28 Mart 2016 10:57
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a akademisyenlere hakaret ettiği için dava açan 'Barış İçin Akademisyenler Bildirisi'ne imza atan Prof Dr. Baskın Oran, "Erdoğan'ın 4 hakaret konuşmasının her biri için 2.500 TL’den toplam 10.000 TL tazminat davası açtım. Bu dava, ülkemizde Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’a açılan ilk davadır" dedi. "Kişilik haklarımı ihlal eden bu ağır hakaretleri ne bir şahıs olarak kaldırabilirim, ne de bir bilim insanı olarak" diyen Oran, "Bu ülkede yönetenlerin de hukuka tâbi oldukları bilinsin diye davayı açtım" ifadesini kullandı.
Baskın Oran'ın Cumhuriyet'te kaleme aldığı (28 Mart 2016) yazısı şöyle:
Mülkiye’de halen lisansüstü dersi veren emekli bir profesörüm. Türkiye’yi ve Türkiyelileri bitirip tüketen savaş durumuna derhal son verilmesini talep eden bir akademisyenler bildirisine imza attım ve Çözüm Süreci’ne geri dönülmesi talebinde bulundum.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan seri konuşmalar yapmaya girişerek imzacıları terörizme destek vermekle suçladı, Yargı başta olmak üzere çeşitli yerlere hedef gösterdi ve değil bir cumhurbaşkanının ağzına, hiç kimsenin ağzına yakışmayacak laflar kullandı.
Bu davayı şu sebeplerle açtım:
1. Şahsi sebepler:
a) Erdoğan’ın, TV’den yayınlanan 4 ayrı konuşmada kullandığı kelime ve terimler, dava dilekçemde alıntı yaptığım cümlelerin açıkça gösterdiği gibi, hakaret ve aşağılama doludur: “Alçak”, “zalim”, kapkaranlık”, “cahil”, tiksinti verici”, “vatan haini”, “lümpen”, “terör örgütünün maşası”, “ahlaksız”, “mandacı artığı”, “ruhu kirlenmiş”.
Kişilik haklarımı ihlal eden bu ağır hakaretleri ne bir şahıs olarak kaldırabilirim, ne de bir bilim insanı olarak.
Bunun için dava açtım.
b) Ben, hocalık ve kitap yazma dışında, bu devlete yıllar boyu azınlık ve Kürt sorunlarında bir kuruş ücret almadan hizmet vermiş bir uzmanım:
1999-2009 yıllarında Avrupa Konseyi’ne bağlı “Avrupa Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komisyonu” (ECRI) nezdinde Türkiye’nin Ulusal İrtibat Görevlisi (National Liaison Officer) vazifesini yürüttüm. 2003 sonunda kurulan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’na (BİHDK) hükümet tarafından re’sen atanarak “BİHDK Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu”nu yazdım. Nisan 2013’te Barış Süreci kapsamında kurulan Âkil İnsanlar Heyeti’ne yine hükümet tarafından re’sen atanarak Ege bölgesinde çalıştım.
Bu resmî görevler sırasında, devlet yetkililerine hep gerçekleri aktardım, bilim neyi gerektiriyorsa onu söyledim ve yazdım. Çünkü doğru karar verebilmeleri için böyle yapmak lazımdı. Şimdi bizzat cumhurbaşkanının Yargı’ya talimat verdiği bu ortamda başgösteren hapis tehdidi, bu gerçekleri söylememe engel olma amacını güdüyor. Buna, özellikle bir cumhurbaşkanının hakkı yok.
Bunun için dava açtım.
Bu şahsi sebepler, cumhurbaşkanına dava açmam için yeterdi ve artardı. Ama tek mesele bu değil.
2. Mesleki sebep:
İmzacı akademisyen arkadaşların büyük çoğunluğu, yaşları itibariyle, benim öğrencilerimin öğrencileri.
Bu gençlerin bir kısmını, üniversiteleri işten atarak açlıkla baş başa bıraktı.
Bir kısmı, kendi fakültelerinde bazı öğrencilerin odalarını işaretlediği bir tehdit ortamında direniyor.
Bir kısmı hakkında savcılar yıllarca hapis isteyen davalar açtılar.
Bir kısmı hakkında YÖK, sadece hukuk değil, ayrıca yasa dışı disiplin kovuşturmaları başlatmış durumda (yasa dışı olmasaydı, şimdi YÖK’e bu yetkiyi verme amaçlı bir torba kanun hazırlanıyor olmazdı).
Bir kısmı şu anda tecrit hücrelerinde tutuklu. Kitap bile verilmeyerek, havalandırılmaya çıkarılmayarak.
Geri kalan tümü de, polisin kendilerini sabaha doğru hangi saatte gözaltına alacağını düşünüyor.
Bu genç arkadaşlarım cumhurbaşkanının bu hakaretlerine dava açsalar, kendilerine reva görülen yasa ve hukuk dışı baskılar artabilir. Fakat ben, üstelik genç asistanken faşist 12 Eylül döneminde önce YÖK sonra da 1402 s. kanun kullanılarak 8 yıl boyunca fakültem Mülkiye’den ve memuriyetten atılmış 70’lik bir hoca olarak, gençlere reva görülen bu hakaretleri ve baskıları görmezden gelemem. Onur diye bir şey var.
