Medya

Mehmet Altan yazdı | Basın tarihi: Obama’nın yeni aşkı ve yeni medyası…

Dünya, iletişim araçlarında bitmez tükenmez bir devrim yaşasa da bizde siyaset ve siyasi iletişim hep geçen yüzyılı yaşıyor sanki. Konuları da, kavga biçimleri de, yöntemleri de hiç değişmiyor. “Geri kalmışlık” dedikleri herhalde böyle bir şey

Barack Obama

29 Ocak 2025 15:55

Barack Obama 20 Ocak 2009 günü, 1861 yılında başkan Abraham Lincoln’un yemin töreninde kullandığı İncil’e el basıp yemin ederek George W. Bush’tan görevi devralmış ve resmen ABD devlet başkanı olmuştu.

Basın Tarihi açısından baktığımızda, 2009 yılının başında hem yerel hem de evrensel medyanın en önemli haberi ve gelişmesiydi.

* * *

Köprülerin altından çok sular aktı.

2009 yılında Obama’nın arkasında duran ileri teknolojinin simge isimleri, birbirlerinden nefret etmelerine rağmen bugün Trump’un arkasında tespih tanesi gibi dizilmiş vaziyetteler.

Şimdi başka bir Amerika var ama Obama gene gündemde.

Geçen gün Gönenç Gürkaynak ilginç bir paylaşım yaptı:

“Bu hafta New York ve Washington DC’deydim. ABD’de binlerce mesele varken herkesin Barack Obama ile Jennifer Aniston aşkını ve Michelle Obama’nın evliliklerini bitirme arifesinde olduğunu tartışmaya odaklanması ilginçti.

Magazin konuları her yerde gerçek meseleleri boğuveriyor.”

* * *

Bugün bir aşk dedikodusuyla gündeme gelen Obama’nın seçim kampanyası, aradan 16 yıl geçmesine rağmen hâlâ tarihsel önemini koruyor.

Obama, ana kampanyasını gençler üzerine kurguladı ancak gençler televizyon izlemiyor, gazete-dergi okumuyor, onun yerine sosyal ağlar üzerinden iletişimde bulunuyorlardı.

Obama bu gençlere nasıl ulaşacağının yöntemini keşfetti.

Ve böylelikle Obama 2009 yılında sosyal medya üzerinden “yeni bir medya” inşa ederek rakibini çok rahat nakavt etti.

Hem Facebook arkadaş sayısında, hem Youtube izlenme sayısında, hem de web sitelerinin tekil ziyaretçi sayısında Obama, McCain’in 4 katından fazla bir etki yaratmayı başardı.

* * *

Obama’nın 2009 yılındaki “yeni medya”sını araştırırken Hasan Başusta’nın konuyu derinlemesine inceleyen bir analizine rastladım.

Yazı, “Sosyal medyanın bilincinde olan Obama da bu gücü kullanarak ve örgütleyerek dünyadaki en büyük sosyal medya başarısına imza attı. Kampanyanın sonunda Amerika Başkanı seçildi. Peki ne yapmıştı Obama ve nasıl yapmıştı?” sorusuyla başlıyordu.

Ve soruya şöyle cevap veriyordu:

“Bunun için ilk yapması gereken projenin başına en uygun kişiyi getirmekti. Bu kişi Mark Zuckerberg ile birlikte Facebook’u kuran 1983 doğumlu Chris Hughes idi. Chris göreve gelmeden önce barackobama.com yayındaydı ama o da etkin olarak kullanılmıyor ve Obama konuşma yaptığı zamanlarda trafiği kaldıramayarak çöküyordu.

Chris, Nisan 2007’de Facebook’tan ayrılarak bu kampanyanın online direktörü oldu. Riskli bir karardı aslında bu. Facebook gibi bir şirketi kurduktan sonra bırakmak pek alışılmış bir şey değildi. Amerika Başkanı’nı seçtirme etkisinin verdiği heyecan ile bu riski göze aldı. Pişman da olmadı, bu başarı ona prestij ve 2008 yılının en iyi pazarlama profesyoneli listesinde birincilik getirmişti, üstelik Guy Kawasaki, Michael Arrington, Pete Cashmore gibi isimleri geride bırakarak.”

