CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, cezaevinde geçen 4 yıllık süreyi spor yaparak geçirdiğini ifade ederek, “Koşu insanı hayata bağlayan, diri tutan başlıca unsurlardan biridir. Ve benim koşu tanımım şu, ‘Koşmak bedenin kitap okumasıdır’. Nasıl insan kitap okudukça beyni gelişir, aydınlanırsa koşarken de aynı şeyi kaslar yaşar. Koştuktan sonra kendimi daha diri daha hayata ait hissediyorum” dedi.
Milliyet gazetesinden Ünal Çam, Ergenekon davasında darbeye teşebbüs suçlamasından 34 yıl 8 ay hapis cezası alan, Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararının ardından tahliye edilen CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay ile görüştü.
Mustafa Balbay'ın Ünal Çam'ın sorularına verdiği cevaplar şöyle:
Hasreti karşılıklı büyüttük
Cezaevinde çaresini bulamadığım, zaten bulunmayacağını da düşündüğüm tek hasret aile hasreti. O hasreti çözsen nasıl çözeceksin ki özleme, yok say onları, bu mümkün değil. O zaman diyorsun ki bırak bu yaran açık kalsın. O hasret de böyle bir şeydi. Bir yanı da şu sorumluluğu yüklüyor insana: Arkadaş burada sağlam durmalısın, sağlam çıkmalısın ki ailen de seni sağlam bulmalı. Bu da hayata bağlıyordu insanı. Güne başlarken yatağımın karşısında karımla benim fotoğrafım vardı. Bir de Yağmur’la Deniz’in. Onlara, ‘Günaydın’ der kalkardım. Yatarken, ‘Hadi yatıyoruz’ der yatardım. Biraz da karşılıklıydı bu duygular. Yağmur da ilk yıllarda, annesi ‘Hadi yat, baban da yatmıştır’ dediğinde yatağının karşısında duran fotoğrafımı gösterip, ‘Hayır babam daha yatmadı’ diyormuş. Gece yattığında fotoğrafımı yan yatırıyorlarmış. Hasreti karşılıklı büyüttük. Ama sevgiyi de karşılıklı büyüttük. Benim ailem Türkiye’nin önünde büyüdü. Ben böyle olmasını istemezdim ama bu acıları, hasreti binlerce kişinin de çektiğini bilsin Türkiye.
19 Mayıs Maratonu’na hazırlanıyorum
Havalandırmada koşarken bir kenara kağıt kalem koyardım. Koşarken aklıma gelenleri not ederdim o kağıda. Oturduğum zaman o yazdıklarımı kontrol ederdim neler düşünmüşüm, neler yazmışım diye. ‘Balbay, bu çok ileri laflar’ derdim kendi kendime. Anladım ki insan bedeni ile koşarken beyni de koşuyor. Koşu disiplinini cezaevinde de hiç bozmadım. Zaten üniversite yıllarında ben atletizm takımındaydım 5 bin, 10 bin metre koşuyordum. 45 yaşından sonra azaltmıştım koşmayı, haftada 3 gün anca koşuyordum. 49’umda cezaevine girdim o zaman bedenime sadece bir gün izin verip haftanın 6 günü en az 1 saat olmak üzere koşuyordum. Dakikada 170 adım atıyordum kabaca bir hesapla bir saatte ortalama 10 kilometre koşuyordum. Mehmet Terzi’nin ilk üçe girdiği yarışlarda ilk ben ilk ona girerdim. Koşudan sonra kendimi iyi hissettiğimde, ‘Balbay, doğal ömrünü 10 yıl uzattın’ diyordum. 36 yaşıma kadar toplam 8 defa Samsun Maratonu’nu koştum. Şimdi 19 Mayıs Maratonu’nu koşacağım tekrar. Ahdım vardı içeride çürümenin, yıpranmanın aksine, bedenimi diri tutacaktım. Kendimi 19 Mayıs Maratonu’nu koşacak kadar gençleştirdiğimi hissediyorum.
‘Cezaevi kebabı’
Çok büyük maharet istemez belki ama çok iyi haşlama yapmayı öğrendim. Çay yaptığımız semaverin bizim için 6 işlevi vardı. Sabah spordan sonra onda su ısıtıp duş alıyordum, sonra semaverde su ısıtıp çay yapıyordum. Akşam olunca da o semaverin içine havuç, domates ve yeşil biber haşlıyordum. Domatesi 25 dakikada çıkarmak lazım, yeşil biberi de 30 dakikada çıkarmak lazım havucu ise 45 dakikada çıkarmak lazım. Bir doktora, ‘En sağlıklı diyet nedir’ diye sorsalar, böyle bir şey önerir herhalde. Haşlanmış, hiçbir şey katılmamış, bazen de üzerinde hafif bir yağ gezdiriyordum. Bazı günlerde buna ‘Cezaevi Kebap’ diyordum. Son dönemde ‘Sincan Kebap’ demeye başladım. Bu haşlamaların üzerine bir tane de ton balığı döküyordum. Bazen de bu haşlamayı yaparken içine bütün limon atıyordum. Limon, kebaba hem güzel bir tat veriyor hemde onu daha sonra yiyebiliyorsunuz.
Cezaevinde suç teknikleri geliştiriliyor
İlk girişimi sayarsak, 10 gün Metris, iki yıl 4 No’lu Cezaevi, iki yıl 1 No’lu Silivri Cezaevi’nde, son dört ay da 1 No’lu Sincan Cezaevi’nde kaldım. Cezaevine giren insan af çıkacak mı çıkmayacak mı, cezası ne zaman bitecek onların gözleminde. İnsanlar bilsinler ki, cezaevine attığınız insanı bir süre suç işlemekten uzaklaştırmış oluyorsunuz. Cezaevlerinde insanları suçtan uzaklaştırmak için çok az şeyler yapılıyor. İskandinav ülkelerinde yapılan bir araştırmada, cezaevinden çıkan bir insanın tekrar cezaevine dönme olasılığı yüzde 20 civarlarında.
Biz de ise bu suçlara göre yüzde 60’lara kadar çıkıyor. Çünkü sen içeride sen o insanlara hiçbir şey vermiyorsun. Bütün suç grubundaki insanlar bir arada tutuluyor, böylece onları rehabilite ettiğini sanıyorsun. Ama onlar orada suç tekniklerini geliştiriyor. Birbirlerini hırsızlık, uyuşturucu ticareti hakkında bilgiler veriyor. Buna birebir tanık oldum. Ben bu konuyu çözeceğim demiyorum ama Meclis’in gündemine getireceğim.
Leylek gibi koşmaya başladım
Koşu insanı hayata bağlayan, diri tutan başlıca unsurlardan biridir. Ve benim koşu tanımım şu, ‘Koşmak bedenin kitap okumasıdır’. Nasıl insan kitap okudukça beyni gelişir, aydınlanırsa koşarken de aynı şeyi kaslar yaşar. Koştuktan sonra kendimi daha diri daha hayata ait hissediyorum. Cezaevinde de spora devam ettim. Boyu 14 adım eni 5 adım olan bir havalandırma boşluğu vardı. Her taraf beton ama, çıkar çıkmaz aile hasretinden sonra ilk yapacağım şey duvarsız bir yerde koşmak diyordum. Cezaevinde başlangıçta koşamadım. Havalandırma 5 adıma 14 adım ama koşarken 11 adıma 4 adıma düşüyor. Kısa mesafede dönüşlerde eklem yerlerimde sorun olmaya başladı. Doktora gittim doktor bana ‘ayaklarını havada çevireceksin’ dedi. Leylek gibi koşmaya başladım.