Film bizi Oppenheimer'ın Avrupa'daki öğrencilik yıllarından 1930'larda Kaliforniya'da profesörlük yaptığı döneme, ardından devlet sırrı olarak tutulan Manhattan Projesi günlerine götürüyor.
Tam da bu kitabın adının hakkını verircesine modern dünyanın şekillenmesinde rol oynayan ve Washington'daki politika oyunlarının kurbanı olan bir Amerikan kahramanının trajik öyküsü resmediliyor.
Florence Pugh, Oppenheimer'ın romantik bir ilişki içinde olduğu psikiyatrist Jean Tatlock'u canlandırıyor.
Film Oppenheimer ile Robert Downey Jr'ın canlandırdığı ABD Atomik Enerji Komisyonu'nun eski başkanı Lewis Strauss arasındaki husumetin çevresinde dönüyor.
Nolan'ın filminin senaryosu 1950'lerdeki iki ayrı hükümet soruşturmasına girip çıktıkça gergin bir mahkeme filmi atmosferi yaratırken, uzun geri dönüşlerle Oppenheimer'ın hayatından kesitler de sunuyor.
1950'lerde Oppenheimer bir yandan bir milli kahraman olarak görülürken diğer yandan komünist bir tehdit oluşturduğu yönündeki sahte tehditler nedeniyle güvenlik yetkilerinin sınırlandırılıp sınırlandırılmaması tartışılıyor.
Filmin büyük bölümü Oppenheimer'in bakış açısından, renkli ve geniş ekran formatına karşın yakınlık hissi veren bir tasarımla anlatılıyor.
Kasıtlı olarak klostrofobik bir his vermesi amaçlanan siyah beyaz bölümlerde ise Lewis Strauss'un bakış açısı aktarılıyor.
Straus'un Ticaret Bakanı olarak atanmasını oylayan ABD Senato Komisyonu'ndaki görüntüleri bir şekilde Nolan'ın Memento (Akıl Defteri) filmini çağrıştırıyor. Zira burada da hikâyenin başta göründüğü gibi olmadığını anlıyorsunuz.
Kronolojinin parça parça sunulması etkili bir şekilde ilk sahnelere gölgesini düşüren bir kıyamet hissi yaratıyor.
Christopher Nolan bu filmde dürüstçe konuşabileceğine inanan, ABD Başkanı Truman'a nükleer silah yarışının önlenmesi çağrısında bulunan bir adamın hikâyesini anlatıyor.
Ama Oppenheimer aynı zamanda Hiroşima'ya atom bombasının atılmasının da gerekli olduğunu düşünüyordu. Zira "bir kez kullanıldığında nükleer savaş artık düşünülebilir bir şey olmaktan çıkacak" idi.
Ama kendisi nükleer savaşı düşünmeyi bırakamadı.
Hiroşima'dan sonra Oppenheimer'ın zihninden geçenleri daha çok görüyoruz. Bu görüntülerden birinde derisi soyulan genç bir kadının fotoğrafının negatifi de var.
Bu ilham verici filmin de gösterdiği üzere Oppenheimer'ın en büyük trajedisi kuşkusuz gelecek nesilleri kendi icadından koruyamamasıydı.