Gezi Parkı protestoları sırasında "Kabataş’ta üzerleri çıplak onlarca erkeğin Zehra Develioğlu’na saldırıp çocuğunu yerlerde sürükleyerek üzerine idrarını yaptığı" iddiasının gerçek olmadığının ortaya çıkması ve gazeteci Elif Çakır'ın o dönem avukatlarından olan Fidel Okan'ın da son dönemde yaptığı açıklamaları sonrası başlayan tartışmalara değinen Yeni Şafak yazarı Prof. Atilla Yayla, "Hadi Kabataş’taki Kabataş olayı yaşanmadı diyelim, diğer yerlerdeki Kabataş olaylarını nereye koyacağız? Bu tür tacizlere bizzat şahit oldum" dedi. "Onları bırakın, ben bile tacize ve saldırıya uğradığım hissine kapıldım" diyen Yayla, "Her an bir saldırıya uğrama tehdidi altında kaldım. Hayatımı ve hayat tarzımı gerekirse mukabil şiddet kullanarak korumam gerektiği kanaatine vardım. Bütün bunları unutacak veya görmezden mi geleceğiz?" diye sordu
Yayla'nın Yeni Şafak'ta "Gezi’de Kabataş mı Kabataşlar mı?" başlığıyla yayımlanan (3 Mart 2015) yazısı şöyle:
Gezi olayları sürerken İstanbul Kabataş’ta mütedeyyin bir kadının bebeğiyle birlikte Gezi’ye katılmak için oradan geçip Taksim’e doğru giden kadınlı erkekli bir grup tarafından taciz edildiği haberleri çıkmıştı. Olaylar sona erdikten sonra da bununla ilgili tartışmalar sürdü. Sonra bazı kamera kayıtları ortaya çıktı. Bu kayıtlara bakılırsa böyle bir olay yaşanmamıştı. Ancak, görüntüler tartışmayı bitirmedi. Tuhaf şekilde, olay saatinde etraftaki mobese kameralarının tamamına yakını ya kapalıydı ya da devre dışıydı. Ortaya çıkan kamera kayıtları ise parçalıydı, eksikti ve üzerlerinde oynanmıştı.
Son günlerde Kabataş olayı tekrar tartışılmaya başladı. Televizyon programlarında ve gazete köşelerinde olayı haber yapan gazeteciler, özellikle Elif Çakır, ağır saldırılara maruz kaldı. Hem o hem de olayın yaşandığına inananlar yalancılıkla suçlandı. Mağdur hanım da yalancılıkla itham edildi.
Bu tartışmaların iki yönüne dikkat çekmek isterim. İlki, tacize uğradığını iddia eden kadınlarla ilgili tavır. Tüm dünyada gittikçe kuvvetlenen bir eğilim, taciz iddialarında kadınların beyanını yeterli delil saymak ve ona göre davranmak. Özellikle feminist çevreler bunu çok savunuyor. Bu uygulamanın hiç mahzuru olmadığı kanaatinde değilim. Bu yaklaşımla masumiyet karinesi neredeyse tersine çevriliyor. İddia edenin değil itham edilenin masumiyetini ispatlaması bekleniyor. Bu bir yana, kadınlara verilen bu ayrıcalıklı statü istismar edilebilir, masum erkeklerin aleyhine kullanılabilir. Nitekim, bu tür vakalarla zaman zaman karşılaşıyoruz da. Ancak, buna rağmen, bu eğilimin tamamen haksız olduğunu da söyleyememem. Zira, erkek egemen kültürde kadınların mağdur edilmesi ihtimali güçlü ve çoğu durumda bu tacizleri klasik anlamda hukukî delile bağlamak gayet zor. Bu yüzden, kadınların beyanı delil sayılabilir. Bu hakkın istismarını önlemenin garantisi, bu tür vakaların haberleşmesinin çoğu zaman kadınların teşhir edilmelerine sebep olması. Bir kadın bunu göze alıyorsa, onun iddialarının doğruluğuna inanmak için bir sebebimiz var demektir. Ancak, feminist çevreler dahi bu konuda ayrımcı. Solcu ve seküler kadınlar kendileri gibi olmayan kadınlara kendilerine tanınan hakları hak görmüyor. Hatta o kadınlara karşı erkeklerden çok daha şiddetli ve militanca tavırlar takınıyor. Bunlar, söz konusu taciz bir “modern” kadına yapılmış olsaydı, muhtemelen, delil, kayıt falan beklemez, kadının beyanını iddiaların doğruluğunu kanıtlamaya yeterli sayarlardı.
İkinci nokta da Gezi’nin yol açtığı saldırganlığı ve tacizciliği Kabataş’a indirgeme ve orada yok sayma veya aklama eğilimi. Gezi olayları sırasında bir Kabataş olayı yaşanmadı, binlerce Kabataş olayı yaşandı. Hadi Kabataş’taki Kabataş olayı yaşanmadı diyelim, diğer yerlerdeki Kabataş olaylarını nereye koyacağız? Bu tür tacizlere bizzat şahit oldum. Ayrıca, birçok başörtülü öğrencim uğradıkları sözlü ve fiili tacizi bana aktardı. Diğer bazı öğrencilerim korkularından günlerce sokağa çıkamadıklarını söyledi. Daha yetişkin olanlar de ja vu hâline düştüklerini, tekrar 28 Şubat psikolojisine girdiklerini söyledi. Onları bırakın, ben bile tacize ve saldırıya uğradığım hissine kapıldım. Her an bir saldırıya uğrama tehdidi altında kaldım. Hayatımı ve hayat tarzımı gerekirse mukabil şiddet kullanarak korumam gerektiği kanaatine vardım. Bütün bunları unutacak veya görmezden mi geleceğiz?
Ne kadar tevil etmeye çalışırsanız çalışın, gerçeği değiştiremezsiniz, gizleyemezsiniz; Gezi’nin yüzlerinden biri saldırganlık ve tacizcilikti.