T24 - Odatv davasında 375 gün sonra serbest kalan Nedim Şener, “Yazarak da yatarak da gazetecilik yapılabiliyormuş. Hapiste yatarak gazetecilik yapabiliyorsun çünkü bir gerçeğe bir sıkıntıya işaret ediyorsun. Dışarıda olsaydım bunu yazarak dile getirirdim. Ama yatarak da o ihlallerin varlığını bir şekilde anlatabildiğimizi düşünüyorum” dedi
Nedim Şener'in Milliyet gazetesinden Gürkan Akgüneş'le söyleşisi şöyle: Silivri Cezaevi’nde geçirdiği bir yılın ardından çok sevdiği eşi ve kızına kavuşan Nedim Şener’le görüşmek için Bakırköy’deki evindeyiz. Apartman Nedim Şener’in gözaltına alındığı günkü gibi Türk bayraklarıyla süslü. Konu komşu tahliye sevincini pencerelerine bayrak asarak göstermiş. Bizi içeriye eşi Vecide Şener alıyor. Nedim Şener ise bir yandan meslektaşlarına röportaj veriyor bir yandan da konukları karşılayıp telefonları yanıtlıyor. Yüzlerdeki sevinçle birlikte ilk göze çarpan cezaevinde kaybettiği kilolar oluyor. Vecide Şener, “Ona iyi bakmam gerekiyor çünkü çok zayıfladı” diyor.
Kutudaki civciv gibi
Cezaevini mukavva bir kutuya benzeten Nedim Şener, “Kutuya konmuş civciv gibisiniz. Zaten şaşkınlığınız da ona benziyor, oraya ait hissetmiyorsunuz kendinizi. Havada 40 metrekarelik bir açıklık var. Ne güneşin doğduğunu ne de battığını görebiliyorsunuz. Bir böcek düşerse, düştüğü an ölüyor. Ben kurtarmaya çalışıyorum, sineği atmaya çalışıyorum. Mümkün değil çıkamıyor. Serçeler düşüyor, onları zar zor atıyoruz” dedi.
2 bin kilometre yürüdüm
Tabi oradaki yaşanmışlıkları da anlatıyor. Havalandırmada her gün daireler çizerek 7-8 kilometre yürüdüğünü ve cezaevi sürecinde toplam 2 bin kilometre yol katettiğini söyleyen Şener, volta atmadan yürümesinin öyküsünü de şöyle anlatıyor:
“Herkes ileri geri yürürken ben yuvarlak çizerek kesintisiz yürüyordum. Kesinti olduğu zaman volta hissi oluyor ve cezaevinde olduğunuz aklınıza geliyor. Ben ise kesintisiz ve aklım dışarıda yürüyordum. Onlar beni tutuklu sanıyorlardı ama ben yürüyerek Türkiye’yi dolaşıyordum.”
Sıkıntılı günlerin geride kalmasıyla Şener’in yüzüne yansıyan sevinç kızı Defne Vecide’nin yaşadıkları gündeme gelince gölgeleniyor. Kızından bahsederken gözleri dolan Şener, “Böyle bir komplonun sadece beni değil ailemi de hedef almasına kızıyorum. Kolay mı? Terörist suçlaması ne demek?” diye soruyor. Hem kızının hem de kendisinin bir kitap yazdığını anlatan Şener, yaşadıklarının bir kabus olduğunu ancak artık uyandığını söylüyor. Nedim Şener sorulamızı şöyle yanıtladı:
375 gün içeride nasıl geçti?
- Betonun içine gömülüyorsun. Sağın solun her tarafın beton. Toprak yok ağaç yok. Bir mandalinayla birlikte yeşil yaprak geliyor onu asıyorsun. Ya da portakal kabuğunu eline sıkıyorsun ki koku olsun diye. Koku yok. Yaşamla ilgili bütün duyuların ölüyor. Gözün bile zayıflıyor. Uzağı göremez hale geliyorsun.
Oldukça da kilo kaybetmişsin...
Her yürüyen kişi benim kadar kilo vermeyebilir ama. İçsel bir durum bu. Hiçbir şey istemiyor canın. Vücut reddetmek istiyor. Tepkisel bir durum. En fazla salata yiyorsun ki denge olsun diye. Onu da hayata seni bağlayan ailen ve çocuğun için yapıyorsun. Yoksa sistem, adalet ve hukuka inancın kayboluyor.
11. duruşmada serbest kaldın. Duruşma öncesi tahliye umudun var mıydı?
