03 Ocak 2021 13:13
Meteoroloji Mühendisleri Odası'nın Ocak 2021 Bülteni'nde yer alan "Kentsel Su Yönetimimizin Durumu" başlıklı rapora göre "2050 yılında dünyada 6 milyara yakın insanın kentlerde yaşayacağı tahmin ediliyor. Bu kentlerin büyük bölümü bugün bile trafik, plansızlık, yetersiz enerji ve su temini, yetersiz altyapı, iklim değişimi etkileri, deprem, taşkın riskleri ve bu risklerin kötü yönetimi, kayıtsız
ekonomi, iklim ve savaş göçmenleri ,güvenlik gibi baskılarla karşı karşıya."
Raporda Türkiye'deki büyükşehirlerdeki kayıp-kaçak su oranları da yer aldı. Buna göre içme suyu şebekelerinde kayıp ve kaçak oranı ortalama %50. Halen, büyükşehir belediyelerindeki ortalama su kayıp kaçak oranı % 32 civarında. Bu oran, bazı büyükşehir belediyelerinde % 65’e kadar çıkıyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ‘nin 2017 raporuna göre dünyada
ülke içindeki göçmenlerin % 80’i ile çeşitli şekillerde göçe zorlanan mültecilerin % 60’ı
kamplar yerine kentlerde yaşıyor.
Kentlere göçlerin artması kent yönetimi üzerinde daha çok su, gıda ve enerji temini gibi
yaşamsal ihtiyaçların karşılanması baskısını arttırıyor. İklim değişimi ise kuraklık, kent
selleri riskleri ve sıcaklık dalgaları yaratmanın yanısıra deniz suyu yükselmesi ile kentlerin
fiziki geleceğini de tehdit etmektedir. Bu tehdit altında, özellikle bu baskılarla karşılaşmakta
olan kentlerde iklim değişimine uyum ve zararların önlenmesi konusundaki tedbirlerin
önceliği artmaktadır. BM Raporlarına göre gelecek 30 yıl içinde kentlerin su ihtiyacında %50-70 oranında artış bekleniyor.
Son yıllarda uzmanlar yağışların şiddetinin ve sıklığının arttığı, kent sellerinin geçmişe
nazaran daha çok yaşandığı ve büyük zararlar verdiği konusunda görüş birliği içindedirler.
İlaveten, bilim insanları gelecek yıllarda yağışların sıklığı ve şiddetindeki artışların süreceğini
ileri sürmektedirler. Taşkınların yanısıra kentlerde kuraklık bağlantılı su sıkıntısı da
artmaktadır. Yapılan araştırmalar, dünyada halen 4 kentten birinin su sıkıntısı yaşadığı, bu
sıkıntının kentlere yakın nehir havzalarında daha çok hissedilmesi söz konusu olan iklim
değişikliği etkileri ile daha da artacağını ortaya koyuyor.
Tüm bu gelişmeler ve projeksiyonlar kentlere su temini ve su hizmetleri yönetiminin tekrar
ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu ihtiyacın doğal olarak bütünleşik bir yaklaşımla ele
alınması gerekmektedir. Bu nedenle kentlerin planlanmasından bu planların uygulanmasına
ve temel ihtiyaçların yönetilmesine imkan tanıyacak bir anlayış değişimine ihtiyacımız
bulunmaktadır. Bu bütünleşik yaklaşımın içinde sürdürülebilir su ve atık su yönetimi hizmeti,
talebi sürekli ve yaşamsal bir özellik taşıdığından dolayı daha öne çıkmaktadır.
Kentsel su kullanımı, dünya genelinde toplam su kullanımının ortalama % 10’u gibi
göreceli olarak düşük bir değer gibi görünse de talebinin sürekli olması ve yaşamsal bir
ihtiyaç olması nedeniyle diğer sektörel kullanımlardan daha farklı bir önem taşımaktadır.
Kentsel su teminin kesintiye uğraması veya kalitesinin düşmesi günlük insan yaşamını
doğrudan ve kısa sürede etkilediği için de toplumsal, siyasal etkileri de daha radikal
olmaktadır. Bu nedenle kentsel su temininin düzenliliği, kalitesi ve sürekliliği su yönetimi için
dikkat gösterilmesi gereken bir alandır.
Ancak buna rağmen kırsaldan kente göç, düzensiz kentleşme ve iklim değişimi baskısı altında
kalan kentsel su yönetimi dünyanın çeşitli bölgelerinde artan bu talebi karşılamakta zorluklar
yaşamaya başlamıştır. Bu durum, dünyadaki megakent yöneticilerinin merkezi hükümetlerin
dışında iklim değişimine karşı alınacak önlemler konusunda birlikte hareket ettikleri
uluslararası bir ortam da yaratmış durumdadır.
Kentlerin karşı karşıya kaldığı bu baskılar, sistemik bir anlayışla kentlerimizi diğer sorunların
çözümünün yanısıra “kuraklığa dirençli kentler” haline dönüştürmemizi de gerekli
kılmaktadır. Bu alandaki çalışmalarda Yeşil Kent, Esnek Kent, Dirençli Kent gibi
kavramların oluşmaya başladığını hepimiz biliyoruz. Bu çalışmalar arasında su dostu akıllı
kentlere geçiş de öne çıkmaktadır. Çünkü dünyanın birçok kentinde su hizmetleri yöneticileri
su temini sıkıntısı ve kent taşkınlarının önlenmesi gibi problemlerle son dönemde daha sık
karşılaşıyorlar. Artan bu sorun, konunun yukarıda açıklanan yaşamsal önemi nedeniyle
kentsel su yönetimini zorlamaktadır. Bu nedenle, hızlı ve kısa süreli çözümlere ihtiyaç her
geçen gün artmaktadır. Ancak, artan tehditler konuyu sistemik bir yaklaşımla ele alıp şehir
planlama ve su temininde yeni anlayışlara geçiş gibi yaklaşımları da zorunlu kılmaktadır.
Buradan yola çıkılarak geliştirilen “Su Dostu Akıllı Kent” mantığı kapsamında öncelikle
suyun bir sıkıntı kaynağı yerine yaşamsal öneme sahip kısıtlı bir doğal kaynak gibi ele
alınması gerekiyor. Bazı uzmanların öne sürdüğü gibi, suyu akıllı kullanan kentlere geçiş
aynı zamanda şehir hayatının kalitesinin arttırılması için bir fırsat oluşturmaktadır.
Türkiye, su fakiri değil ama ama zengini de değil; dolayısıyla, suyunu akılcı, planlı ve
koordinasyon içinde kullanmaya zorunlu bir ülkedir. Türkiye uzun yıllar sonra bir Ulusal Su Planı 2019-2023 hazırlamış ancak bu planı uygulamaya geçirmede zorluklar
yaşamaktadır.
DSİ Genel Müdürlüğü havza ölçeğinde master planlar hazırlarken, