Politika

'Ölüm varmış, bilemedik'

'Meğer hep yeniden ölünebiliyormuş...'

27 Temmuz 2015 15:17

Özhan Önder*

Sınır bölgesinde gündelik hayata dahil olmak, gözümüzle görmek, dokunmak için antropolojik muayene seyahatine çıkmış iki kişiydik. Kışın yaptığımız sınır nöbeti ziyaretinde gittiğimiz yerlere tekrar gidiyor, tanıştığımız kardeşleri tekrar ziyaret ediyorduk. Amara Kültür Merkezi’ne girdiğimizde Kobane’ye gitmek üzere toplaşmış yüzlerce kardeşe rastladık. Ortalık cıvıl cıvıldı. Birer kahve alıp bahçeye serildik. Pek çok gülümseyen yüzle karşılaşıp selamlaştık, bazılarını tanıyordum da. Depremde kim olduğuna bakmadan elini uzatacak, hemdert, güzel insanlar. Devrimci yani… Kimiyle ayaküstü sohbetler edip kiminin sohbetine tanık oldum. Erken yirmili yaşlarında üç genç birbirine yoldaş diye hitap ederek ‘anarşizm ve sosyalizmin iktidar tarifleri...’ diye gayet tatlı, gayet naif tartışıyorlardı.

 

'Annemin haberi yok'

 

Bir şeyler yemeye çıkmadan evvel çantalarımızı içeri bırakalım diye binaya girdiğimizde yayılmış olan gençler basın açıklaması için toplanmaya başlamıştı. İçeride yine başka bir kardeşi görüp dışarıdan gelen konuşma ve sloganların sesleri eşliğinde sohbete tutulduk ki o sırada patlama oldu. Yerimizden oynadık, yer yerinden oynadı.

Çığlıklar yükselirken, kesif bir koku, toz duman ve koşturan kanlar içinde insanlar vardı etrafta. İçeri giren üzeri kana bulanmış bir yaralı arkadaş ‘Annemin burada olduğumdan haberi yok. Ben ne derim şimdi?’ diye soruyordu. İdari odaların birini boşaltıp, oraya aldık kendisini. ‘İçeri girin!’ diye bağırıyordu birileri, belki bir patlama daha olur korkusuyla herhalde. Şoktaydım. Benim gibi şokta olan iki kardeşle titreyerek birbirimize sarıldık. Merdiven penceresinden gördüğüm yerlerde yatan yanık bedenler ve bahçe duvarı üstünden telefonlarıyla şaşkınca kayıt alanların görüntüsünü daha da unutmam herhalde.

Bu defa da ‘Dışarı çıkın, binayı boşaltın!’ diye bağırıyorlardı panik içinde. Çıktık. ‘Bakmayın! Etrafa bakmayın!’ sesleri yükseliyordu. Bahçeden dışarı el ele koşarak sokaktaki kalabalığın yanına ulaştık. Nefes alabileceğimiz bir alan açmaya çalışırken az ileride TOMA’ları gördük. Kusmam lazımdı, bir yudum su lazımdı. Ana caddede şuursuzca sağa sola koşturan kalabalığa karışıp çarşıya varmıştık. Bir kahveye girdik. Kâğıt oynayanlar vardı, iki su söyledik. TV patlamadan bahsediyor, ‘En az on ölü’ diyordu. Soğuk bir dalga daha yayıldı bedenime. Ölüm olmuş olabileceği hiç aklıma gelmemiş o ana kadar. Hissedebildiğim sadece çaresizliğimiz oldu.

 

'Devletti işte'

 

Herkes patlamadan bahsediyordu haliyle. Kahvede konuşulanlar bir uğultu gibi şimdi, pek bir şey anımsamıyorum. O sırada içeri giren bir kişi ‘Kalabalık yerlerde bulunmamalı’ dedi. Kahveci hak verdi. Masalar bozuldu. Koca salon hızla boşaldı. Yanımıza gelen bir arkadaş ‘Kobane’de de bir patlama oldu. Ansızın, nerede, ne olacağı belli olmaz. Buralıya benzemiyorsunuz. Gidecek yeriniz yoksa buyurun evimize gelin’ dedi. Hakikaten dükkân kepenkleri iniyordu, sokak ıssızlaşıyordu, siren sesleri vardı.

Aldığımız koşulsuz davete icabet ettik ve bu güzel ailenin bir ara sokaktaki mütevazı evine giriverdik. Eksik olmasınlar, iki çocuk, dört kadın, dört de genç erkek vardı evde. ‘Hocam söyle biz ne ettik?’ diye bize sordukları soruya yine kendileri ‘Ortada bıraktıkları Kobanelilere kapımızı açtığımız için mi geliyor hepsi başımıza?’ yahut ‘Kobane’de yapamadıklarının intikamı mı bu şimdi?’ gibi yanıtlar arıyorlardı. Kürtçe sohbetlerinden tercüme ettikleri üzere ‘Biz savaştan bıkmışız, savaş bizden gitmemiş’ diyordu nene. Yıllarca AKP’ye oy vermişler. ‘Bu son seçimde hiç oy çıkmamış Suruç’tan. Onun cezasını kesiyorlar muhakkak’ diyordu dede ‘devlet işte!’

 

'Verecek canımız yok'

 

Antep dolmuşuna bindik. Herkes suskun, tedirgindi. Polis çevirmesi filan olur çıkışta diye bekledim, yoktu. Yan kasaba Eligör’de üç ergen genç aracı durdurdu. ‘Çantalarınıza bakacağız’ dediler. ‘Hayırdır, neden ki?’ diye sormuş bulundum. ‘İhbar aldık yeni saldırı olabilirmiş’ yanıtını aldım. Ayarımı aldım. Hak da verdim. Gösterdim çantamı. Teşekkür etti gençler. Hatta özür dilediler beklettikleri için ve bir de açıklama yaptılar ‘Daha fazla verecek canımız yok!’ diye.

Artık ayrılıyorduk, arkadaşım, ben ve geride bıraktığımız mekânın bedenlerimize işlenmiş kadim acısı. Acı da acıymış ha! Acı varmış. Ölüm varmış. Bilemedik. Daha evvel bir defa ölmüştüm de oysa. Doğduğum şehir bir depremde yıkıldıktan, büyüdüğüm evi kaybedip onca cansız bedene dokunduktan sonra ömrümün aslında bittiğini ama uzatmalarımı yaşadığımı düşünürdüm. Meğer hep yeniden ölünebiliyormuş. Bunu bilmeyecek ne varmış? Kürt olan zaten bilirmiş. Ölüm varmış. Bir daha, bir daha öğrendik vesselam.


Bu yazı Birgün'de yayımlanmıştır.