Kültür-Sanat

Perinin Ölümü | Tuna Kiremitçi’nin yeni polisiye romanından tadımlık bir bölüm

“Gökten ölü yağsa bile bir günahkârın evine adım atmaya niyeti yoktu…”

09 Mayıs 2022 15:00

T24 Kültür Sanat

Yazar ve müzisyen Tuna Kiremitçi’nin polisiye roman serisinin yeni kitabı ‘Perinin Ölümü’, Doğan Kitap’tan çıktı.

Mezun Cinayetleri’ adlı ilk polisiye kitabında başlayan Başkomiser Perihan Uygur’un hikâyesi, ‘Perinin Ölümü’nde devam ediyor. Başkomiser Perihan Uygur’un yine şehrin tekinsiz sokaklarında dolaştığı belirtilen kitabın tanıtım bülteninin devamında şu ifadeler yer alıyor:

“Ünlü romancı Nadir Surkultay’ın eski eşi ve çevirmeni Alman vatandaşı Eva Surkultay Balat’taki evinde ölü bulunur. Başta kendi silahıyla intihar ettiği zannedilir. Ancak soruşturma başlayınca Eva’nın öldürüldüğü anlaşılır. Başkomiser Perihan ve yardımcısı Ayla, bu cinayeti araştırırlar. Magazin basınının da ilgi gösterdiği çetrefil soruşturmanın ucu karanlık suç örgütlerine kadar uzanacaktır.”

Perinin Ölümü’nden tadımlık bir bölüm

“Cesedi sabah bahçıvan buldu.

ki katlı, beyaz bir müstakil binaydı. Eva’nın üst kattaki dairesine bahçedeki dı merdivenle çıkılıyordu. Her pazartesi bahçeyle uraan yeil başörtülü, al yanaklı, iman kadın bu kez kar küremek için uramıtı. Olayın intihar olduuna ilk bakıta karar verdi. Daha önce hiç intihar görmemiti. Ama kapının aralık durmasından ikillenip içeri girdiinde karılaı manzara, dizilerde gördüklerine benziyordu.

Eva cumbadaki sehpayla altın varak çerçeveli aynanın arasında yüzüstü yatıyordu. Baı kapıya dönüktü. Kobalt mavisi, birbirine yakın gözleri bahçıvana bakıyordu. Cildi morumsu bir renk almıtı. Kısa kesilmi ak saçlarının yarısı kızıla boyanmıtı. Baının altından aynaya doru akan kan, kı sabahının donuk ııında kırmızının tonlarını yansıtıyordu.

Bahçıvan kürei elinden düşürdü, titreyerek kelime-i ehadet getirdikten sonra koup bahçe katında oturan kızın kapısını yumrukladı.

“Demek sonunda yaptı...” dedi Sevda.

Sevda bir yıldır üst kat komusunun kiracısıydı. Solgun teni, yuvarlak bir yüzü vardı. Siyah gözlü, orta boyluydu. Burnu yapılı, dudakları dolguluydu. Telekızlık yaparak geçiniyordu. O sabah pembe eofman altıyla boazlı siyah kazak giymiti. Platin sarısı saçlarını baının tepesinde toplamıtı. Hafifçe morarmı göz altlarında akamdan kalma rimelin izleri duruyordu.

Ayaklarına pullu terliklerini geçirdi, titreyen bahçıvanla birlikte basamakları çıktı. Eva’nın dairesine ilk kez görüyormu gibi baktı.

Yerde yatan yalı kadın hariç, her ey her zamanki gibiydi. Ah- ap yemek masası, kitaplıktaki Türkçe, Almanca ve Latince ciltler, bir pagan tanrıçasını topraa kök salarken gösteren tablo, Meryem Ana gravürü, kahverengi duvar piyanosu, ark köşesi sediri, Schiller ve Yahya Kemal’in ahap çerçeveli portreleri, Hamburg Limanı’nın cumbanın karısındaki duvarı kaplayan fotorafı, pikap ve 65 inçlik düz ekran televizyon...

