09 Mayıs 2016 13:14
İsveç Akademisi Nobel Edebiyat Komitesi Başkanı Per Wastberg, ödül verme süreciyle ilgili olarak, "Her yıl Nobel Ödülü için genelde 1 Şubat itibariyle 220 adayımız oluyor. Biz komite olarak iki ayda bunu 25’e indiriyoruz. Ödülle ilgili hiçbir konuyu e-postalar aracılığıyla konuşmuyoruz. Telefonda hiç konuşmuyoruz. Toplantı yaptığımız odalara cep telefonlarının alınması yasak" dedi. "Toplamda 15 dile hâkimiz. Hepimiz İngilizce, Almanca, Fransızcayı çok iyi konuşuyoruz. Arapça konuşanımız da var. Eğer bizim konuştuğumuz dillere çevrilmemiş bir eser dikkatimizi çektiyse tercüme talep ediyoruz" diyen Wastberg, "Ne yazık ki benim komite başkanlığı yaptığım 19 yıl içinde nadir rastlanan dillerden çevirttiğimiz hiçbir eser son 5’e kalamadı" ifadesini kullandı.
Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'e konuşan Per Wastberg'in açıklamaları şöyle:
- Ödül süreci teknik olarak nasıl işliyor, nasıl bir takviminiz var?
Her yıl Nobel Ödülü için genelde 1 Şubat itibariyle 220 adayımız oluyor. Biz komite olarak iki ayda bunu 25’e indiriyoruz. Sonra da benim Akademi’ye bu 25 adayla ilgili detaylı ders vermem gerekiyor. Üç haftalık bir çalışmanın sonunda Akademi en son aşamaya kalan 5 adaya karar veriyor. Bizim için o son 5 adayın hepsi ödülü almaya hak etmiş eserlerdir. Hepsi eşit düzeyde bir edebi değere sahiptir. Biz 5 komite üyesi olarak bütün yaz 5 aday üzerinde çalışıyoruz ve hepimiz her bir aday üzerine birer makale yazıyoruz. Yazma aşamasında kimse birbiriyle konuşmuyor. Herkes bağımsız olarak görüşlerini kâğıda döküyor. Eylül ayı itibariyle masada 25 adet makale oluyor. Üç hafta boyunca makalelerimiz üzerinden finalistleri tartışıyoruz.
- Son 5 listesinin sırrı nedir?
Son 5 önemli bir liste. Zira bazı adaylar senelerce üst üste son 5’e girmelerine rağmen ödülü alamamış olabiliyor. Ya da daha önce son 5’te olup alamamış olan bir aday birkaç sene sonra alabiliyor. Son 5’e iki kez girememiş aday Nobel’i alamaz.
- Eleme sürecinin en stresli tarafı nedir?
Eleme süreçlerinde son derece kapalı davranmamız ve gizemi korumamız şart. Ödülle ilgili hiçbir konuyu e-postalar aracılığıyla konuşmuyoruz. Telefonda hiç konuşmuyoruz. Toplantı yaptığımız odalara cep telefonlarının alınması yasak. Toplantılar sırasında genelde bütün perdeler sıkı sıkı kapalı olur.
Eğer o sona kalan 5 kişilik listeyle ilgili sırrı koruyamazsak bazı adaylarda beklentiler yükselir, sonra da seneler geçip de alamazlarsa büyük hüsran olur. Tabii bunun da ötesinde biz kararımızın bütün dünya için sürpriz olmasına özen gösteriyoruz. Yani işin püf noktası tam da burası. Mesela iki sene önce Fransız yazar Patrick Modiano’ya vererek bütün dünyayı şaşırttık. Biliyorsunuz, Modiano soykırım sonrasında Yahudilik ve yitirilen kimlik temalarını işleyen bir yazar.
- Akademi’de toplam 18 kişi olsanız da asıl belirleyici olan sizin 5 kişilik komitenin çalışması. Komitenin nasıl bir dinamiği var?
Bir nevi bohem hayatı yaşadığımız söylenebilir çünkü kimseyle temas etmiyoruz. Ormana bayıra çıkıp birilerinden öneri almıyoruz. (Gülüyor) Toplamda 15 dile hâkimiz. Hepimiz İngilizce, Almanca, Fransızcayı çok iyi konuşuyoruz. Arapça konuşanımız da var. Eğer bizim konuştuğumuz dillere çevrilmemiş bir eser dikkatimizi çektiyse tercüme talep ediyoruz. Ne yazık ki benim komite başkanlığı yaptığım 19 yıl içinde nadir rastlanan dillerden çevirttiğimiz hiçbir eser son 5’e kalamadı.
- Bu aslında çok şaşırtıcı değil. İyi bir çeviri değilse otantik edebi dil çeviri sırasında kaybolmuş olamaz mı? Yani size sorum şu; komite olarak iyi edebiyatın tercümede kaybolmasından kaygı duyuyor musunuz?
