliği ortaya çıkıyor. Tüm memelilerde kıllar yalıtım amacıyla kullanılıyor. Isıyı korumak için. Sadece filde tam tersi. Fil kıllarını soğutma amacı için kullanıyor.
Büyük keşifler ve merak
Bir mühendis ile bir biyolog bir araya geliyorlar. Formülünü çıkarıyorlar ve bu teoriyi ortaya çıkarıyorlar. Biz ekonomik olarak çok büyük ilerlemeler kaydettik. Türkiye’de birçok filler ürettik ama o fillerin saçlarını da yerine koymamız gerekiyor. Bundan sonraki süreçte başarılı, kalkınmış, çağdaş bir ülke olmak için.
Bazen büyük bir cismin üzerindeki küçük bir ayrıntı önemsiz gelebiliyor. Hangi büyük cisimlerin üzerinde hangi ayrıntıların yerinde olmadığını sıralamama gerek yok. Bundan daha önemli olan şu noktalar:
Bu araştırma Princeton’da bir lisans öğrencisi tarafından yapılıyor. 20 yaşında bir genç bunu yapan. Aklına geliyor. Benim de bundan lisede okuyan 16 yaşındaki oğlum sayesinde haberim oluyor.
‘Aaa baba bak filin saçı varmış’ diye... Son derece basit bir araştırmanın sonucundan yepyeni bir biyolojik kurgu ortaya çıkıyor. Bazen milyarlarca dolar paralar harcanıyor ama hiçbir şey bulunmuyor. Böyle birşey yapmak insanın aklına nereden geliyor? Merak. Merak olmadan bilimsel ilerleme olmuyor. Büyük keşifler olmuyor.
Projeyi öğrenci yapıyor
Peki, bu projeyi öğrenci nasıl yapıyor? Princeton gibi bir yerde hem de? Çünkü özgürlük ortamında zihinsel faaliyetlerini sürdürebildiği için... O zaman bu özgürlük ortamını genç zihinlerin açılıp kapasitelerini görebilmeleri için ülkelerine insanlığa katkıda bulunmaları için yaratmamız gerekiyor. Bu ortamı yaratamazsak o üniversitelerden istediğimiz ürünü, ilerlemeyi elde etmemiz mümkün değil.
ABD’de yeni bir araştırma yapıldı. En büyük katkıyı yapmış projelerden 1000 tanesi sıralanıyor. Bunların hiçbiri devlet tarafından fonlanmamış.
Peki, bu kadar hikâye anlattım. Tamam bu çocuk filin saç tellerinin bedeni soğuttuğunu bulmuş ama ne olmuş? Bu kıl tasarımı ve ısı transfer özellikleri aslında aşırı sıcaklarda kullanabilecek askeri ve sivil uygulamaları olan özgür bir malzeme üretiminde kullanılmak üzere lisanslanıyor. Üretime geçiyor. Cambridge’de bunu üreten firma da 375 milyon dolara satılıyor.
Ufak da olsa fark edilmek
Bazen bilim insanı hakikaten çok yoruyor. Yaptığınız 100 işten 99’unun başarısız olduğu bir iş hayatı düşünebiliyor musunuz? Bizim günlük hayatımız bu şekilde geçiyor. Yaptığınız 100 deneyin 99’u başarısız olabiliyor. Devamlı böyle bir ritimde geçiyor. Bazen insan tekrar kalkıp da laboratuvara gidecek enerjiyi bulamayabiliyor. Öyle zamanlarda bu ödüllerin bizim için çok büyük bir motivasyonu var. İnsanın yaptıklarının ufak tefek de olsa fark edilmesi çok güzel bir şey.”