Gazeteci Ayşe Arman’a konuşan popüler müziğin ‘özgür kızı’ Nil Karaibrahimgil, Koronavirüs salgını döneminde kozasına çekildiğini belirterek, “ Günlerin karışması, zamanın biçim değiştirmesi bana çok iyi geldi” dedi
Doğada yaşamaktan mutluğu olduğunu ifade eden Karaibrahimgil'in Ayşe Arman’ın sorularına yanıtları şöyle:
Çim, toprak kokusu, çıplak ayak gezinmek, doğa, hayvanlar… Sincaplar, kuzular, tavuklar… Ruhunu nasıl besliyor?
Ankara’da büyüdüm ben. Çiçeğe, polene alerjim var normalde. Güneşe çıkamam çok beyazım ve ormanlar ağaçlar beni hep korkutur, kaşındırır… Dı… Kampa hiç gitmedim mesela ben. Doğada büyümedim yani. Sonra tanıştım bunlarla… Ve bana, ne kadar iyi geldiğini gördüm! Şehir, arabaya binip gidebileceğin yer olmalı. Bisiklet daha ideal tabii… Şehir, yaşaması zor bir yer. Kendini, sürekli seninle şarj ediyormuş gibi. Karnından, enerjini çekiyor. Doğa ise tam tersi, “Bana bağlan, seni şarj ederim!” diyor.
Oğlun, “Benim annem, babam çiftçi” zanneder mi büyüyene kadar? Böyle bir ihtimal var mı? Şarkı söyleyen bir çiftçi olduğunu düşünür mü?
(Gülüyor) Valla düşünebilir, ne güzel olur düşünse! Zaten Serdar, “Oğlumuzu okula yollamayalım, çiftçi olsun, toprakla- hayvanla uğraşsın!” diyor. Bakalım kendisi bunu ister mi göreceğiz…
Kendi domatesinizi, biberinizi mi yetiştirip, yiyorsunuz?
Evet, elimizden geldiğince kendi yetiştirdiğimiz şeyleri yemeye çalışıyoruz. Arkadaşlarımıza, komşularımıza da dağıtıyoruz… Ağaçlarla ve sessizlikle kuşatılmanın, bana bu kadar iyi geleceğini hiç tahmin etmezdim. Yiyecek konusu zaten çok tartışmalı. Her şey ilaçlı, hormonlu ve antibiyotikli. Böcek ilacı yiyoruz çoğu zaman. Bunu öğrendiğimde, kendi tohumumuzla, toprağımızla uğraşmanın zaten bir gereklilik olduğunu düşündüm. Bence Güneş’in ve toprağın zamanıyla yaşamak bedene iyi gelen.
Bu hayali ne kadar önce kurdunuz ve gerçekleştirdiniz?
İstanbul’un ortasındaydı evimiz. Önce sadece hafta sonları gelip gitmeye başladık orman evimize. Sonra o kalmalar uzadı. Bavullar, oradan oraya taşınır oldu. O zamanlar serayı yapmaya, ekip dikmeye başlamıştık. Sonra tümden taşındık…
Peki, şehir temposunu özlediğin olmuyor mu?
Yok ya! Yorucu bir şey o! Sabah, koşarak evden çıkıyorsun, sonra, “Eve ne zaman döneceğim?” diyerek kendini oradan oraya atıyorsun. İşe güce, arkadaşlara, AVM’lere… Yorgun eve gelip, yemek yiyip televizyonda bir şey izleyerek biraz sakinleşmeye çalışıyorsun, sonra ertesi sabah aynı şey… Bence Corona, herkese mesleğini ve yaptığı işi yapma şeklini de sorgulatacak. Bir sürü insan evinde, çocuğunun yanında, gömleğinin altına eşofman çekerek de işlerini hallediyorsa, “Neden taa İkitelli’ye gidiyorum, üç saat trafikte geçirerek?” diyecek. Bunu sorgulayan çok arkadaşım var. Ben kendi işimde bile sorguladım. Eve, mikrofon ve kayıt sistemi kurdum. Stüdyomla buradan da çalışabilirmişim. İşe git- geller, spora git- geller günü yiyip bitiriyormuş meğer.