* * *

“Göreve geldiğinde, ilk yaptığı iş Barackobama.com’u düzeltmek oldu. Bir diğer site ise mybarackobama.com idi. Burayı Facebook tarzı bir sosyal ağa çevirdi. Kullanıcıların kendi bloglarını yaratmasına izin verdi. Web 2.0’ın temeli olan içeriği kullanıcılara ürettirdi ama bu içeriği de çok güzel yönlendirdi ve yönetti. Obama severlerin kendi etkinliklerini organize edebilecekleri bir ortamı kolaylaştırdı.

Bu sosyal ağ vasıtası ile gençlerin dikkatini çekmeyi başaran Obama, gençleri interaktif bir şekilde seçim sürecinin içine kattı. Genç seçmenler kendilerinin de politikanın bir parçası olduklarını hissettiler. Amerika’da siyaset, özellikle ilk defa oy kullanacak kitlenin hiç ilgisini çekmezken, bu gençler kendi istekleri ile aktif siyasetin içinde rol oynadılar. Artık bir politikacının sıkıcı konuşmasının dinleyicisi değil bu sürecin bir parçasıydılar.”

* * *

'Yeni medya’nın bir diğer bacağı da e-posta sistemiydi:

“Obama, ilk başta e-posta ile iletişim kurdukları gençlere mobil kampanyalar ve SMS ile de ulaşıyordu. Bu süreçte bazı kişiler öne çıkınca hemen bu konuda blog yazmaları teşvik ediliyordu. Kendi yarattıkları sosyal ağın yanı sıra Facebook, Twitter, Friendfeed ve diğer sosyal ağlar da çok etkin bir şekilde kullanılıyordu. Hatta bir Obama gönüllüsü Myspace’de 160.000 kişilik bir arkadaş grubu yaratmıştı.

Bu kampanya offline tarafta da çok güçlü destekleniyordu. İletişim genel olarak üniversiteler ve üniversite olan kentler üzerine yoğunlaştırılıyor ve bu sitenin reklamı çok iyi yapılıyordu.”

* * *

Ve kampanyada  “Viral pazarlama” unsuru:

“Kampanya içinde ‘Viral Pazarlama’ çok etkili iyi bir şekilde yönetiliyordu. “Super Obama Girl” isimli bir bir video dizisi oluşturulmuş ve bu videonun 5. bölümü, sadece YouTube’da 15 milyon kere izlenmişti. Seriyi bu ekip yapmasa da, videoların dağılımı için gereken özeni göstermişlerdi.”

* * *

“Bu arada sitede bulunan ‘bağış yap’ tuşu ile gençler, bütçelerini zorlamayacak şekilde kampanyaya finansal olarak da destek oluyorlar ve tarihin en büyük bağışını toplamayı başarıyorlardı. Bu ayrıca, dünyanın en büyük ve aktif gönüllü ordusuydu. Gençler kampanyanın bir parçası olarak hissettikleri için oy vermekten ziyade, kampanya için gönüllü olarak çalışmayı, hatta ceplerindeki parayı istekli bir şekilde Obama için harcamayı bir ayrıcalık olarak görüyorlardı.”

* * *

Bunca yıl sonra Türkiye’de siyasetin iletişim becerisi, Obama’nın 16 yıl önceki “yeni medya”  örgütlenmesine ve genç seçmen ile ilişkisine oranla nerede sorusunu bir yana bırakıyorum.

Ancak basın tarihi açısından daha da derinlemesine incelenmesi gereken konu, sosyal medyanın kurumsal gelişimi.

Klasik medya karşısındaki konumu.

Ve Obama’dan beri aldığı yol.

Bu sorulara verilen her cevap hayatın nasıl hızla aktığını ve çağın nasıl hızla değiştiğini de gösteriyor.

* * *

Dünya, iletişim araçlarında bitmez tükenmez bir devrim yaşasa da bizde siyaset ve siyasi iletişim hep geçen yüzyılı yaşıyor sanki.

Konuları da, kavga biçimleri de, yöntemleri de hiç değişmiyor.

“Geri kalmışlık” dedikleri herhalde böyle bir şey.


Mehmet Altan'ın bu yazısı P24'ten alınmıştır.