Kültür-Sanat

Leonardo DiCaprio o sahneyi anlattı: Boz ayının nefesini hissedeceksiniz

Ünlü aktör, yeni filmi 'The Revenant'la ilgili açıklamalarda bulundu

10 Ocak 2016 14:58

'The Revenant'ta rol almasıyla birlikte yeniden beyaz perdeye dönen Leonardo DiCaprio, boz ayının saldırısına uğradığı sahne hakkında, "Tam saldırı sırasında vızıldayan sineğin sesini duyacaklar mesela, boz ayının nefesini hissedecekler. O anda neredeyse yeni bir duyunuz uyanacak" dedi.

Yeni filmini "Sinemada eşi benzeri yok" sözleriyle tanımlayan DiCaprio,  "Uçsuz bucaksız manzaranın ortasında müthiş kanlı geçen savaşları izlerken aynı zamanda sinsice, kısa bir an için odaklanıp uzaklaşan kamerayı görüyorsunuz. Sinema tarihinde böyle bir film daha olduğunu sanmıyorum" ifadelerini kullandı.

Habertürk'ten Gizem Sevinç Selvi'nin ünlü aktörle yaptığı röportajın ilgili bölümü şöyle: 

Biraz filmin öncesini konuşalım. Hugh Glass’ın hikâyesi gerçek bir hikâye.

Glass, vahşi sayılabilecek bir avcı komününe liderlik ediyor ve bir şekilde hayatta kalabilmeye çalışıyor. Çünkü bir yerli, kabile kamplarına saldırarak gruptan çok sayıda kişiyi öldürüyor. İz sürmeye devam ederken 2 boz ayı yavrusuyla karşılaşma sahnesi ve ardından anne ayının korkunç saldırısına uğraması nefes kesici. Sonrasında neredeyse ölüyken gruptan kopuyor.

Boz ayının saldırısına uğradığınız sahne inanılmaz gerçekten, bu arada birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.

Bu sahne izleyicinin perdede yaşayabileceği en akıl almaz, en müthiş sinematik deneyimlerden biri olabilir. Tüm bu sahneleri çekmek tahminlerin ötesinde zor oldu ama Alejandro’nun, seyirciyi sahnenin içine çekmek, üstelik bunu olağanüstü bir derinlikle yapmak gibi bir yeteneği var. Tam saldırı sırasında vızıldayan sineğin sesini duyacaklar mesela, boz ayının nefesini hissedecekler. O anda neredeyse yeni bir duyunuz uyanacak, nefesiniz kesilecek. Tüm sinema tarihine bakıyorum da, sanırım her şeyin ötesinde başardığımız şey bu oldu.

Filmde kesin olarak belirlenmiş bir zaman aralığı göremiyoruz, bu sorun yarattı mı?

Kesinlikle. Böyle bir film yapmanın bilim-kurgu yapmaktan pek bir farkı yok; çünkü kullanılabileceğiniz tarihi bilgi çok sınırlı. Yalnızca izleyiciden söz etmiyorum, uzman tarihçilerin bile o dönem hakkındaki bilgisi çok sınırlı. Bu gerçekten, Amerika’nın Amerika olmasından öncesine dayanıyor. Bu bölge o dönemde gerçek bir vahşete ev sahipliği yapıyor, bugünün Amazonları gibi. Filmde tasvir edilen dönem, yerlilerin yaşadığı ve daha önce hiç dokunulmamış bir bölgeyi, beyazların kapitalist amaçlarla nasıl sömürdüğünün ilk resmi aslında. Çünkü kürk ticareti, altına ve petrole hücum dönemlerinin de öncesine dayanıyor. Kürk, bölgeden Avrupa’ya ihraç edilen ilk şey olabilir. Dolayısıyla burada Fransızlar, İngilizler ve o dönem Amerikan Amazonlarına sızan herkes var. Şaka değil, tüm bunlar Lewis ve Clark’tan da, bu kara parçasının neye benzediğini anlamak için kaşifleri buraya göndermemizden de önceydi.

O dönemi nasıl araştırdınız?

Araştırmaların çoğu, dönemin gerçek kürk tüccarlarının günlüklerine dayanarak yapıldı çünkü o döneme ait ne bir roman, ne bir yazar ne de bu vahşeti görmek üzere oraya giden bir gazeteci var. Gerçekten oraya avlanmaya giden adamlar dışında kimse yoktu. Haliyle fotoğraf da yok; yalnızca gravürler ve Amerikan yerlilerinden kalan hikâye ve çizimler fikir verebilirdi. O dünyayı baştan yaratmak zorundaydık. Dediğim gibi, birçok açıdan bilimkurgudan farkı yok.

Bu arada film inanılmaz sürükleyici, izleyiciye gerçekten orada olduğunu hissettiren bir havada ilerliyor. Filmin en iddialı noktalarından birinin bu olduğunu söylemek haksızlık olmaz herhalde?

Kesinlikle. Mesela çekimler tamamen doğal ışıkla yapıldı. Günün büyük bölümünde prova yapıyor ve sonra doğal ışığı yakalayabildiğimiz birkaç saat içinde çekimi bitiriyorduk. “Barry Lyndon” tarzı filmleri düşünecek olursanız hepsi ya doğal ışıkla ya da mum ışığında çekilmiştir zaten. Biz bunu bir adım öteye taşıdık çünkü neredeyse ışığın olmadığı bir yerdeydik! Alejandro, bundan epik bir samimiyet çıkarmayı bildi. Uçsuz bucaksız manzaranın ortasında müthiş kanlı geçen savaşları izlerken aynı zamanda sinsice, kısa bir an için odaklanıp uzaklaşan kamerayı görüyorsunuz. Sinema tarihinde böyle bir film daha olduğunu sanmıyorum. Karşılaştırmak da çok zor, çünkü birçok farklı unsurun bir araya geldiği, ciddi bir kombinasyon söz konusu. Ama kesinlikle Hollywood stüdyo sisteminde benzerine sık rastlanmayan, ihtirasın tavan yaptığı işlerden biri bu. İntikam arayışındaki bir adamın basit, doğrusal hikâyesi evet, ama bunun yanında büyük bir ustalıkla sinematik bir şiire evriliyor.

Filmdeki otantik duyguyu ayakta tutan bir diğer önemli faktör de çekimlerin yapıldığı bölge.

Alejandro, el değmemiş bir bölgede olmak istedi, bu yüzden Kanada’yı seçtik. Oradaki ormanların ve nehirlerin çoğu hâlâ bakir ve hâlâ bu tip yerlere ulaşmak çok kolay değil. Bizimle birlikte oradan oraya taşınan, büyük bir ekibimiz vardı. Dolayısıyla Alejandro’nun her sahne öncesi muazzam bir keşfe çıkması gerekiyordu. Filmi gerçekten sürükleyici bir tablo gibi çekmek istedi, bulunacağımız her alanı didik didik hesapladı.

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın