10 Mart 2013 15:19
FATİH VURAL
Tam bir hafta önce aramızdan ayrılan, arabeskin babası Müslüm Gürses’in eşi Muhterem Nur, Bakırköy Kartaltepe’deki evinin kapılarını ilk kez Türkiye Gazetesi’ne açtı. Bizi Müslüm Baba’nın koltuğunda ağırlayan ünlü sanatçı, eşine dair bilinmeyenleri paylaşıyor… Kalp kapakçıklarından ağır derecede rahatsız olan Muhterem Nur, “Müslüm evde ölseydi, beraber ölmüş olacaktık. Benim öleceğimden çekindikleri için hastanede de morga indirmediler. Müslüm’e çabuk gitmek için o rahatsızlıkla yaşayacağım.” diyor.
Bakırköy Kartaltepe’de mütevazı bir daire… Buluşma saatinde zili çaldığımızda, megafondan “Yarım saat sonra gelir misiniz? Muhterem Hanım henüz müsait olamadı.” sesi işitiliyor. 45 dakika sonra vardığımızda, ayakta durmakta güçlük çeken Muhterem Nur salona davet ediyor. “Bu evde 30 yıldır oturuyoruz. Eve davet ettiğim ilk gazetecisiniz. Müslüm de sizin oturduğunuz koltukta otururdu.” deyince, içimden bir şeyler kopuyor.
1981’de başlayan büyük bir aşk, onlarınki. Malatya’da bir aile bahçesinde düzenlenen Ramazan eğlencesinde ‘Sahneye en son ben çıkacağım’ diye başlayan assolistlik kavgasının ardından Muhterem Nur’un yüzüne inen bir tokatla başlayan… Müslüm Gürses, İsyankâr şarkısıyla patlamış, 25 yaşında bir delikanlı. Muhterem Nur ise 15 yaşında girdiği sinemada giderek dibe vuran 41 yaşında bir şantöz, dansöz ve şarkıcı. Belki hepsi, belki hiçbiri! Ama ailesini geçindirmekle yükümlü…
Yediği tokadın ardından organizatöre “İşi bırakıyorum.” diyen Muhterem Nur, “Gidersen mahvoluruz.” karşılığını alır. Bırakmak işine gelmez; zira para kazanmak zorundadır. Ama kendisinden özür dilenmeden olmaz! Ona “Müslüm özür dilemez.” deseler de kafasına koymuştur: “Benim odamın yukarı katında kalıyormuş. Kapısı açıktı. Bağlama çalıyordu. Kapıyı çaldım. Ağzıma sigara sürmediğim halde, sırf konuşmak için ‘Af edersiniz, sigaranız var mı?’ dedim. Kafasını kaldırmadı, bağlamadan. ‘İçeri geç, otur.’ dedi. Yatağın üstüne oturdum, ama bir ayağım kapıda. Üstüme gelirse, kaçacağım. Kafasını kaldırmadan ‘Akşam sizi kırdımsa özür dilerim.’ dedi. Koşa koşa merdivenlerden indim.“
Ertesi akşam, otelin mutfağında yaptığı tavuklu bulgur pilavıyla onun kalbini çalar Muhterem Nur. Meğer en sevdiği yemektir! Samsun Fuarı’nda arkadaşlıkları devam eder. Ama o fuar kadrosundan son anda çıkartılmıştır. Taksim’den kalkan otobüsün önünde öğrenir bunu. “Beni almıyorlar kadroya.” diye sitemini paylaşır, Gürses’le. Aldığı cevap unutulmazdır: “Kızım seni almasınlar. Sen benim haracımı yersin.”