- Tahliye olma umudum hep vardı. “İddianame çıktığı zaman da bırakırlar, iddianame çıktıktan sonraki süreçte de bırakırlar, mahkememiz belli olunca bırakabilirler” diye hep bir umudum vardı. Çünkü suçsuzluğumuz nasıl olsa günün birinde anlaşılacak diye düşünüyorduk. Bunu anlayacak gözler iddianameyi okuduğu zaman bu kanaate varacak diye bir umudum vardı. İlk girdiğim günden beri bir hata var bu düzelecek diye bekledim. O umutla hep çıktım. Ahmet’e göre biraz daha iyimserdim. “İçinde senin Polyanna var” diyordu. Umutlu olma isteği ayakta kalabilmek içindi vardı.
Umudun kırıldığı anlar oldu mu?
- Siyasetçiler gazeteci hakkında yargı belirttiği zaman bir imtinaya kapılıyorsun. O anlarda yargının etkileneceği endişesine kapılıyorsun. Bütün bu sürecin yaşanması lazımmış. Ne olursa olsun bu bedel ödenmeden bu Türkiye’de artık gazetecilerin hapiste olduğu gerçeği anlaşılamayacakmış.
Sayısı konusunda mutabık değiliz. Orada da bir çözüm bulunacak. Göreceksiniz ben inanıyorum, KCK konusunda diğer örgütlü suçlamalar konusunda bir sürü meslektaşımız yasal düzenlemelerle kurtulacak. Bir sürü dava düşecek bu konuda. Hükümeti destekliyormuş gibi bir algı oluşmasını istemem ama Adalet Bakanlığı’nın bu konudaki çalışmalarını önemsiyorum. Çünkü AİHM kriterlerini dikkate almaya başladılar.
Peki cezaevindeki gazetecilere yönelik siyasilerin “tecavüzcü ve katil” açıklamaları...
- Kişi kendine yakışan örneği verir. Biz gazeteci olarak o tür suçlamayla hakkında işlem yapılıp tutuklanmış bir gazeteciyi ve onun gazetesini asla yargılamadık. Hiçbir gazeteci bunun üzerine birşey bina etmedi. Ama siyasetçiler onu infaz edebiliyorlar. Bunu “Türkiye’de basın özgürlüğü yoktur, tacavüzcüler vardır’”gibi bir algıyla kendini savunmaya çalışıyor. Oysa buna gerek yok ki. Yok diyerek bunu yok edemiyorsun ki. Aksine sen öyle savunduğun için varlığı ortaya çıkıyor.
Önemli olan o yanlıştan dönmektir. Yazarak da yatarak da gazetecilik yapılabiliyormuş onu gördüm ben. Hapiste yatarak gazetecilik yapabiliyorsun çünkü bir gerçeğe bir sıkıntıya işaret ediyorsun. Dışarıda olsaydım bunu yazarak dile getirirdim. Ama yatarak da o ihlallerin varlığını bir şekilde anlatabildiğimizi düşünüyorum. Ama bu bizim sayemizde değil. Dünya ve Türkiye vicdanlı insanlarla dolu. Bu kavga gürültüden geriye vicdan kalacak ve sorunu o çözecek.
‘Babam terörist mi?’
En çok sıkıntıyı da kızınızın bunu anlayamaması düşüncesi yaşattı sanırım...
- Şükür o herkesten önce anladı ama sorular sorarak anladı. İddianameyi annesi okurken “Benim babam terörist mi” diye soruyor. Terörist diye telvizyondan baktığımız zaman çatışan, elinde silahlı insan öldüren insanlar görüyoruz. Öyleyse “Ben babamı desteklemem” diyor annesine. Benim kızım onu da seçebiliyor. Ama öyle olmadığını, babasının öyle bir insan olmadığını görerek terörist olmadığı sonucunu çıkarabiliyor. Ben aynı duyarlılığı savcılardan da beklerdim.
Psikolojisinde bir değişiklik oldu mu?
- Tabi çocuk çok etkileniyor. Kitap konusunda hassas. İnsan hakları ve Hrant Dink konusunda hassas. İyi polis, kötü polis ayrımı yapabiliyor. Çünkü eskiden polislerin hepsi iyiydi ama artık kötü polisler olduğunu da biliyor.
‘Yiğit çocuk’
“Ahmet çok temiz çok namuslu. Elinde dinamit lokumu görsem ‘Bu adam balık avlamaya gidiyor’ derim. Tertemiz, yiğit bir çocuk.”