Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 2004 MGK kararlarını yayımlayan Taraf yazarı Mehmet Baransu'ya hitaben, " Şimdi ne tripler atıyor beyefendi, ne meydan okumalar var. Saçmaladığımızdan tutunuz, bilmem ne yaptığımıza kadar. Bu, gazetecilik değil. Edepsizlikten başka bir şey değil. Sen yaptığın işin hesabını şerefle vereceksin" dedi. Arınç, konuşmasında, "Yayınladığın belgenin ifşa edilmesi, kanuna göre suç görünüyor. O zaman bunun sonuçlarını biliyor musun? 'Biliyorum.' Sonuçlarına katlanacak mısın? 'Katlanacağım.' O zaman yolun açık olsun" ifadelerini kullandı.
Tutuklu vekiller
Mustafa Balbay'ın şu anda hükümlü olduğunu hatırlatan Arınç, "Anayasa Mahkemesinin verdiği bir kararla uzun tutukluluk süresi içinde bulunduğu kabul edildi. Bir başka arkadaşı da müracaat etmişti. İkisi için de hak ihlali olduğuna karar verildi ve mahkemeler de onların tutukluluk halini sona erdirdi. Yoksa hükümlülükleri devam ediyor. Bildiğim kadarıyla Yargıtay sürecinde. Dileriz ki oralardan kendileri için hayırlı birer karar çıkmış olsun" ifadesini kullandı.
Türk siyaseti bakımından 12 Eylül 2010'da yapılan referandumu çok önemli bulduğunu, 26 maddelik anayasa değişikliğiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanındığını anlatan Arınç, şimdi bundan dolayı verilen bir karardan büyük memnuniyetle bahsedildiğini bildirdi.
Müracaat konusunda bir eksik olduğunu düşünmediğini, istenmesi halinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) de gidilebildiğini söyleyen Arınç, yargıda son yapılan değişikliklerle yeni, bireye yönelik, insan odaklı bir yapılanma içine girildiğini vurguladı.
MGK'nın işleyişiyle ilgili yasal hükümler
MGK'da 2004'ün ağustos ayında alınan kararın bir gazetede yayımlandığını hatırlatan Arınç, Kurulun kendi kanununa göre çalıştığını, buna bakıldığında MGK'nın zabıtları ve belgelerinin hiçbir şekilde açıklanamayacağının yazıldığının görülebileceğini vurguladı.
Arınç, bunların ancak MGK'nın kararı olması durumunda açıklanabileceğini belirterek, şöyle devam etti:
"Gizli bir belgeyi şu veya bu şekilde elde ederek ifşa etmek, Türk Ceza Kanununun (TCK) bildiğim kadarıyla 4 veya 5 maddesinde de suç olarak anlatılmaktadır. Şimdi bir gazeteci, gazetecilik başarısı olarak bir iş yaptığını söylüyor. Çok da önemli bir belge. Neden? Çünkü bir hükümet belli bir tarihte bir konuda karar almış. Buna benzer geçmişte alınan kararların da tartışması çok sürmüş hatta siyasi tablo değişmiş, hükümetler gitmiş, hükümetler gelmiş. Bu belgenin doğruluğu veya bundan sonra ne yapılıp yapılmadığı ayrı bir şey, bu belgenin yayınlanması ayrı bir şey. Meseleye iki açıdan bakmalıyız. 'Arkadaşım sen bu belgeyi nasıl elde ettin?' diye bak kanun soruyor. Bunun gizli kalması gerekiyormuş. 'Ben buldum.' Buldum ile olmaz, sokakta yoldan geçerken olmaz. Ya bunu sana birisi gönderdi, bir yerden çıktı verdi veya sen gizli yerlere girdin, bunu bizzat aldın. Bir üçüncü, beşinci yol da olabilir ama bu, kanundaki gerçeği değiştirmiyor."