Kalbi yara bere içindeki bu kadın, hayatında ilk kez bir adamdan böyle bir şey duyar. Kararı kesindir, onu bırakmayacaktır. Çok fazla içki içen, içtikçe ‘vahşileşen’ bu genç şöhreti, düzene sokmaya kararlıdır. İçkiyi bıraktırır da: “İşte o zaman, Müslüm’le ömrümün sonuna kadar beraber olurum dedim. O kısa zamanda o, beni kurtardı; ben, onu kurtardım! Evlenip ayrılmıştım. O insan da kumarbaz, paragöz, zengin çocuğu; ama on para etmeyen biriydi. Ayrılmak benim mantığımda yok. İlk evlendiğim adam, iyi bir insan olsaydı, her şeye rağmen yine de ayrılmazdım. Müslüm’de ne güzelliğe baktım, ne başka bir şeye. Kalp güzelliğine baktım. Kafama koydum, ‘Müslüm’ü adam edeceğim. Ben bununla evleneceğim’ dedim ve öyle yaptım. Her şeyine tahammül ettim en başta. ‘Ben bunu doğru yola sürükleyeceğim. Bundan başkası benim arkadaşım olamaz’ dedim. İkimiz bir bütün olduk. Şimdi o bütünün yarısı gitti, ben kaldım. Benden hiç ayrılmadı. 2 gün bile bir yere bensiz gitmedi. Biz hastane yüzünden birbirimizden ilk defa koptuk, 4 ay. 4 ay değil, 4 saat bile ayrı kalamayan iki kişiydik.”
3 sene süren arkadaşlıklarına rağmen insanların bakış açısından rahatsız olan Muhterem Nur, ağabeyinden de çekinir. Evde oturdukları bir gün, “Müslüm, evlenelim mi seninle?” diye sorduğunda, “Neden olmasın? Elbette olur.” cevabı gelir. Bu sene 5 Mayıs’ta 30. yaşına girecek evliliğin temeli de o diyalogla atılır. Beykoz’da kıyılan nikâhta sadece beş kişi vardır. Çiftin şahitliklerini yapan Elenor Plak’ın sahipleri, rahmetli Atilla Alpsakarya ve Muhteşem Candan ile Muhterem Nur’un kardeşi.
Kalp kapakçıları ileri derecede sorunlu olan Muhterem Nur, tedavi olmayı reddediyor. Sebebi sarsıcı: “Eğer evde yanımda ölseydi, ikimiz birlikte ölecektik. Çünkü kalp kapakçıklarım çok rahatsız. Ameliyat ettirmeyi de düşünmüyorum. O rahatsızlıkla beraber yaşayacağım ki çabuk gitmek için! Bir an önce ona kavuşmak için.”
Muhterem Nur’un bu rahatsızlığını bilen Müslüm Gürses’in menajeri Nevzat Takmaz, ona bir şey olur çekincesi duyarak hastane morguna indirmemiş. Muhterem Hanım, bu davranışa biraz kırgın: “Kasten yapmadılar. Ölmemden korktular belki; ama doktor nezaretinde beni onun yanına indirebilirlerdi. Kocamı orada öpecektim, onunla konuşacaktım. Ben onu duymayacaktım; ama o beni duyacaktı.” diyor.
Müslüm Gürses’in geçtiğimiz Pazar sabahı vefat etti. Muhterem Nur çok sevdiği eşini en son Perşembe günü ziyaret etmiş: “Gittiğimde gözleri kapalıydı. Ona sen defa baktım.” Perşembe gecesi ağır bir rüya gördü. O rüyada eşi ölmüştü: “Yalova Araba Vapuru İskelesi’nin meydanındaydım. Rahmetli annem, sol tarafımdaydı. Sağımda da vefat eden bir arkadaşım var. Annem, ‘Müslüm geliyor’ dedi. Uzaktan dört karanlık silüet geliyor. Sağında, solunda, başucunda ve ayakucunda. Önüme getirdiler ve tuttular. Ölmüş. Beyazlar içinde. Sadece ayakları açık. Sapsarı, mum gibi olmuş. Melekler gibi yatıyordu. Yüzünü öptüm, ‘Müslüm beni almadan nereye gidiyorsun? Beni yalnız bıraktın.’ dedim; ama nasıl ağlıyorum. Ben öyle söylerken eli oynadı. ‘Götürmeyin onu. Canlı, o.’ dedim. Ama o karaltılar, götürdüler onu. Sabah 5 buçuk gibi silkelenerek uyandım. Rüyamda bembeyaz bir örtü içindeydi.”
34 yıldır sevdiği adamın yüzüne en son, Zincirlikuyu Mezarlığı’nın gasilhanesinde baktı uzun uzun. Şahit olduğu manzaranın, rüyayla örtüşen hiçbir yanı yoktu: “Kocamı en alt çekmeceye koymuşlar. Gelişigüzel bir Amerikan bezine sarmışlar. Tam bir paçavra! O bez de kan içindeydi. Çok ağladım. Kimsesiz ölmüş gibiydi!”