Bunun için de dava açtım.
3. Kamusal sebep:
Cumhurbaşkanının kendi ağzına yakıştırabildiği bu hakaret ve aşağılamalardan herhangi birini bir TC vatandaşı bırakınız cumhurbaşkanına, herhangi bir vatandaşa söylese hemen hapis (ceza davası) ve tazminatla (hukuk davası) cezalandırılır.
Oysa TC yasaları, yönetilenler için olduğu kadar, yönetenlerin de tâbi olduğu hukuk metinleridir. Bu, hukuk devletinin bir numaralı kuralıdır.
TC Anayasası Md. 2’de ifadesini bulan hukuk devletini korumak için yemin etmiş bir cumhurbaşkanı, kendisine vatana ihanet dışında “ceza” davası açılamayacağını bahane ederek, ettiği hakaretler nedeniyle kendisine açılacak “hukuk” (tazminat) davasından kaçamaz.
Üstelik bu cumhurbaşkanı, bu mevkie geldiğinden bu yana kendisini eleştiren herkese binlerce dava açmış ve insanları hapse ve/veya tazminata mahkûm ettirmiş biriyse.
Ben cumhurbaşkanı Erdoğan’a, yaptığı 4 hakaret konuşmasının her biri için 2.500 TL’den toplam 10.000 TL tazminat davası açtım.
Bu ülkede yönetenlerin de hukuka tâbi oldukları bilinsin diye.
Baskın Oran’ın avukatı aracılığıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açtığı, ekleri hariç 32 sayfalık dava dilekçesinin özeti şöyle:
Müvekkil, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlığıyla, 11 Ocak 2016’da 1.128 imzayla kamuoyuna duyurulan barış çağrısının imzacılarından birisidir. Söz konusu metni, 20 Ocak 2016 itibariyle, Türkiyeli 2212 akademisyen ve araştırmacı imzalamış, metne, yurtdışından da aynı tarih itibariyle 2279 akademisyen ve araştırmacı destek vermiştir.
Bildirinin yayınlanmasının ardından, davalı Erdoğan, müvekkilin de aralarında bulunduğu akademisyenlere yönelik son derece ağır hakaretler ederek ve aşağılayıcı nitelemelerde bulunarak kişilik haklarına saldırıda bulunmuş, milleti göreve çağırarak destekçilerinin de saldırılarına zemin hazırlamış, idari ve yargısal yetkileri kullanan kamu görevlilerine, imzacılar hakkında soruşturma başlatılması talimatları vererek ifade özgürlüğü hakkını ihlal etmiştir.
Erdoğan, konuşmalarında, bildiriyi imzalayan akademisyenleri hedef alarak alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, güruh, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş sözleriyle aşağılayıp hakaretler etmekte, onları terör destekçisi gibi göstermektedir.
Erdoğan’ın “millet bunlara gereken yanıtı verir” konuşması sonrasında ulusal medyada ve özellikle yerel basında imzacılar aleyhine haberler yayınlanarak bu kişiler hedef gösterilmiştir. Müvekkile elektronik posta yoluyla gönderilen tehdit ve hakaret içerikli bir kısım mektup örneklerini ekte sunuyorum.
Erdoğan’ın çağrısı sonrasında hemen harekete geçenlerden biri de organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş olan Sedat Peker’dir. “… Kendi can sağlığınız için siz bu devleti batırmaya uğraşmayın. Şu an dahi hayatta olabilmenizin tek sebebi, devlet’in var olması ve ayakta durmasıdır. …Tekrardan söylüyorum; oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız!!!”
Davacının da imza attığı metinde özetle, Hükümet’in ülkenin Güneydoğusunda yürüttüğü, çok sayıda kadın ve çocuğun da aralarında bulunduğu yüzlerce insanın, onlarca askerin yaşamını kaybettiği operasyonların biçimi eleştirilmekte, devletin barış ve çözüm politikaları geliştirmesi gereğine işaret edilmektedir. Söz konusu operasyonların ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet gösteren Türkiye İnsan hakları Vakfı, Türk Tabipler Birliği, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), resmi bir kurum olan İnsan Kakları Kurumu tarafından da eleştirildiğine dair rapor örneklerini ekte sunuyoruz. Hatta aynı günlerde, Ak Parti Bolu toplantısında birçok milletvekili ve bakanın da operasyonlara yönelik ciddi kaygı ve eleştirilerini dile getirdikleri basına yansımıştır. CHP’nin de benzer ve çok daha ağır eleştiriler içeren raporları kamuoyuyla paylaşılmıştır.
Yargıç ve Savcılar Birliği (Yar-sav), bildiriden çok önce, 23.12.2015’te yaptığı bir basın açıklamasıyla, operasyonlara yönelik olarak çok daha ağır eleştiri ve hukuksal sürece dair uyarılar içeren bir metin yayınlamıştır. Bu metinde bölgede insanlığa karşı suç sayılabilecek eylemler gerçekleştirildiği kaygısı paylaşılarak bu suçların zamanaşımına uğramayan ve uluslararası mahkemelerde yargılanmayı gerektiren fiiller olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu ortamda, akademisyenler tarafından yapılan benzer eleştiri ve barış çağrısının davalı tarafından niçin özel bir biçimde bu kadar hedef alındığının anlaşılması güçtür.
