Kültür-Sanat

Pınar'ın bir masalı var

Mısır Çarşısı patlamasının sanığı olarak yargılanan Pınar Selek, bugünlerde feminist kimliği ve politik duruşunun çok dışında bir alanda, çocuk

18 Ekim 2008 03:00

Ne bombalar, ne cezaevleri, ne de iddianameler. Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın sanığı olarak yargılanan, medyanın ‘bombacı kızı’ yargılanma sürecinde en büyük destekçisi tinerci çocukların ‘Pınar abla sen bizim herşeyimissin diye sloganlar attığı ‘can ablası’ sosyolog Pınar Selek’in bugünlerde su damlalarıyla serinlettiği bir masalı var…

Pınar Selek, sosyoloji eğitimini, feminist kimliğini, politik duruşunu bir kenara bırakıp ‘Bir varmış bir yokmuş’ dünyasına dalmış. Selek'in ‘Su Damlası’ adlı masal kitabının çocuklardan ziyade 'orada neler oluyor' merakıyla büyüklerin ilgisini çekeceğini tahmin ediyoruz...

Selek’in Amargi Kadın Akademisi’nin kitapevi-kafesinde Radikal gazetesine verdiği röportaj:

Pınar Selek’le Amargi Kadın Akademisi’nin kitapevi-kafesinde buluştuğumuzda, sebeb-i ziyaretimizin masallar olması biraz ironikti. Zira Türkiye yakın dönem tarihindeki yeri, sosyolog, feminist Pınar Selek’in politik mecradaki duruşu, tavrı malumunuz. Ama bu buluşmanın konusu tastamam ‘Bir varmış bir yokmuş’ hadisesi; çünkü Selek’in ‘Su Damlası’ adında, içinde üç masalın olduğu ilk kitabı Özyürek Yayınevi’nden çıktı.

‘Su Damlası’nda perinin, denizkızının, kuşun konuştuğu üç masal var; merhametli, vicdanlı, sabırlı, hoşgörülü olmayı, iyinin gücünü, kötünün lanetini, zenginle yoksul uçurumunu kendisine mesele ediniyor. Her masal gibi! Bu dünyanın kapısını araladık, hayallerin yarattığı dünya tasavvurundan ‘Küçük Kara Balık’ damarından beslenen Selek’in masallarına ilerledik...

Nereden çıktı bu masallar?

Çocukluğumdan beri kardeşime masal anlatırım. Bildiğim masallar bitince yenilerini uydururdum, sonra da inanırdım kendi masallarıma. Hep masal dolu bir hayatımız oldu. Bu arada ufak tefek notlar alıyordum. Bir arkadaşım, “Bir yayınevi var, senin masalları görmek istiyor” deyince götürdüm, beğendiler ve başladım. Şimdi hızımı alamıyorum!

Masal yazıyor olmak nasıl bir his?

Hayatımın bir parçası. Farklı bir iş yapıyormuşum gibi değil. Şu da var: Gerçekten kendimi burada iyi hissediyorum. Tamam, politik yazılar yazarken de oradayım ama sonuçta masallar sana dokunuyor; çocukluğuna ait...

Kendinizi ait hissettiğiniz masal dünyası nasıl bir dünya?

İnsan çocukken hayallerinin gerçekleşebileceğine daha fazla inanıyor. Mesela kitaptaki ‘Su Damlası’ masalı doğru aslında, kardeşimi kandırdım ‘Ben bir periyim’ diye, yıllar sonra anladı peri olmadığımı! Masalları seviyorum; hayalle gerçeği birleştirmek ve o yüzden de masallardan kopmamak lazım.

Pınar Selek adının yakın dönem Türkiye tarihindeki yeri malum. Yaşadığınız hadiselerin içinde masal dünyasından kopmamayı nasıl becerdiniz?

Bilmem. Belki de kardeşimle ikimizin çocukluğumuzu sürdürebilmesiyle ilgili. O olmasaydı bunu tek başıma yapabilir miydim bilmiyorum. Tek başıma olmadı, dolayısıyla umudu, hayal etmeyi, dayanışmayı mümkün kıldı. Annemin de büyük etkisi var, çünkü beni hep çocuk kitaplarıyla büyüttü. O kitaplar, mesela Samed Behrengi’nin kitapları hâlâ kütüphanemin ön sıralarında. ‘Bir Şeftali Bin Şeftali’, ‘Küçük Kara Balık’, ‘Püsküllü Deve’ çocuk kitabı gibi değildir zaten. Çocukken içinde bulunduğum o saflık, inanç, okuduğum dünyadan etkilenme ve ‘Hayatımı değiştirmeliyim’ deme hali bana onları hatırlatıyor.

‘Hayatımı değiştirmem lazım’ cümlesini kurduğunuz anı hatırlıyor musunuz?

Hatırlamıyorum. Çocukluğumu 80 öncesinde yaşadım; Behice Boran evimizdeydi, tek bir politik hareketin insanları olmayanlar da evimize gelirdi. Ne konuşurlarsa hayata geçirmeye de çalışırdı. Dolayısıyla her kitabı hayata geçirmeliyim duygusuyla okuyordunuz. ‘Küçük Kara Balık’tan çok etkilenmiştim. Kendi dünyasından çıkıp başka dünyalara dokunmaya çalışması, tek başına olması ve insanın tek başına da hayal ettiklerini gerçekleştirebileceğine olan inancı onu çok sevmeme neden olmuştu. Kendimle de özdeşleştirmiştim.

Masalın akla getirdiği bir fotoğraf var: Tonton, ak saçlı, itikatlı bir dede ya da nine anlatıyor gibi... Sizin masalcınız kimdi?