Gençliğinde geçirdiği trafik kazasının ardından öldü sanılarak morga konulan ve morgda tepki verdikten sonra yaşadığı anlaşılan bir Müslüm Gürses vardı. Hani bir umuttur diye geçirmiş miydi içinden?
“Allah onu benim için yaşatmış. 30 yıl onu bana bağışlamış. 30 yıl sonra bana verdiği emaneti geri aldı. Müslüm hastaneden çıktıktan sonra, 5 Mayıs’ta 30. evlilik yıldönümümüzü kutlayacaktık. Ona sürpriz yapmayı düşünüyordum. Bütün arkadaşlarını çağıracaktım. Çok büyük bir yemek verecektim.”
Müslüm Gürses’in kalbindeki stendin kontrolü nedeniyle gittikleri hastanede doktoru, “Akciğerler çok kötü. Kalpte anadamar tıkalı. Bu mesuliyeti üzerime almam. Ameliyat da edemeyiz. İlaç vereceğim. Sonra kontrole gelin.” der. O ilaçlara 20 gün devam eder. Muhterem Nur, anzer balı ve polenlerle tedaviyi destekler. Hastaneden döndükleri anda, arabada sigarasını yakar Müslüm Baba. Muhterem Hanım, “Öleceksin. İçme şunu!” der. Alacağı cevap, geç kalmış bir vedanın tescilidir: “Hayatım iki tane kaldı. Birini şimdi, diğerini evde içip bırakacağım.” O son sigaradan sonra da ağzına koymaz.
Tam 27 gün sonra, gece yatakta “Öf, öf” diyerek acı çeker, Müslüm Gürses. Kan ter içindedir. 8 tane fanila değiştirir. Ertesi gün yeniden gittikleri doktorları, Gürses’teki değişime hayret eder: “Ne yaptınız da bu kadar iyi oldu?” O iyileşme üstüne karar verilmiştir: 15 Kasım’da ameliyat.
Hastaneye gidecekleri gün, eviyle vedalaşır adeta. Evin dört bir yanını dolaşıp çıkmak istemez. “Ya Müslüm, aşağıda bekliyorlar, hadi güzelim.” diyen eşine, “Öf ya sen de bypass gibi kadınsın.” der. Hastane odasında doktora “Bu ameliyat koltuk altından olacak değil mi?” diye sorduğunda, boş bulunan doktorun “Hayır, göğüs yarılacak. Açık ameliyat olacaksınız.” sözleriyle, “Muhterem kalk. Öyle de öleceğim, böyle de öleceğim. Evimize gidelim.” demesi bir olur. Kaçmaya hazırlandıkları sırada odaya giren doktoru, “Ameliyat olmazsanız, yüzde 92 ölüm tehlikesi var. Kalbiniz her an durabilir. Damar çok daralmış.” der. Başta “Olsun.” karşılığını verse de, sonunda ikna olur. Ameliyathane girmeden son sözleri, eşinedir: “Cebimde saatim ve telefonum var, unutma.” Gidiş o gidiş…
Muhterem Hanım, eşinin cenaze törenini arabadan izlemiş. “Yoksa beni ezerlerdi. Ayakaltında kalırdım.” diye açıklıyor sebebini. “Peki, neden Teşvikiye Camii’nin seçtiniz? Hayranları buna çok içerledi.” diye sorduğumda ise “Ben ‘Cenazesi Teşvikiye Camii’nden kaldırılsın.’ demedim. Şişli Camii’nden veya Fatih Camii’nden kaldırılmasını istedim. Ya da Eyüp Camii’nden... Orayı kim istedi bilmiyorum! Bana hiç kimse sormadı! Ama ‘Entellerin cenazelerinin kalktığı cami’ diye düşünmüyorum ben! Cami, camidir.” cümleleriyle dışa vuruyor düşüncelerini.
Hayranları, Müslüm Baba’larını ellerinin üzerinde son yolculuğuna uğurlarken, Teşvikiye sokakları, “Sosyete uyuma, Müslüm Baba geçiyor.” sloganlarıyla inliyor; Müslümcüler, ‘sosyete’yi, babaları için saygı duruşuna davet ediyordu. Muhterem Nur, bu sloganı ilk kez benden duyduğunu söyledi. Ona göre Müslüm Gürses, zor bile olsa iki tarafın da sevgisini çoktan kazanmıştı: “İki tarafa da hitap ettiği için böyle söylemiş olabilirler. Sosyete de ona 10. sınıf bir sanatçı olarak bakıyorsa, Müslüm oraya gitti ve kıyameti kopardı. Bunu görmeleri lazımdı. Ama küçümseyenini görmedim. Onlar da camlarda ağlıyorlardı. Aşağıya çiçek atıyorlardı.”