"O zaman yolun açık olsun"
Arınç, gizli kalması gereken veya gizlilik bulunan bir kararın bir şekilde elde edilmesinin hukuki bir sonucu olduğunu aktardı.
Belgeyi elde edenin cezalandırılmasını istediği veya bu kişiyi sevmediği için bunları söylemediğini anlatan Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Yayınladığın belgenin ifşa edilmesi, kanuna göre suç görünüyor. O zaman bunun sonuçlarını biliyor musun? 'Biliyorum.' Sonuçlarına katlanacak mısın? 'Katlanacağım.' O zaman yolun açık olsun. Şunu diyorsan; 'Ben aldığımı yayınlarım, bulduğumu söylerim, suç işlememiş olurum.' Vallahi kanun diyor ki 'Kardeş kusura bakma. O iş ayrı, bu iş ayrı. Sen bunu yayınlayamazsın. Yayınlarsan suç olur.' Bir gazeteci arkadaşımız köşesinde yazdı; 'Vallahi beni de suçlamışlardı ama beraat ettim' dedi. Hemen git ona danış, nasıl beraat ettiyse sen de öyle beraat et. Senin cezaevine girmenden çok memnun değiliz, alkışlamayız ama 'O arkadaş nasıl beraat ettiyse ben de aynı şekilde beraat ederim' diyorsan git onun avukatını tut, seni güzelce bir savunsun, sen de kurtul."
"Bu, gazetecilik değil"
Arınç, belgenin doğru olup olmadığının ise ayrı bir konu olduğunu bildirdi.
Bunun doğruluğunu, belgede imzası bulunanların bilebileceğini dile getiren Arınç, şunları kaydetti:
"Ben o tarihte yoktum, Meclis başkanıydım. 'Evet böyle bir imza atıldı, böyle bir belge var' diyorlar. O zaman gerçekliği tartışılmayan bir belgeyle karşı karşıyayız. Bu, sonradan uydurulmuş, imza taklidi yapılmış veya sahte evrakla tanzim edilmiş bir şey olsaydı, zaten senin yaptığın suç olmazdı. Aslı olan bir belgeyi yayınlamışsın, işin o tarafını ayrıca düşün. Bu tarafında ne var? Bunun karşısında hükümet ne diyor? 2004'te böyle bir şey imzalanmış olsa bile kanun, 'Kurulda alınan kararlar, hükümete tavsiye niteliğinde bildirilir, hükümet bunlardan uygun gördüğünü uygular' diyor. Şimdi hükümet bunu almış, uygulamamış, üzerinde hiç durmamış hatta buna uygun da hiçbir işlem tesis etmemiş. Bu işin siyasi sonuçlarına katlanırız ama yaptığın işe de bilerek hareket ettiğine göre senin katlanman lazım. Şimdi ne tripler atıyor beyefendi, ne meydan okumalar var. Saçmaladığımızdan tutunuz, bilmem ne yaptığımıza kadar. Bu, gazetecilik değil. Edepsizlikten başka bir şey değil. Sen yaptığın işin hesabını şerefle vereceksin, bu taraftan da siyasi sonuçları olan bir olayı hükümet ya anlatacak ya anlatamayacak, bunun altında kalacak."
"Sayın Sezer ile ayda yılda bir defa bir araya geliyordum"
Bülent Arınç, 5 yıl TBMM Başkanlığı, şu ana kadar 5 sene de Başbakan Yardımcılığı görevlerinde bulunduğunu hatırlattı.
