Politika

Murat Belge: Erdoğan faşist ideolojinin en şaşmaz belirtilerini gösteriyor

"Erdoğan, muhalefetin söylediği gibi, 'devlet imkânları'nı, pervasızca kullanarak bir kampanya yürüttü"

05 Ağustos 2014 16:14

Taraf gazetesi yazarı Murat Belge, Cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan'ın Köşk yolundaki rakiplerinden üç dil bilen Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu'na yönelik, "Ne olmuş biliyorsa,” diyor, “tercüman mı arıyoruz?” eleştirisine ilişkin, "O taraklarda hiç bezi olmayan Erdoğan'ın entelektüel kazanımlarla (böyle, gizlenememiş bir haset sergileyerek) dalga geçmesi, faşist ideolojinin en şaşmaz belirtilerinden biridir" dedi.

Belge, Köşk yarışının adil olmadığı yönündeki tartışmalara ilişkin ise, " Erdoğan, muhalefetin söylediği gibi, “devlet imkânları”nı, pervasızca kullanarak bir kampanya yürüttü" yorumu yaptı.

Murat Belge’nin Taraf’ta "Seçime gelirken" başlığıyla yayımlanan (5 Ağustos 2014) yazısı şöyle:

Seçim sürecinde son haftaya girdik. Birkaç güne kadar bu bilmece de çözülecek.

Hep söyleniyor ya, ilk kez böyle bir durumla karşılaştık: Cumhurbaşkanı’nı halk kendisi seçiyor. “Yeni” olan durumun kaçınılmaz “acemilik”leri de olur. Bu iş tekrarlandıkça --tekrarlanırsa-- bundan sonra epey farklı biçimler alacağını tahmin ediyorum. Bu seferki bende “enerjik bir kampanya” izlenimi uyandırmadı. Ama bu “izlenimler”de kendime hiç güvenmiyorum, çünkü siyasetin yürüdüğü düzeylerden çok kopuk yaşıyorum.

Erdoğan, muhalefetin söylediği gibi, “devlet imkânları”nı, pervasızca kullanarak bir kampanya yürüttü. Ama partisi artık bu konularda yeterince deneyim kazandı ve “devlet imkânı” olmasa da mali güç zaten var. Erdoğan Gezi’den bu yana tavrını hiç değiştirmedi. Saldırgan, kırıcı bir dille konuşmaya devam etti.

Son cevherlerinden biri İhsanoğlu’na “üç dil biliyor” diye sataşması: “Ne olmuş biliyorsa,” diyor, “tercüman mı arıyoruz?” Kimse Cumhurbaşkanı olmanın ölçüsünü bilinen yabancı dil sayısına bağlamadı; ama üç dil biliyor diye adamı aşağılamanın da âlemi yok. Bu bir çalışmanın sonucu, edinilmiş bir meziyet. O taraklarda hiç bezi olmayan birilerinin entelektüel kazanımlarla (böyle, gizlenememiş bir haset sergileyerek) dalga geçmesi, faşist ideolojinin en şaşmaz belirtilerinden biridir.

“Monşer” edebiyatı, “İstiklâl Marşı” tartışması, kampanyanın içeriksel niteliğini yükseltecek şeyler değildi. Erdoğan’ın herhangi bir şekilde ve ne vesileyle olursa olsun, karşısında duran bir insana saldırma üslûbu, gizlemeye herhalde gerek duymadığı kin ve düşmanlık, olağanüstü boyutlara ulaşıyor.

“Monşer”miş, İslâm Konferansı’nda çalışırken yardım dilenmiş vb... Bunlar tartışmaya entelektüel boyut katan şeyler değil, ama aslında “mesaj”. Tayyip Erdoğan bütün bu konuşmalarıyla “nasıl bir Cumhurbaşkanı” olacağı, olmayı tasarladığı konusunda epey bir fikir verdi.

İhsanoğlu da verdi aslında. Söylediği söz, aynı zamanda topluma verdiği söz, kavgacı olmamaktı. Türkiye’nin kavgadan bıktığını, kavgacı ve müdahaleci bir Cumhurbaşkanı’nın bu toplumun ihtiyacı olmadığını anlattı. Ama sözle anlatmasının yanısıra, duruşu, sesinin tonu gibi, “vücut dili” tabir edilen jestleriyle de bunu tekrarladı, takviye etti.

Düşünce çizgisi genel olarak böyle oluşmuş yurttaşların İhsanoğlu’nun bu tavrını anlamış ve değerlendirmiş olacağını tahmin ediyorum. Ama burası Türkiye ve burada biz “seçim” ortamlarında böyle “sükûnet” manzaraları görmeye alışık değiliz. Kimilerine “İhsanoğlu’nun ağırbaşlılığı” olarak görünen bu tavır başka birçok kişinin gözünde “pısırıklık” olabilir. Sönük gelebilir, güven vermeyebilir.

Tabii burada belirleyici olanlar, şimdiye kadar çeşitli nedenler ve motivasyonlarla AKP’yi desteklemiş olanlar. Başta MÜSİAD’ıyla bu kesim, AKP’nin siyasette oynadığı rol sayesinde, daha önce hayalinden geçirmediği mevkilere geldi, imkânlara erişti. “Cumhurbaşkanı’mız fazla hırçın” gibi bir gerekçeyle Erdoğan’dan ve AKP’den desteğini çekmesi kısa vadede çok muhtemel görünmüyor. Bu kesimlerin dünyaya körü körüne bağıtlanmalar çerçevesinde baktığını sanmıyorum. Gidişle ilgili endişeleri mutlaka vardır. Ama bunların ciddi sonuç verecek ölçüde olgunlaşıp olgunlaşmadığını çıkaramıyorum.

Türkiye birçok bakımdan hâlâ bir “kapalı kutu”. Son yirmi yıldır ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Toplumsal dönüşümler --bunların gerçekten ciddi olanları-- genellikle toplum kabuğunun altında gerçekleşir; çıplak gözle görmesi kolay değildir. Bu siyasî seçimler, seçim sonuçları, kabuğun altında neler olduğuna dair bize bilgi veren (ne kadar yetersiz olsa da, sonuçta önemli bir bilgi) nirengi noktaları oluyor. Anket şirketleri çalışadursun, en kapsayıcı bilgiler burada.

Bir haftadan az zaman içinde yeni bir veri tabanı açılacak önümüzde.