Müslüm Gürses’in 2004 yılında çekilen Neredesin Firuze adlı filmin soundtrack albümünde yorumladığı Bülent Ortaçgil’e ait ‘Sensiz Olmaz’ şarkısıyla yeni sulara yelken açtığı aşikar. Yıllarca ‘kaybedenler’in sesi olan sanatçı için fanatik hayranları da “Müslüm Baba bizden kopuyor.” vehmine kapıldı. Sahiden kopuyor muydu? Bu değişimi kendince nasıl yorumluyordu?
Bu soruları muhatabına sormak artık imkânsız. Ama bu tip yorumlar kulağına geldiğinde, içindekileri paylaştığı hayat ortağı karşımızda: “Kopmuyordu ki! En son onlara bir folklor okudu. Bir tane albüm bıraktı. Çıkarsa, dinlerseniz, yüreğiniz acır. Kopmadı. Onları hep sevdi, ayrım yapmadan. Şarkı değişikliği oldu, kitle değişikliği oldu. Kalp değişikliği olmadı. Onlardan hiç kopmadı. Onlar, koptuğunu ve büyüklük tasladığını zannettiler. Ama öyle değildi. O burada ne kadar üzülüyordu! Gazeteler yazdıkça, ‘Ya keşke böyle olmasaydı’ diyordu. ‘Ben herkese hitap etmek istiyorum’ dedi. Üst tabaka, arabeski küçümsüyordu. Müslüm’ün şarkılarını dinlemediklerini söyleseler de gizli gizli dinliyorlardı. Dalga geçecekler diye birbirlerinden utanıyordu. Müslüm, arabeskin ne kadar sevildiğini ortaya çıkardı. Çalıştığı barlara koşa koşa gittiler.
Bize bakın. Oturduğumuz yere bakın. Ben de onlar gibi yüksek, korumalı yerlerde oturabilirdim. Eşim ölene kadar, kapıdan kol kola çıkıyorduk. Hayranları geldiği zaman, onlara sokakta şarkı söylüyordu. Onlara sarılıyordu, resim çektiriyordu. Bizi seven bize kötülük etmezdi. Hiçbir zaman ‘Büyük sanatçı olduk, muhit değiştiriyoruz’ demedik. İstesek, oralarda oturacak gücümüz vardı. Oturmadık. Özümüzden kopmadık. Taşınsaydım, onlara göre özümden de kopardım. Ben de burada ettiğim rahatı, orada edemezdim. Barlarda konser vermeseydi, nereden ekmek yiyecektik? Oradan da para alıyorduk, buradan da para alıyorduk. Diğer şarkıcılar gibi yüzlerce bin lira para talep etmiyorduk.”
Son albümünde 12 şarkı okuyan Müslüm Baba’ya albümünü tamamlamak da kısmet oldu. Üstelik de hastaneye yatmadan bir gece evvel: “Evdeki son gece komşuma geçtim. Kapıya kadar geldi. ‘Muhteremciğim, ben stüdyoya gideyim. Şarkının birini beğenmedim. Onu tekrar okumak istiyorum.’ dedi. ‘Canın öyle istiyorsa, git hayatım.’ dedim ben de. Hatta iki şarkı okumuş. Zevkle geldi. ‘Çok güzel oldu. Bunlar geçici değil, kalıcı şeyler. İnsan bu dünyaya güzel şeyler bırakmalı, Muhteremciğim.’ dedi.”
Eşinin anlatımına göre Müslüm Gürses’in bıraktığı bir vasiyet yok. Medyada çıkan haberleri “Öleceğini nereden bilecek ki vasiyet etsin?” diyerek karşılıyor. Sırrı Süreyya Önder’in hayatını filme alacağına dair söylentilere ise “Sırrı Süreyya kimdir?” dedikten sonra, ekliyor: “O filme müsaade etmem. Üvey anası da çıkmış, güya Müslüm vasiye etmiş, babasının mezarına gömülmeyi. Bir kere köye gitmeyi düşünmüyordu ki, mezara gitmeyi düşünsün! Orada mezarlık yok ki çöplük var! Bir mezara en az on kişi giriyor orada.”
