Kültür-Sanat

"Mehmed Uzun, yaşasaydı Kürtlerin temsiliyeti konusunda aydın sorumluluğuyla tavrını koyardı"

Birgün yazarı Şeyhmus Diken, yarın ölüm yıl dönümü olan yazar Mehmet Uzun'u yazdı

10 Ekim 2015 17:11

Şeyhmus Diken*

“Diyarbakır hayatımın şehridir. Berxwedan jiyane (Direnmek Yaşamaktır). Ben buraya ölmeye değil yaşamaya geldim” sözlerinin üzerinden dokuz yıl geçti. Diyarbakır’da doktorlarının gözetiminde 15 ay süresince dolu dolu yaşadı ve 11 Ekim 2007 tarihinde vefat etti. Cenazesi on binlerin katılımıyla Diyarbakır Mardinkapı’daki mezarlığa defnedildi. Tabutunun başında Uzun’un kendi vasiyeti üzerine yaşamı boyunca ‘baba’ diye hitap ettiği ünlü edebiyatçı Yaşar Kemal, siyasetçiler Ahmet Türk ile Şerafettin Elçi, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in ev sahipliğinde konuşmalarıyla uğurladılar Mehmed Uzun’u.

55 yaşında hayata veda eden Modern Kürt Edebiyatı’nın öncülerinden usta yazar Uzun, edebiyatı ile anadili Kürtçe’de ısrarın sürgün diyarlardaki sesi oldu. Geride sekizi roman olmak üzere 19 kitap bıraktı. Eserleri birçok dünya diline çevrildi.

1985 yılında Türkiye Yayıncılar Birliğinin ‘Düşünce ve İfade Özgürlüğü’ ödülünü aldı. Daha sonra Berlin Kürt Enstitüsü’nün ‘Edebiyat Ödülü’ ile ‘İsveç kültür yaşamına katkılarından dolayı’ İsveç Kültür Akademisi’nce Erick Lundeberg Ödülü’ne layık görüldü. Torkmeye Seegerstedt ‘Özgürlük Kalemi’ ödülüne ise ‘Edebiyat ve sözün özgürlüğüne ilişkin duruşundan dolayı’ layık bulundu.

Mehmed Uzun ölüm tarihi olan 2007’den bu yana her yıl 11 Ekim günü vefat saati olan saat 11’de anılıyor.

Takdir edilmeli ki, zulüm altında inleyen, dili bile yasaklı olan, çocuklarına kendi dilinde ad koyamayan, anadilinde eğitim hakkı olmayan Kürt toplumu gibi toplumlarda Mehmed Uzun gibi Kürt siyasetinin göbeğinden gelip sürgün diyarlarda “Ben artık edebiyat yapacağım, Kürtçe roman yazacağım” demek yürek isterdi 1980’li yılların Avrupa Kürt Diasporasında.

Mehmed bütün riskleri, lanetlenmeyi, dışlanmayı, ağır yalnızlaştırmayı göze alarak tam da bunları yaptı ve sineye çekti. Sonra peş peşe Kürtçe romanları çıktı. Önceleri en azından bir iki yıl Kürtçeleri okunsun sonra Türkçeye çevrilsin istedi. 1990’lı yılların sonunda sürgün dönüşü Diyarbakır’a ilk gelişlerinde canlı tanığı benim, “Kürtçe eserler ne kadar okunuyor” diye en çok merak ettiği konuydu. Hastalık sürecinde paylaşmıştı benimle; 1945 Mahabad Kürt Cumhuriyeti yıkıldıktan, Qadî Mihemmed dahil önderler asıldıktan sonra Mela Mistefa Berzanî’nin beş yüz peşmergesi ile birlikte Rusya’ya akan ‘Uzun Yürüyüşü’nün son kalan yaşlı peşmergeleriyle Irak Kürdistanı’nda yaptığı görüşmelerin, kayıtlarının, tuttuğu notların nasıl bir devasa destana dönüştürüleceğini heyecanla anlatmıştı. Yine James Joyce’un Dublinlileri gibi Diyarbakır’ın 24 saatini anlatacağı bir şehir romanı yazmak istediğini ve diğer projelerini hep anlatmıştı.

Bütün notlarının beş yıldır evinde durduğunu bizzat kardeşi Mahmud son görüşmemizde paylaştı.

Evet, Mehmed Uzun 11 Ekim 2007’de hayata gözlerini yummuştu. Ardında sekizi roman olmak üzere 19 kitap bırakmıştı. Ama en az da yayınlanmış kitapları kadar notlar, kayıtlar ve malzeme bırakmıştı geriye. Başta da ‘Hewîyên Aeurbach’ kitabının eskizlerini.

Bir kez daha 11 Ekim günü ve Mehmed Uzun’un ölüm yıldönümü. Mehmed’in yıllar evvel savcıların, hâkimlerin karşısında Kürt dili uğruna dillendirdiği gerçeklik, varoluş kavgası bugün başka bir meşruiyet üzerinden temsiliyet çabası içinde. Muktedirler Kürdün varlığını ‘pişkin’ bir edayla kabul etseler de! Siyaseten temsiliyeti konusunda acımasız bir zalimlik içindeler. Mehmed yaşasaydı eminim ki o da en çok bu konuda aydın sorumluluğuyla tavrını koyardı.

Ruhu şad olsun...


Bu yazı Birgün gazetesi’nde yayımlanmıştır.