Tüm bunlar hâlâ kederli bir uyum içindeydi.
Ölümün dokusu henüz eyaya sinmemiti.
Sevda kalbinin
çarpıntısını duyarak yaklaında, sehpanın altında duran cismi fark etti. Antika Luger P08’i daha önce de görmüştü. Evdeki her ey gibi, silahın da öyküsünü biliyordu. Sadece hâlâ çalııyor olabileceine ihtimal vermemiti. Komusunun bu ii iple, zehirle ya da bir kutu hap yutarak yapacaını düşünmüştü.

Eva’nın üzerinde, Sevda’nın doum günü hediyesi olarak ördü- ğü bordo kazak vardı. Gümüş kolyesi silahtan uzaklamak ister gibi pencereye doru savrulmutu. Sevda diz çöküp nabzı kontrol ettikten sonra 155’i ve 112’yi aradı. Ölünün yanına çöktü ve kaderi mühürlenmi komusu için aladı. Bahçıvan kapının kiriine yaslanmıtı. Duvardaki pagan tanrıçasına korku dolu gözlerle bakıyordu.

Oysa Eva Surkultay için önceki gece sakin balamıtı. Sedire oturup arap içmi, Schubert’in Serenad’ını dinleyerek Haliç’e bakmıtı.

Üç gündür yaan kar iki kıyıyı da beyaza boyamıtı. Salgın yorgunu Balat sokaklarını aydınlatan lambaların ııında kar taneleri uçuuyordu. Küçük bir tekne Galata Köprüsü’ne doru hevesle ilerliyordu. Kar ve Schubert ona Hamburg’u hatırlatıyordu. Acılarıyla ördüğü zırhı delip geçen bir mızraktı Serenad, tüm güzel müzikler gibi. Her dinlediinde ucu daha derine saplanıyordu.

Ruhu uzaklara takılıp kalmıtı. Dönüş yolunu bulmak istiyor muydu? Yapmak istedii o son eye zamanı var mıydı?

Kararlılıını hissetmek ve muhtemel sonuçlarını düşünmek onu korkutuyordu. Serenad’ı dinlerken öyle eyler hatırlıyordu ki, bellein bu umutsuz çabasını acıklı buluyordu. Hamburg Limanı’nın artık kime ne faydası vardı ya da bahar balangıcında babasıyla beraber açıa demirli ngiliz sava gemilerine bakan do- kuz yaındaki sarıın kızın?

Yaralarını sarmaya çalıan bir ehirde büyüyecek, saçları örgülü çocuun hayaleti neye yarardı?

Daha düne kadar Führer’in anlı U-Bot denizaltılarının üssü olan limanda o mayıs günü sarho ngiliz askerleri dolaıyordu. Bazılarının sava dulu kadınlara tecavüz ettiini komulardan duymutu. İçlerinden biri yalpalayarak yakla, buday birası- nın verdii cüretle kız çocuunun yanaını okamıtı. Kız baını kaldırıp önce korku içindeki babasına, sonra da askerin yüzüne bakmıtı. Adamın arkasından gelen güne kızın gözlerini kamatırdıından, sadece yara izini seçebilmiti.

ngiliz’in akaklarında balayıp elmacıkkemiine inen izde ilahi adaleti görmüştü. Yara izi, askerin Hamburg’da içtii biraların cephede pein ödenmi bedeliydi.

İşgalciler gidecek, ehir kasvetli kaderiyle ba baa kalacaktı. Sonra kı gelecek, Baltık Denizi’nden esen sert rüzgârlar her eyi uzaklara, yıkımın ötesine savuracaktı. Babası bir sabah kralın adamları tarafından götürülecekti. Gazeteler sava suçlusu Dieter Schmid’in Arjantin’e kaçmak üzereyken yakalandıını yazacaktı.

Yine de küçük kız kraldan nefret etmeyecekti. Nefret ettii tek kii babası olacaktı. Münih’e yakın o kamptaki iinin doktorluk olmadıını sonradan öğrenecei Oberstleutnant Schmid.

Doktorun söylediklerini düşündü. Önce yakın geçmi silinecekti. Çocukluk hatıralarına sıra en son gelecekti. Alzheimer böyle bir eydi. Bakkalı aramak istediinde hangi tulara basması gerek- tiini unutacak ama annesinin her akam balık pazarından dön- düğündeki bitkin yüzünü hatırlayacaktı. Sava suçlusunun lanetli karısının her yıl biraz daha donuklaan gözlerini. Ne hissettiini ele vermeyen, ince bir yara izine benzeyen azını. Balık pazarında çalımak için fazla açık saçık giysilerini. Annesinin evi aslında hangi ile geçindirdiine dair kendi utanç verici tahminini.

