Yarına Bakış yazarı Mümtaz'er Türköne, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Gezi Parkı'na o tarihi eseri, AKM'nin yerine dev opera binasını ve Taksim'e selâtin camisini yapacağız!" ifadesiyle ilgili olarak, "Taksim’e selatin camisi yapılması için, arsa, mimari proje ve para yeterli değil, bir de cumhuriyeti bırakıp saltanat usulüne geri dönmemiz lâzım" dedi.
"Cumhuriyet, Cumhurbaşkanı’nın Gezi Parkı’na Topçu Kışlası projesini yeniden gündeme getiren hamlesini 'Erdoğan’dan yeni tahrik' başlığı ile duyururken hata yapıyor" ifadesini kullanan Türköne, "Bu 'tahrik' değil, ancak askerî mantıkla açıklanacak taktik bir caydırıcılık hamlesi. Düdüklü tenceredeki basınç artıyor ve topluma savaş açanlar kriz çıkartıp, gerginliği kontrol altına alıyor" diye yazdı.
Mümtaz'er Türköne'nin, "Selatin camisinde namaz kıldıracak bir MHP’li aranıyor" başlığıyla yayımlanan (20 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Taksim’e selatin camisi yapılması için, arsa, mimari proje ve para yeterli değil, bir de cumhuriyeti bırakıp saltanat usulüne geri dönmemiz lâzım. “Selatin”, “sultan” kelimesinin çoğulu; “Selatin Camii” ise Osmanlı döneminde padişahlar tarafından yaptırılan camilere deniyor. Fatih Camii, İstanbul’da bu tür camilerin ilki; Süleymaniye, Sultanahmet, en sonuncularından biri Barbaros bulvarının kenarında, Yıldız Sarayı’nın önündeki Hamidiye Camii, bu tür camilerden. Farkı ne diyeceksiniz? Meselâ bu camilerde mutlaka, padişahın namaz kılması için “hünkâr mahfili” denen özel bir bölüm bulunuyor. Bu camilerin şartı, yapımında kamu kaynaklarından tek kuruş harcanmaması. Demek ki sadece saltanat usulüne dönülmesi de yetmiyor, Taksim’e yapılacak caminin bütün masraflarının taht kime müyesser olacak ise o kişi tarafından karşılanması gerekiyor.
Çok eski zamanlara geri dönüş cami gibi kutsal mekânlarla sınırlı değil, 1826’da kaldırılan müsadere usulünün yeniden yürürlüğe girmesi, sizde garip bir anakronizm duygusu uyandırmamalı. Fikirler tarihi bize siyasî kurumların hiç değişmeden binlerce yıl aynı maksada hizmet ederek var olabileceğini gösteriyor. II. Mahmud 1826’da hem müsadereyi hem de “siyaseten katl” usulünü kaldırdı. Siyaseten katl, siyasî sebeplerle verilen idam cezasını, müsadere ise maktulün malına el koymayı ifade ediyor. Üstelik müsadere bugün kayyımlarla yapıldığı gibi değil, sadece kamu malına dayanan mülklere uygulanıyordu.
Önceki gece yasa tasarısından, TÜSİAD’ın itiraz ettiği, doğrudan büyük holdinglere el koymayı kapsayan kayyım atama yetkilerinin çıkartılması kimseyi yanıltmasın. Mevcut 2 bin kayyımın, hangi gerekçelerle görev yaptıklarına bakmanız, 1826 öncesine bile aykırı düşen müsadere usulünün hâlen yürürlükte olduğunu anlamaya yeterli. “Kayyımlar” adıyla yepyeni bir meslek grubu doğdu; yakında sayıları yargı mensuplarının yekûnünü geçerse şaşmayın. Tasarıda asıl önemli olan madde, bu yeni sınıfa “kamu görevlisi” statüsü tanınması. Kayyımlar saltanatı diye yepyeni bir monarşi türü doğuyor. Bu arkaik usulü sakın modern uygulamalarla karıştırmayın. Çin’de uygulanan devlet kapitalizmi, her holdinge bir komünist parti temsilcisi atanarak işletiliyor. Bizdeki kayyımlar, komünist partisi yetkilisi değil, şirketleri doğrudan üstlerine hizmet ederek onlar yönetiyor.
Yargıtay ve Danıştay yasası çıkar ve bu iki yüksek yargı organının kadrosu, Anayasa Mahkemesi yasayı iptal edene kadar, “atı alan Üsküdar’ı geçti” darb-ı meselince toptan değişirse, yargı kararlarının bile yükselen bu imtiyazlı “kayyım sınıfı”nın tekeline geçeceğinden emin olabilirsiniz. İktidar bu yasa ile bize “nanik” yapıyor ve tıpkı HSYK gibi, Anayasa Mahkemesi’nin denetimi dışında yargı bağımsızlığını askıya alan bir tasarrufu gözümüze soka soka gerçekleştiriyor. Düşünebiliyor musunuz, iptal edileceğini bile bile bir yasa çıkartıyor ve hukukla oynuyor.
Cumhuriyet, Cumhurbaşkanı’nın Gezi Parkı’na Topçu Kışlası projesini yeniden gündeme getiren hamlesini “Erdoğan’dan yeni tahrik” başlığı ile duyururken hata yapıyor. Bu “tahrik” değil, ancak askerî mantıkla açıklanacak taktik bir caydırıcılık hamlesi. Düdüklü tenceredeki basınç artıyor ve topluma savaş açanlar kriz çıkartıp, gerginliği kontrol altına alıyor.
Manzara şöyle: Temel haklar düzenimiz ve onun güvencesi olan bağımsız yargı prensipleri elleri ayakları bağlanıp rehin alınmış vaziyette; elinde kör bıçak, gözlerimizin içine baka baka içlerinden birini çekip, yatırıp boğazını kesiyor. Dünya, bu manzarayı izliyor.
Toplum, iktidarda kalabilmek için acımasız bir şekilde hukuk cinayetleri işleyen bu gücün elinden o kanlı bıçağı çekip alacak birini arıyor. Dün MHP’nin olağanüstü tüzük kurultayına çevrilen bakışlardaki korku ve dehşetin ve tabii en önemlisi umudun sebebi, Türkiye’nin göz göze göre toplumsal çatışmaya sürüklenmesi. Toplumun nefes alacak havası, başını doğrultacak mecali kalmadı.
Sadece cami olsa kolay, ama bir selatin camisi yaptırmanın bedeli hepimiz için çok ağır. MHP ilk engeli aştı; selatin camilerinde hâlâ pırıl pırıl parlayan şanlı bir tarih arkamızda, değiştirilmeyi bekleyen karanlık bir gelecek önümüzde.