Gündem

Mahçupyan: Üç akademisyenin tutuklanması, eğer AK Parti'yi vurma kastı yoksa hukukun taammüden katli!

"Hakkaniyete riayet etmeyen hukuki tasarruflar, kamu vicdanı sınavından geçemez"

17 Mart 2016 14:53

Karar gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, Güneydoğu’daki operasyonlar ve sokağa çıkma yasakları sırasında yaşanan hak ihlalleriyle ilgili olarak "Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı bildiriye imza atan 3 akademisyenin tutuklanmasına tepki gösterdi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Muzaffer Kaya, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Esra Mungan ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Kıvanç Ersoy'un yakalanması için Emniyet'e yazı yazdığını ve akademisyenlerin böylece tutuklandığını söyleyen Mahçupyan, "AK Parti’yi vurmak gibi bir kasıt yoksa, hukukun taammüden katli herhalde budur…" dedi. 

Anayasa Mahkemesi'nin, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül için verdiği 'hak ihlali' kararına ilişkin, "Kısacası Anayasa Mahkemesi Gül ve Dündar’ın tutuklanmasının ‘hakkaniyetli’ bir tedbir olmadığını, iddianamenin bu açıdan yetersiz kaldığını ve ölçüsüz bir tedbir olarak kullanıldığında bizatihi tutuklamanın ifade ve basın özgürlüğü açısından bir hak ihlali oluşturduğunu söylüyor… Yani ne kendisini birinci mahkeme yerine koyuyor, ne de esasa müdahalede bulunuyor. Delil değerlendirmesi yapmıyor ama delil içermeyen bir iddianameyi de görmezden gelmiyor… Hakkaniyete riayet etmeyen hukuki tasarrufların kamu vicdanı sınavından geçemeyeceğini hepimize hatırlatıyor" ifadelerini kullandı.

Etyen Mahçupyan'ın, "Anayasa Mahkemesi vicdanı hatırlattı" başlığıyla yayımlanan (17 Mart 2016) yazısı şöyle:

"Hukuken haklı sayılmanın siyaseten haklı olmak açısından yeterli olmayabileceği , çünkü ‘hakkaniyetli’ gözükmeyebileceğini tartışırken Anayasa Mahkemesi’nin Dündar ve Gül karar gerekçesi geldi.

Mahkeme’ye yönelik üç itiraz vardı. Başvuru yolları tüketilmeden konuyu gündeme alması, suçlamanın vahametini göz ardı ederek tahliye kararı vermesi ve meseleyi basın özgürlüğü ile ilişkilendirerek içerik değerlendirmesi yapması. Gerekçe tam da bu üç noktada Mahkeme’nin bakışını yansıtıyor.

***

İlk olarak, “mahkeme başvurunun konusunun tutuklamanın ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiası olduğunu belirterek başvurucuların tutuklama kararına itiraz etmek suretiyle başvuru yollarını tüketmiş olduklarını tespit” ediyor. Diğer bir deyişle başvuru suçun içeriği ile ilgili olmayıp, o konuda başvuru yolları tüketilmiş değil. Ama ifade ve basın özgürlüğü açısından başvuru yolları tüketilmiş durumda, çünkü tutuklamaya itiraz söz konusu özgürlükler açısından olası son başvuruyu ifade ediyor. Nitekim bu yorumun “başvurucular hakkında derece mahkemesinde devam eden davanın esasına ilişkin olmadığını...” vurguluyor.

***

İkinci olarak, Mahkeme herhangi bir tutuklama kararı için iki önkoşulun bulunduğunu hatırlatıyor. Kişinin suç işlediği konusunda ‘kuvvetli belirti’ bulunması ve daha hafif bir tedbirin yeterli olmadığının, yani tutuklamanın “somut olayın koşulları altında ‘gerekli” olduğunun ortaya konması. Oysa bu olayda iddianame ‘haber yapma’ dışında somut bir delilden, ‘siyasal ve askeri casusluk’ isnadını destekleyecek bir olgudan söz etmemekte. Dolayısıyla ortada ‘kuvvetli belirti’ yok… İki gazeteciye soruşturma başlatılmasından altı ay sonra tutuklama tedbirinin uygulanması ise ortada bir ‘gereklilik’ halinin olmadığını ima ediyor. Nitekim Mahkeme tutuklama kararının gerekçelerinin bu tedbirin niçin alındığını açıklayamadığının altını çizmekte.

***

Üçüncü olarak, suçlamaların gazetede haber yayınlama dışında bir olguya dayanmaması nedeniyle, Mahkeme tutuklamanın “haberin içeriğinden bağımsız olarak” ifade ve basın özgürlüğüne yönelik bir müdahale olduğu kanaatini taşıyor. Yanlış anlaşılmasın… Mahkeme temel hak ve özgürlüklere müdahalenin kanuni dayanaklarının bulunduğu konusunda tereddüt göstermiyor. Ancak “tutuklama tedbirinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalini oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi için somut olayın demokratik toplum düzeninde gerekli olma ve ölçülülük koşulları yönünden de incelenmesi” gerektiğinin altını çiziyor. Bu açıdan bakıldığında tutuklamanın “demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü bir müdahale olarak” kabul edilemeyeceğini kayda geçiriyor. Ayrıca böyle bir tasarrufun “genel olarak basın üzerinde caydırıcı bir etki doğurabileceği de” ekleniyor.

***

Kısacası Anayasa Mahkemesi Gül ve Dündar’ın tutuklanmasının ‘hakkaniyetli’ bir tedbir olmadığını, iddianamenin bu açıdan yetersiz kaldığını ve ölçüsüz bir tedbir olarak kullanıldığında bizatihi tutuklamanın ifade ve basın özgürlüğü açısından bir hak ihlali oluşturduğunu söylüyor… Yani ne kendisini birinci mahkeme yerine koyuyor, ne de esasa müdahalede bulunuyor. Delil değerlendirmesi yapmıyor ama delil içermeyen bir iddianameyi de görmezden gelmiyor… Hakkaniyete riayet etmeyen hukuki tasarrufların kamu vicdanı sınavından geçemeyeceğini hepimize hatırlatıyor.

Not: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı E.Mungan, M.Kaya ve K.Ersoy adlı üç akademisyenin yakalanması ve gözaltı işlemine tabi tutulmaları için Emniyet’e yazı yazdı ve tutuklandılar. AK Parti’yi vurmak gibi bir kasıt yoksa, hukukun taammüden katli herhalde budur…"

İlgili Haberler