Annesi kimsenin anlamadıı bir hastalıktan ölmüştü. Mezarın baında düşünmüştü Eva: Artık on altı yaındaydı. Ya sokaklarda bedenini satmaya balayacak ya da baka yol bulacaktı. Bir gece kuytuda öldürülüp Elbe Nehri’ne atılma ihtimalinin olmadıı bir çıkı.

“En fazla iki ya da üç yıl...”

Doktor genç olmasına ramen kel kafalı, uykulu yüzlü, önlüğü üzerine bol gelen bir adamdı. Göz teması kurmaktan kaçına- rak konuuyordu. Salgın kuralları gerei taktıı cerrahi maske yüzünden sesi bouk çıkıyordu.

yi bir bakım almanız art. Yalnız kalmanız ilerdeki aamalarda hayatınızı iyice zorlatırır.”

“Neden?”
Çünkü bu hastalıın seyri maalesef böyle...”
“Yakında bitecek bir hayatı kolayla
tırmanın ne anlamı var?

Hele son nefesimi verirken çounu zaten hatırlamayacaksam?” Türkçeyi bu kadar düzgün konuan birini epeydir görmemi doktor, Eva’ya akın gözlerle bakmıtı. “stanbul’da yaamak zaten zor, biliyorsunuz. Gündelik ihtiyaçlarınız için yardıma gereksinim duyacaksınız.”
Ya
lı kadın maskesinin altından gülümsemiti: “Müsterih olun, bir ekilde idare ederim.”
“Emin misiniz?”
“Artık hi
çbir eyden emin olmak istemiyorum.”
“Alman vatanda
ısınız. Gerçi dosyanızda yazmasa hayatta anlayamazdım. Aksanınız yok. Memleketinize dönmeyi düşünmez misiniz? Mesela bir akrabanızın yanına? Hem oradaki sosyal kurumlar bizdekinden daha iyidir.”

“Benim memleketim burası doktor. O yüzden aksanım yok.”

Dönülmez akamın ufkunda olduunu kimse bilsin istemiyordu. dare edemeyecek hale geldiinde baının çaresine bakacaktı. Baba yadigârı Luger baucundaki çekmecedeydi. Hâlâ çalıını biliyordu. Vaktiyle silahı sınırdan geçirmek için ne dolaplar çevirmiti. 9 milimetrelik bir merminin silemeyecei anı yoktu.

Ama daha önce yapması gereken bir ey vardı. Günü gelmiti.
D
üşündükçe güçlü, karanlık bir enerjinin benliini ele geçirdi- ini hissediyordu. Bunun kader olduunu anlamıtı. Kadere yaptıı ilk kapris bu olacaktı.

“Kapris yapmak kadınlara yakıır” diyen bir adam tanımıtı: “Hatta bazen kadını çekici bile kılar. Ama bir erkek kapris yaptıında süs köpei gibi görünür.”

Niyetinin kendisine yakııp yakımadıını bilmiyordu. Sadece gerçekletirmek istediini biliyordu. Belleinin bozuk bir hard disk gibi silineceini. Babasının tabancasının çekmecede soukkanlı bir yılan gibi beklediini. Müttefikler geldiinde Dieter Schmid onu kızının ve karısının gözü önünde akaına dayamı ama gerisine cesaret edememiti.

imdi ondan kırk dört ya büyük kızınınsa cesaretten baka hiçbir eyi yoktu.

Piyano konsolunun üstündeki iki pakete baktı. Bu haltı yiyecekse birkaç gün içinde yemeliydi; geçen her saatin neleri unutturacaı belli olmazdı.

Gümüş kolyesini okayarak Haliç’in ııklarını, rüzgârla savrulan kar tanelerini ve yüzünün penceredeki yansımasını izledi. Oradan kendisine gülümseyen dokuz yaındaki kızın dudaklarının dua eder gibi kıpırdadıını gördü.

In einem Tal bei armen Hirten Erschien mit jedem jungen Jahr, Sobald die ersten