Davalının milleti göreve çağırması sonrasında, akademisyenler sosyal medya ve ulusal basında hedef gösterilmiş, hakarete uğramışlardır. Davalının konuşması sonrası gazete ve televizyon yayınlarında isim isim hain diye tanıtılan akademisyenler, toplum nazarında itibarsızlaştırılmaya çalışılmış, hakaretlere uğramıştır.
Bütün ömrünü insan ve azınlık haklarına vakfeden müvekkilin şiddet içermeyen, tersine barışı savunan, insan hakları ihlallerine dikkat çeken ve bu ihlallerin durdurulmasını talep eden düşünce açıklamasına Cumhurbaşkanı’nın bu biçimde müdahale etmesi, demokratik bir toplumda zorunlu bir müdahale olmadığı gibi tersine demokratik tartışma olanağını ortadan kaldıran bir etkiye sahiptir. Benzer açıklamaları yapan diğer kişiler her hangi bir yaptırımla karşılaşmadığı halde Cumhurbaşkanı’nın suçlayıcı, aşağılayıcı ve hedef gösterici söz ve eylemleri sonucunda müvekkilin de diğer akademisyenler gibi tehdit ve cezai soruşturmalara maruz kalması, ifade özgürlüğüne meşru olmayan bir müdahalenin varlığını göstermektedir.
Bu müdahale davalı Erdoğan’ın görevinden ve siyasal konumundan kaynaklanan özel bir ağırlığa sahiptir. Zira davalının her sözü, kamu makamlarınca emir telakki edilmektedir. Cumhurbaşkanı sıfatına sahip davalı Erdoğan’ın siyasal konumu ve görevi dikkate alınarak hukuk davasının kabulü, ifade özgürlüğünün gerekleri açısından özel bir öneme sahiptir.
Sarfedilen galiz sözlerin davacının kişisel itibarı ve saygınlığını zedeleyici nitelikte olduğu açıktır. Yukarıda sergilenen bu sözler, imzacıları terör destekçisi gibi göstermek, kendilerini alenen terör örgütü yanında saf tutmakla, terör örgütünün propagandasını yapmakla, teröre destek vermekle itham etmek ve ülkemizde yaşanan ağır katliamların sorumluluğunu onlara yüklemek açıkça haksız eylem niteliğindedir. Sadece “hain” kelimesi bile Yargıtay tarafından onur ve saygınlığa aykırı olarak değerlendirilmektedir.
Davalı, görüşlerini, hakaret ve aşağılama kelimelerine başvurmadan dile getirebilirdi. Ancak böyle yapmamış, her seferinde, bir cumhurbaşkanından beklenmeyecek biçimde aynı rahatsız edici dili kullanmayı sürdürmüştür.
Davalının sözleri sonrasında yaşanan toplumsal, siyasal ve cezai yaptırımlar nedeniyle, davacı açısından düşünce ve vicdani kanaatlerini özgürce ifade edebilmek çok zorlaşmıştır.
Erdoğan’ın söz ve eylemlerinin Anayasada sayılan görevleriyle ilgili olmadığı, kişisel kanaatleri olduğu açıktır. Bu nedenle davalı kişisel eylemlerinden dolayı sorumludur. Davalının, cumhurbaşkanlığı makamının sorumsuzluğuna gönderme yaparak vatana ihanet dışında hiçbir biçimde sorumlu olmadığına yönelik sözleri yerinde değildir. Anayasa ve idare hukukçuları, Cumhurbaşkanının kişisel eylemlerinden sorumlu olduğu kanaatindedirler.
Davalının söz ve eylemlerinin hukuka aykırı olduğu ve davalının davaya konu kişisel eylemleri nedeniyle sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Aksi bir yorum, eşitlik ilkesini ihlal edebileceği gibi, Anayasa’nın demokratik hukuk devleti ilkesinin de ihlali anlamına gelir.
SONUÇ VE İSTEM:
Erdoğan’ın, hukuka aykırı olarak kullandığı sözler ve imzacı akademisyenlere yönelik idari ve cezai yaptırımlar uygulanması konusundaki talimatları neticesinde;
Davacının ifade özgürlüğü ve bununla bağlantılı olarak kişisel özerklik hakkının ihlal edildiğinin tespitine,
Söz konusu söz ve eylemlerin kişilik haklarına haksız saldırı niteliğinde olduğunun tespitine,
4 ayrı konuşma nedeniyle her bir haksız eylem için 2.500TL olmak üzere toplam 10.000 TL manevi tazminatın eylem tarihinden itibaren yasal faiziyle ödenmesine,
Kararın ulusal düzeyde yayın yapan yayın organlarında yayınlanmasına,
Yargılama giderlerinin davalıya yükletilmesine
karar verilmesini talep ederim. 25.03.2016
© Tüm hakları saklıdır.