Müslüm Gürses ve Muhterem Nur arasında 16 yaş fark olmasına rağmen, “Ben Müslüm’ü kendimden hep yaşlıymış gibi gördüm. Çok olgun bir çocuktu. Onu bulduğumda sanki 50 yaşındaymış gibiydi.” diyor, eşi. Çocuk düşünüp düşünmediklerini sorduğumda, öksüzlüğünü, yetimliğini ve geçmişi öne sürüyor: “Hayır. Benim hiç kimsem yok! Ben öldükten sonra, o çocuk sokakta kalırdı. Ben büyüyene kadar yeterince süründüm!”
Acaba Müslüm Gürses çocuk istemiş miydi? Bu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum. Cevabında saklı bir hüzün var: “Hayır. Benim istemediğim hiçbir şeyi o istemezdi. Katiyen. Hatta bir çocuğu kucağına alıp sevmeye başladığında, ‘Çocuk sana yakışıyor Müslüm’ dediğimde, usulcacık çocuğu bırakıp ‘Yok yahu, neyse! Çocuk olduğu için seviyorum’ diyordu. Geç buldum, onca yıla rağmen çabuk kaybettim gibi geliyor bana. Müslüm çok ufaktı. Askerden dönmüştü.”
Müslüm Gürses, yaşadığı süreçte babasıyla ilgili yıllarca konuşmadı. Babasıyla olan ilişkisini sorduğumda, Muhterem Hanım’ın ilk cümleleri “Babası bir şeytana uymuştu. İnsanlar dedikodu yapmışlar. Dedikodu yüzünden adama cinnet gelmişti, karısını öldürmüştü. Yoksa niye öldürsün? Çocukları var.” oldu. Babası, Ecevit affıyla hapisten çıkmış. Aralarında da bir kırgınlık yokmuş. Babasına hiç küsmemiş. Onun için hep şöyle düşünmüş: “Babacığım şeytana uydu.”
Hastane sürecinde birçok insanın yanında olduğunu ifade eden Muhterem Nur, siyasi parti liderlerinin de tek tek başsağlığı için aradığını paylaşıyor. İçlerinde ayrı bir yere koyduğu isim var ki, o da Başbakan Erdoğan: “Tayyip Bey, her gün aradı. İhtiyacımı sordu. Kardeşi Mustafa Bey, sürekli hastanedeydi. Hep teselli verdiler.”
Hastanenin çıkardığı 600 bin liralık borcun Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla mı silindiği sorduğumda, “Benim de kulağıma geldi, bu.” diyor. Hastanenin çıkardığı borcu kendisi de bilmiyor.
Hayatın dibini görmeleri bir tarafa, öksüzlük duygusunun birleştirdiği bir aşk, onlarınki. Muhterem Hanım’a sorduğum, “Öksüzlük duygusunu, size duyduğu sevgiyle örtmüş olabilir mi?” sorusundan sonra anlıyorum bunu: “İkimiz de öyleydik. Geceleri yatakta ikimiz de dertleşir, ailemizin dedikodularını yapardık.”
Tanıştıklarında, nasıl bir Muhterem Nur mu vardı? Çocukluğundan itibaren tam bir ‘öteki’: “Ailem beni kaçak getirmişti Türkiye’ye, 1944 senesinde, Yugoslavya’dan. Bir buçuk yaşındaymışım. 44’ten evvel harp varmış. Bana orada sahip çıkan bir insan orada öldükten sonra, beni buraya kaçak getiriyorlar. Ben burada doğmuş gibi, 5 yaşındayken, 11 yaşındaymış gibi yazılıyorum ve ilkokula başlıyorum. Daha doğru dürüst insanların yanına sokulamıyordum. Çocuklar beni ‘gâvur piçi’ diye dövüyordu. Sokağa çıkamıyordum. Yavaş yavaş alıştım. Yaşım büyük görünüyor, kendim birinci sınıfa gidiyorum. Düşünün! 12-13 yaşlarında, terslikler oldu. 15 yaşındayken sinemaya girdim. Böyle gitti. Diğer tarafını anlatmıyorum. O bende acı ya da tatlı hatıra olarak kalsın. Arkadan yetişecek olanlar var. Onları kırmak, lekelemek istemiyorum.”
Fatih Vural'ın bu söyleşisi www.fatih-vural.blogspot.com sitesinden alınmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.