Babaannemin masallarla falan ilgisi yoktu, sosyetik bir kadındı. Hayatım geleneksel aile bir içinde şekillenmedi. Annem de öyle masal bilen bir kadın değildi, çok hikâye anlatırdı ama daha çok masal kitabı alırdı. Televizyon izlemeye meraklı çocuklardık; babam da televizyon izlemeyelim diye bize masal anlatırdı! Yalnız babamla şöyle de bir ilişkimiz vardı: Yolda yürürüz, birini görür ve ‘Sence bu kadının ya da adamın hikâyesi ne?’ diye sorup biz uydurmaya başlarız. ‘Rejisör olsan hangi rolü verirsin o adama?’ der ve babamla birlikte o esnada filmi yazarız. Bütün bunlar 12 Eylül’den önce oluyor. 12 Eylül’den sonra babam cezaevinde dört buçuk yıl yattı, daha ilkokul dördüncü sınıftaydım. Ona ‘Ben hayata devam ediyorum’ diyebilmek için, gördüğüm her insanla ilgili yazdığım senaryoları cezaevine gönderirdim. Bir de şimdiki çocuklar bunu yaşayamıyor ama biz hep sokaktaydık; sürekli okur, birbirimize hikâye anlatırdık. Mutlaka yatarken hayal kurardım, hâlâ da öyle. Rüya görmek bir yana, diziler gibi devam eder hayallerim. Hayal kurulmadan uyunmaz!

İnsan hayatına başka ne katar masal?

Yarattığımız uygarlığın, yaşadığımız şehrin, işimizin gücümüzün, kurduğumuz bütün hayat biçimlerinin yeteri kadar anlamlı olmadığını düşünüyorum. Hayatın anlamlı olmasını, heyecan yaratmasını, her şeye egemen olmadan, onun da kendi başına bir varlık olabilmesini önemsiyorum. Bu sadece masallarla olabilecek şey değil tabii; toplumsal olarak başka şeyler, felsefeler, politikalar yaratabilmemizle alakalı ama masallar hem çocukları hem de çocukluğunu kaybetmek istemeyenleri canlı tutuyor. İkincisi, yaşadığımız hayatın sıkıntısını çeşitli soyutlamalarla yeniden düşünmek, aktarmak özgürleştiriyor. O düş psikolojisi sayesinde hayat daha hafif gelmeye başlıyor. Doğadaki varlıklarla kendimce başka türlü ilişki kurardım çocukken; Tanrı inancım yok, çocukken de yıldızlara dua ederdim. Bir ağaçla yakın ilişki kurardım, ona dilerdim dileğimi. Deniz hayatımda hep çok önemli bir yere sahip oldu, denize hâlâ dua ederim. Mesela mahkeme sürecinde falan mutlaka denize girer, dua ederdim...

Bütün bu masal âlemine sosyolog Pınar Selek’in etkisi ne?

Sosyologluğumun da, feministliğimin de etkisi var. Masallar kadar aşk destanlarını da severim. Çocukken çok okurdum, ‘Benim de böyle büyük bir aşkım olsun’ derdim. Masalsı, destansı bir aşk! Sonra oradaki kadın rollerine bakıyorsun ve yeniden düşünmeye başlıyorsun. Masal yazarken oradaki toplumsal cinsiyeti, eşitsizliği, insanlar arasındaki hiyerarşiyi daha iyi görüyorsun. Bunları direkt göstermesen de bilincinde olarak yazıyorsun.

Pınar Selek kimdir?

1971 doğumlu Pınar Selek, Notre Dame De Sion Fransız Kız Lisesi'nden mezun oldu.Ankara Üniversitesi'nden Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'ne yatay geçiş yaptı. Üniversiteyi birincilikle bitirip master yapan Selek, Fransa'nın Udel Üniversitesi'nde teziyle ilgili çalışma yürüttü. Sokak çocukları, transseksüeller, Çingeneler ve örgütlerle ilgili çalışmalar yaptı.

Tünel'de sokak çocuklarının sanat yoluyla kurtarılması amacıyla bir atölye kurdu.Kendisi İstanbul'da doğmuş, iyi eğitim almış bir "beyaz Türk" olduğu halde, "siyah Türkleri" merak etti, araştırdı. Sokak çocuklarıyla birlikte kurduğu atölyede tinerci çocukları sanatla, yaratıcılıkla tanıştırdı.

1998 yılında Mısır Çarşısı bombacısı ilan edilip tutuklandı.2 seneden fazla cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakıldı.Jandarma Kriminal Laboratuvarı raporunu imzalamayan Prof. İnci Gökmen'le ODTÜ öğretim üyelerinden oluşan heyetin iki raporunda patlamanın gaz kaçağından olduğu belirtildi.

Pınar Selek çalışmaları nedeniyle bir çok kez Fransa'daki üniversitelere davet edildi work-shoplara katıldı. Selek davasını izlemeye gidenlerin en çok dikkatini çeken şey, dinleyici saflarındaki tinerci çocuklar ve travestiler olurdu. Her duruşma öncesi sokak çocukları ve bir grup travesti 4 numaralı DGM'nin önünde olurdu. Babası Alp Selek'in biriktirdiği ve Pınar'a yollanan mahpushane mektuplarının çoğu da sokak çocuklarından geliyordu. Kimisi kargacık burgacık yazılarıyla şiirler yazıyor, kimileri de okuma yazma bilmediklerinden Pınar ablalarına resim yapıyorlardı. Belki de Pınar Selek'in egemen güçler tarafından iki yıl suçsuz yere hapsedilmesinin arkasında bu yatıyordu:"Öteki olmadığı halde ötekini anlamaya çalışmak."