Oyuncu Öykü Karayel, "Sinema var olduğundan beri eril bir pozisyonda. Gerek sinema sektöründe gerek beyazperdede bu böyle. Sosyal yaşamda da böyle durum" dedi. Karayel, "Dünyada bir şeyleri değiştirebilmek için kadın bakışıyla bakmak lazım. Kadın doğası gereği yetiştiren, geliştirendir. O naiflikle, o merhamet duygusuyla yaklaşılırsa bütün sorunlara, çözümler daha acısız olur gibime geliyor" diye konuştu.
Cumhuriyet'ten Ceren Çıplak'ın Öykü Karayel'le söyleşi şöyle:
-“Toz” filminin çekimleri için bir ay boyunca Afganistan’da kaldınız. Öncelikle izlenimleriniz neler?
Afganistan’a giderken dünya, o bölgeyle ilgili yalan söylüyor diye düşünüyordum. Sonra gördüm ki bizim bildiğimizden, tahmin edebileceğimizden çok daha vahim durum. Ve asla gitmeden de anlayamayacağınız hisler bırakıyor sizde. Kurşunlanmış, bombalanmış binalarla dolu her taraf. Ama orada hâlâ insanlar yaşlanıyor, hâlâ çocuklar okula gidiyor, hâlâ sanatçılar yetişiyorsa; gidenler bir zaman sonra geri dönmek istiyorsa, orada umut bitmemiş demektir. Yepyeni bir Afganistan için hâlâ umut var demektir. Sadece fillerin tepişmesi bitsin diye bekliyor insanlık hâlâ.
-Kadınlar peki?
Burkalı kadınları sokakta, çarşıda çok az görüyorsunuz. Bir evde çekim yaptık. O evdeki kadınla diyaloğumuz vardı. Özgüveni tam, bütün evi çekip çeviren, güçlü bir kadındı. Bir de kümeler halinde beyaz başörtüleriyle okula giden kız çocuklarıyla karşılaşıyorsunuz sürekli. Afganistan’da Taliban döneminde kız çocuklarının okula gitmesi yasaktı. 15 sene önceye kadar okula giden kız çocuğu yokken şimdi bu oran gün geçtikçe artıyor.
-Afganistan bize çok mu uzak?
Benzer koşullar bizim ülkenin doğusunda da var. Biz de ülke olarak bombalara, terör eylemlerine yabancı değiliz. Tehdit edici bir durum olduğu zaman metrolardan, çarşılardan uzak duruyoruz, kalabalığa çıkmıyoruz. Ama Afganistan’da hayatınızın her gününün, her anının böyle geçtiğini düşünün. Filmimizde Afganistan’ı çok güzel anlatan bir söz var: ‘Burada güne sadece nefes alarak başladıkları için şükreden insanlardan başkasını göremezsin’. Bu cümle bizim gibi insanlara ne kadar uzak geliyorsa, Afganistan da bize o kadar uzak.
-Filmin çekimleri sırasında özel korumalarla çalışmışsınız...
Taliban’ın faaliyete geçtiği bir döneme geldik orada. Kâbil’de sürekli eylemlere başladılar. Güvenliğimizi sağlayan cumhurbaşkanlığı korumaları, özellikle dış çekimlerde bize eşlik etti.
‘Sinema eril bir pozisyonda'
-Muhteşem Yüzyıl’da da güçlü bir sultan olan Dilruba’yı canlandırdınız. Festival söyleşilerinin birinde sinemada daha çok güçlü kadına ihtiyaç olduğu vurgusu yapıldı. Siz ne dersiniz?
Sinema var olduğundan beri eril bir pozisyonda. Gerek sinema sektöründe gerek beyazperdede bu böyle. Sosyal yaşamda da böyle durum. Dünyada bir şeyleri değiştirebilmek için kadın bakışıyla bakmak lazım. Kadın doğası gereği yetiştiren, geliştirendir. O naiflikle, o merhamet duygusuyla yaklaşılırsa bütün sorunlara, çözümler daha acısız olur gibime geliyor.
-“Gladyatör” ve “Şeytanın Avukatı” filmlerindeki rolleriyle tanınan Connie Nielsen’a sorduğumu size de sormak istiyorum öyleyse. Bir kadını güçlü yapan nedir? İktidar mı? Yoksa hatalarını ve kusurlarını algılayabilmesi mi?
Benim algıladığım güç, erdemli olmakla, öyle durabilmekle alakalı. İktidar için böyle bir güce ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum eğer öyle olsaydı dünya şu an başka bir yer olurdu. Erdemli olmak içinse bu son dedikleriniz şart. İnsan aklını, vicdanını sürekli diri tutarak ve gerçekten kusurları fark ederek ve tabii değişerek, yani kendini bilerek güçlü olabilir ancak.
-Hatalarınızla, kusurlarınızla aranız nasıl?
Pişman olan biriyim. Bazen nasıl “Hayatımda hiç pişmanlık yaşamadım” gibi büyük cümleler kurabiliyor insanlar anlamıyorum. Pişman olmazsa insan hatalarını değiştirebilecek gücü nereden bulacak. İnsanın kendiyle derdi olmalı ama buradaki dert beraberinde kendini sevebilmeyi de getirmeli.
‘Ülkenin durumuna itirazım var’
-Azra, Afganistan’a gittiği zaman kadınların sindirilmiş haline de itiraz ediyor. Azra itirazı yüksek bir kadın...
Bu tür coğrafyalar, gittiğiniz ilk andan itibaren size bir davranış biçimi dayatıyor. Sokaklarda elinizi kolunuzu sallayarak gezmeyin diyor ya da bu kadar rahat yürümeyin yolda diyor. Kadın olma durumu sizi de rahatsız ediyor. Sadece cinsiyetiniz yüzünden günlük hayattan çekilmenizi istiyor. Bizim yaşantımıza da çok uzak şeyler değil bunlar. Bu coğrafyanın getirdiği davranış biçimlerini kabul etmekte çok zorlanıyorsunuz, itiraza ihtiyaç duyuyorsunuz. Azra da gidiyor ve itiraz ediyor. “Böyle olmayın, değişebilirsiniz”i göstermek istiyor refleks olarak.
-Siz itirazı yüksek bir kadın mısınız?
Afganistan’a gittiğimde Azra karakteri gibi benzer bir şey yaşadım. Mesela gittik ve kapandık eve. Biz zannediyoruz ki dışarıya çıkabiliriz, görebiliriz. Ama hiçbir yere çıkamıyoruz. Yarı hapis hayatı gibi. İçeride çok eğleniyoruz orası ayrı. Ama setten direkt kaldığımız yere geliyoruz tekrar. Bir hafta buna alışmakta çok zorluk çektim. Çünkü bir taraftan da bütün hepimizin mesuliyeti yönetmenimiz Gözde Kural’ın omuzunda, birimize bir şey olsa, hayatına kaldığı yerden devam edemezdi Gözde. Ama insan bencil bir varlık bili