MGK'da alınan kararın uygulanıp uygulanmadığı tartışmalarına değinen Arınç, şöyle konuştu:
"Burada yazılı olan hususların hiçbiri sadece filan kişi veya onun cemaatiyle ilgili değil, 76 milyonun hiçbir ferdi hakkında uygulanmamıştır. Buna adım kadar eminim. Çünkü bu işin azabını çeken bir insanım. İktidarda tek başına bulunan bir parti, 2008 yılında 400 tane gazete kupürü veya internet haberiyle yargılanıp laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmaktan kapatılmak istendi. 2004'te alınan karar ne, 2008'de bize isnat edilen suç ne? Laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmaktan 4 defa partisi kapatılmış bir insan olarak ve her davasında ikinci sanık olarak yargılanan bir insanım ben. Bizi neyle suçluyorlar? Peki o zaman niye imzalandı? Altında imzası bulunanlar bunu anlatır. 2004 şartlarını ben Meclis başkanı iken çok iyi biliyorum, hükümetin içinde olanlar benden daha fazla biliyordur. Çünkü Sayın Sezer ile ayda yılda bir defa bir araya geliyordum. 'Nasılsınız Sayın Cumhurbaşkanım?', 'İyiyim, teşekkür ederim.' Böyle uzun konuşmalar da yapıyorduk birbirimizle. Sohbetimiz, muhabbetimiz, sevgimiz alabildiğine taşıyordu ama arada hükümetle ilgili başka şeyler de oluyordu."
Yeni anayasa çalışmaları
Arınç, 2015 seçimlerine giderken, "Ey millet. Biz Meclis'te yeni bir anayasa yapamadık. Çok mahcubuz. Elimizden geleni yaptık. Fırsat vermediler. Sen bana o kadar oy ver ki şu kadar milletvekilim olsun, ben de sana bir anayasa yapalım" diyeceklerini belirtti.
Bu konuda milletin karar vereceğine işaret eden Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Herhalde bunun aynısını diğer partiler de söyler. Çünkü 4'ü, 5'i bir araya gelip de kötü bir örnek oldu. Anayasa yapmaları mümkün görünmüyor. Sadece bir tanesini söyleyeyim, üçü birbiriyle kavgalı. Birinin olmadığı bir toplantıyı öbürü daha sonra geldiğinde 'Hepsini iptal ettim' diyor, birbirleriyle kavga ediyor. Allah vermesin yani, hiçbir partide böyle bir şeyin olmasını da istemeyiz. Mesafeler çok uzadı, netice alınamadı, bundan sonra da ümitsiz vaka. 'İnşallah 2015'ten sonra bu işler daha kolay olur' diye düşünüyorum."
"Babayiğit çıkmadı hanımefendi de çıkmadı"
Arınç, hükümetin bir yerli uçak projesi olduğuna da değinerek, konunun çok fazla dışarıda dillendirilmediğini ancak Bakanlar Kurulunda bunun sunumunun yapıldığını aktardı.
Türkiye'de, 60 ila 90 arasında yolcu kapasiteli pek çok uçak modeli arasından seçim yapılarak üretime başlanmasının planlandığını bildiren Arınç, şunları kaydetti:
"Ümit ediyorum ki bunun yerli üretiminin büyük bir kısmı da Bursa'da yapılabilir. Bizim Bursa'ya Sayın Başbakan'ın bir hedefi oldu ama bu hedefe 'Ben varım' diyenler pek çıkmadı. 'Ben varım' diyenler çıktı, onlar da bizden hükümetin desteğini istediler. Bizim amacımız bu değil. Yani yerli patronlardan, Bursa'da, 'Ben yerli bir otomobil üreteceğim' diyen birkaç babayiğiti beklediler. Babayiğit çıkmadı, hanımefendi de çıkmadı. Şimdi biz yerli malı bir otomobilde en azından ümitsiz bir noktadayız. Hala 'Ben varım, ben bu işe hazırım' diyen bir grup varsa bunları elbette destekleriz, önlerini açarız. Bu işin Bursa'da yapılıyor olmasının şerefi, Bursa'ya kazandıracağı şöhret, elbette bizim için fevkalade önemli. Bu olmayacaksa uçak projesi içinde de Bursa'nın yapabileceği pek çok şeyin olduğunu biliyorum."