Medya

Mehmet Altan yazdı | Basın tarihi: Diyarbakır’dan…

Toplumsal acıları sürekli hale getiren Kürt Sorunu 100 yıldır demokratikleşmenin yok sayılmasından kaynaklanıyor. Ankara, 100 yılı aşkın bir süredir benim kısaca “2. Cumhuriyet” dediğim "demokratik cumhuriyete” direniyor. Direndikçe de ülke çürüyor

"Tigris Diyalogları" toplantısı

05 Mart 2025 14:21

Güncelleme: 05 Mart 2025 14:26

Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi DİTAM’ın davetlisi olarak hafta sonunu Diyarbakır’da geçirmesem Basın Tarihi de “kuantum sıçramasına” uğramayacak, 2010 yılındaki yolculuğuna sakince devam edecekti.

DİTAM, konuklarıyla “Kürt Meselesinin Çözümünde Ortaklaşmak” üst başlığında “Siyaset Çözümden Ne Anlıyor?” ve “Devletin, Kürtlerin ve Muhalefetin Çözüm Gerekçeleri Birbirine Ne Kadar Yakın?” sorularına cevap aradı.

Güncelin kodlarını çözmeye çalıştı.

* * *

Ben ise devasa bir değişime uğramış olan Diyarbakır’ı görünce öylesine şaşırmıştım ki en son ne zaman bu kente geldiğimi bulmaya çalışıyordum. Bu değişiklik hangi süreçte gerçekleşmişti?

Toplantıda genç bir dostumun birlikte çektirdiğimiz bir fotoğrafı bana göstermesiyle cevabı buldum. Diyarbakır’a en son 10 sene 1 gün önce gitmişim. O genç dostumla çektirdiğimiz fotoğraf o zamandandı. Fotoğrafımızı 10 yıl sonra yeniden güncelledik.

Diyarbakır blok blok apartmanları, çeşitlenen sosyal yaşamıyla çok gelişmiş, 24 saat yaşayan kocaman bir metropole dönüşmüştü. Hatta öyle ki kendi kültürel kimliği gölgelenmeye bile başlamıştı.

* * *

Değişmeyen ise bir türlü nihai bir aşamaya varamayan Kürt Sorunu’ydu.

Basın Tarihi yolundan giderek 2010 yılı olaylarına, sonra da ondan 10 yıl öncesine baktım.

2010 yılında bölgede “geçici güvenlik bölgeleri” gündemdeydi. Kürtçe yasakları devam ediyordu.

Örneğin, “Müzisyen Kemale Amed, 2010 yılının haziran ayında Bingöl’de katıldığı bir etkinlikte Kürtçe şarkı söylediği gerekçesiyle 16 Eylül 2010’da İstanbul’dan Diyarbakır’a gitmek üzere geldiği Atatürk Havaalanı’nda gözaltına” alınmıştı.

Diyarbakır’a bundan önce en son gittiğim 2015 ise korkunç bir yıldı. AKP seçimleri kaybetmiş, çözüm süreci bir anda sona ermiş, ülke cehenneme dönmüştü.

* * *

Şimdilerde ise herkesin kalıcı bir huzuru getirmesini dilediği yeni bir dönem vardı.

Demokrasi ve hukuk devleti her gün el sallayarak uzaklaşırken, yeni dönemin“demokratikleşmeye” yol açacağı iddia edilmekteydi.

Şiddetin sona erdiği kalıcı barış ortamı ortak talepti ama hızlı ve kapalı bir ortamda kotarılan yeni süreçle ilgili tereddütler, cevap aranılan onca sorunun bilinmezliğinin yarattığı bir temkin vardı.

Baskının sürekli arttığı hukuksuz bir ortamda umudun yeşermesi pek de kolay değildi.

DİTAM toplantısı da bu temkinli ve tereddütlü ortamda gerçekleşti.

* * *

Ankara’nın 100 yıldır direndiği demokratikleşme gerçekleşmedikçe elden ayaktan düşmeye devam edeceğimiz yaşamakta olduğumuz bir gerçek.

Üstelik anlaşılan artık bu, genel kabul gören bir gerçek.

Örneğin, Abdullah Öcalan’ın “resmi onaydan” geçen son çağrısında bir cümle var:

“Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır.

Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır.”

Çağrıdaki bu cümle, olup bitenin “demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından” kaynaklandığının artık herkesçe kabul edildiğini de gösteriyor.

Nitekim aynı sorunu AKP de 2001 yılındaki “parti programında” kabul edip, düzelteceğini vaat etmişti:

“Terörün sonuç olduğunu unutan her yaklaşım, sadece baskı ile çözüm üretmeye yönelir.

Oysa bu terörü daha çok güçlendirir.

Bu nedenle terörü sona erdirmenin yolu, temel hak ve hürriyetlere saygılı bir devlet yaklaşımı ile ekonomik kalkınmayı ve güvenliği aynı bütünün parçaları olarak ele almaktan geçer.”

2001 yılındaki AKP Programı uygulansa, bunca acı çekilmeyecek, onca insanımız ölmeyecekti.

Ama uygulanmadı.

Bugünkü tereddüt ve temkin de bundan kaynaklanmakta zaten.

* * *

Yapılması gerekenleri yapmayan ve halkına çile çektiren bir zihniyetten hepimize gına geldi.

Bezdik.

Yaşanan bu ağır sorunların çözümü basit aslında. Yapay zekâya sorunca bile berrak bir cevap alıyorsunuz.

“Türkiye’de Kürt Sorunu nasıl çözülür?” diye sordum.

“Kürt sorununun temelinde demokratik hak ve özgürlüklerin yetersizliği yatar. Dil, kültür ve kimlik haklarının tanınması, özgür bir ortamda ifade edilebilmesi için demokratik reformlara ihtiyaç vardır.

Anayasal değişiklikler, etnik kimliğe dayalı ayrımcılığı önleyici düzenlemelerle desteklenmelidir. Bu bağlamda, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve vatandaşların kendi kültürlerini özgürce yaşayabilecekleri ortamların sağlanması önemlidir” diye yanıt verdi.

* * *

Basın tarihindeki bitmeyen skandallar da…

Toplumsal acıları sürekli hale getiren Kürt Sorunu da 100 yıldır demokratikleşmenin yok sayılmasından kaynaklanıyor.

Ankara, 100 yılı aşkın bir süredir benim kısaca “2. Cumhuriyet” dediğim "demokratik cumhuriyete” direniyor.

Direndikçe de ülke çürüyor.

Bu kez olur mu?

Toplumsal ve siyasi irade tavizsiz olarak “demokratikleşme” ve “hukuk devletinin” ardında bugüne kadar hiç olmadığı gibi kararlıkla durursa olabilir…

Ya da olur inşallah…

Ne diyelim?


P24'ten alınmıştır.