Bu kaygı her daim var elbette. Ama şunu da söylemek mümkün; bazı yazarlar da tercüme sayesinde kazanıyor. Dolayısıyla iyi tercüman seçmek yazarlar için hayati bir konu. Mesela Orhan Pamuk’un kitaplarının İsveççe çevirmeni harikuladedir. Doğrudan Türkçeden İsveççeye çevirir. Pamuk’un İngilizce çevirmeni de çok çok iyi.
- Nobel almanın kriterleri nedir, bir formülü var mı bu işin?
Bu işin janrla ilgisi yok mesela. Özgünlük, bütünlük ve nitelikli dil sanırım en önemli unsurlar. Ama kriterler budur demek ya da bir formülden bahsetmek imkânsız. Edebiyat da aynı doğabilimleri gibi insanlığa hizmet eder ama doğabilimleri gibi objektif kriterlerle tanımlanabilecek bir alan değil. Dolayısıyla da neden o kişinin eserini seçtiğimizi açıklamak çok kolay değil.
- Akademi bu sene hiç âdeti olmayan bir şey yaparak bir yazarla ilgili bir açıklama yayınladı. Salman Rushdie hakkında İran’daki ölüm fetvasına karşı çok sert bir tutum aldınız.
Haklısınız, normalde ödülü ilan etmek dışında böyle bir teamülümüz yok. Ancak mart ayında Salman Rushdie hakkında İran’daki yayınlanan fetvayla ilgili bir tavır almayı zorunluluk olarak gördük. Biliyorsunuz, Ayetullah Humeyni’nin ta 1989 yılında Rushdie’nin ‘Şeytan Ayetleri’ kitabı üzerine öldürülmesi için yayınlamıştı o fetvayı. ABD ile nükleer anlaşmaya rağmen bu sene İran’daki devlet destekli medya kuruluşları Rushdie’nin başına 600 bin dolar koydu. Bize göre İran Batı’yla normalizasyona gittiği bir dönemde böyle bir adım atarak ortamı yine geriyor. Rushdie’nin öldürülmesi için fetva vermek, bir de bunun üzerine başına 600 bin dolar ödül koymak İran’ın barışmaya çalıştığı uluslararası sistem ve hukukun açık ihlalidir. Hem medeni iletişim yöntemlerine hem de normalizasyon çabalarına büyük bir tezat teşkil ediyor.
- Rushdie için yaptığınız açıklamada ölüm fetvasının geri çekilmesini talep ettiniz ve devlet destekli medyanın bir yazara karşı şiddet çağrısı yapmasını kınadınız. Açıklamanız temel insan haklarının evrensel çerçevesi içinde olsa da bir devlete çağrı yapıyorsunuz. Bu son derece politik bir tutum değil mi?
Öyle ama aynı zamanda doğrudan bizim alanımıza bir müdahale. Zira bir edebi eser yüzünden ölüm fetvası yayınlamak ifade özgürlüğünün vahim bir biçimde ihlalidir. Edebiyatın siyasi kontrol ve baskıdan azade tutulması medeniyet için hayati önemdedir. Edebiyatın sansürcülere ve intikamcılara karşı hassasiyetle korunması gerekiyor. Biz sesimizi edebiyat için yükselttik. Akademi’nin geleneğinde bu olaydışında siyasi açıklama yapmak yoktur. Bu da tarihimizde tektir.
- Belki bu tür bir açıklamanın benzeri tarihinizde yok ama ödül verdiğiniz yazarların çoğunun politik bir duruşu var ve çoğu kez o görüşlerin sizin politik duruşunuza uygunluğuna da bakıyor olabilir misiniz?
Akademi’nin belirli bir ülkeye karşı politik bir tavır aldığını sanan liderler ya da hükümetler olmuştur tarihte. Ya da Akademi’nin İsveç hükümetinin bir kolu olduğunu sananlar... Mesela Aleksandr Solzhenitsyn’e ödül verildiği zaman Sovyet hükümeti bunu bu şekilde değerlendirmiştir. İsveç hükümetinin bir işi olarak görmüşlerdir. Oysa Nobel Akademisi tamamen bağımsız bir kurum, devletten tek kuruş yardım almaz. Devletle hiçbir işimiz yok. İsveç hükümetinin politikaları bizi hiç ilgilendirmiyor. Beğenilerimiz ve kararlarımızda tamamen özgürüz.
- Çinli yazar Mo Yan’a 2012’de Nobel’i verdiğimizde de olay oldu. Mo Yan’ın ülkeyi yöneten Çin Komünist Partisi’ne üye olması çok eleştirildi.
Mo Yan Komünist Parti üyesi olmasına rağmen bana göre ülkesindeki en eleştirel yazarların başında geliyor. Taşkın ve epik bir dili var. Çin’deki bürokrasiyi şiddetle eleştiriyor. Biz ödülü edebiyata veriyoruz. Ödülü ona verdik diye Akademi’yi sansürcü Çin hükümetiyle bir tutmak saçmalık.
- Ödülü almasını gönülden istediğiniz ama alamayan yazarlar oldu mu?
Kendi dönemimle ilgili konuşamam. Ama Akademi’nin geçmişteki kararları üzerinden şunu söyleyebilirim; Vladimir Nabokov ve Jorge Luis Borges’in Nobel alamamış olmasından şahsen büyük üzüntü duyuyorum.
- Orhan Pamuk ödül almadan önceki sene İsviçre’de yayımlanan Das Magazin adlı dergiye ‘Bu topraklarda bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü ve benden başka kimse bunu söylemeye cesaret edemiyor’ şeklinde bir demeç vermişti. Türkiye’de azımsanamayacak bir kitle Akademi’nin kalbini kazananın bu politik demeç olduğunu düşünüyor. Akademi olarak listeye aldığınız yazarların politik demeçlerini ya da medya faaliyetlerini takip eder misiniz?
Elimizden geldiğinde her şeyi takip etmeye çalışıyoruz elbette. Yazarlarla ilgili olup bitene gözümüzü kapatıyor değiliz. Ama Orhan Pamuk özelinde şunu söylemem şart. Pamuk zaten ödülü almadan önce uzun süre takibimizde olan bir yazardı. Ödülü almadan önceki senelerde iki kere son 5’e kaldı. Zaten daha önce de söyledim, iki kere son 5’e kalmayan yazar ödülü alamıyor. Yanlış hatırlamıyorsam Kürtlerle ve Ermenilerle ilgili bahsettiğiniz demeci ödülü kazanmadan bir sene önce vermişti. Yani o demeci verdiğinde çoktan bizim listemizdeydi. Er ya da geç ödülü alacaktı. Ödül aldıktan sonra demeci daha politik bir hal almış olabilir ama bunun bizimle ilgisi yok. Ama kendisi bizim Akademi olarak çok takdir ettiğimiz bir yazardır.
- Türkiye’den Yaşar Kemal dışında son 5’e kalmış ama ödülü alamamış olan bir yazar var mı?
Bu bilgileri kamuoyuyla paylaşmam yasak. Ancak şu an hayatta olmayan yazarlarla ilgili konuşabilirim. Yaşar Kemal’in defalarca tartışıldığını söyleyebilirim. Son 5’e de girmiştir ama ödülü alamamıştır. Nâzım Hikmet üzerinde tartışılan bir yazardır. Ama tabii ikisi de benim dönemimden önceki süreçte tartışılmış. Ben Yaşar Kemal ile İsveç’te yaşadığı dönemde tanıştım, bir hukukumuz oldu.
- Şu anda Türkiye’den ilgilendiğiniz ya da listenize aldığınız bir yazar olup olmadığına dair ufak bir tüyo verseniz...
Kesinlikle konuşamam!
- Akademi’deki görevinizden önce uzun yıllar insan hakları aktivisti olarak pek çok davanın ön saflarındaydınız. Türkiye’deki Kürtlerin haklarıyla ilgili pek çok kampanyaya katıldınız. Türk hükümetlerini silah bırakmaya davet eden pek çok mektupta imzanız var. Son olarak Türkiye’deki akademisyenlerin çağrısına da yine imza attınız. Bugün işler dışardan nasıl görünüyor?
Öncelikle şunu belirtmek isterim; o bildiriye imza koyan akademisyenlerin başına gelenlerden haberdarım. Son derece haklı oldukları bir davada onlara destek olacak her imzayı atmaya, her desteği vermeye hazırım.
Türkiye’nin güneydoğusundaki Kürtler bir kez daha korkunç muamelelere maruz kaldılar. Kürtler Irak’ta ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşıyor, Türkiye’de ise Erdoğan’ın ordusu Kürtlere karşı. Türkiye’nin medeniyet karşıtı IŞİD’e karşı ortak mücadeleye destek yerine Kürtlere baskı yoluna gitmesi felaket. İdeal durum Kürtlerin ve bölgedeki herkesin IŞİD’e karşı mücadelede Türkiye’yi arkasına alması, Türkiye’yi üs olarak kullanması bana göre.
Yılda 300 kitap okuyorum. Bunun günlük ortalaması 6 saat okuma. Her gün bir kitap bitiriyorum denebilir. Okurken klasik müzik dinlerim. Thomas Mann ve Marcel Proust tüm zamanlar içinde en sevdiğim yazarlar.
Okumak meşakkatli bir iş. Spora gitmek ya da futbol oynamak yerine hep okudum.
Okumak çok fazla zaman ve enerji alan bir uğraş. Benim yaptığım işi yapabilmeniz için takıntılı bir okuyucu olmanız şart. Okumam gereken edebiyat kitapları nedeniyle günlük meseleleri istediğim kadar takip edemiyorum. Mesela oturup da İskandinavya’da suç oranının neden yükseldiğine dair detaylı okuma yapacak vaktim yok maalesef.
Türkiye’de yakın bir dostum var; Zülfü Livaneli. En son 2014 yazında gelip 10 gün kadar onun Bodrum’daki evinde kaldım. 2013’te Gezi protestoları sırasında da yine Zülfü’yle beraber İstanbul’daydım. Parkta kendisinin şarkıları çalıp söyleniyordu.
© Tüm hakları saklıdır.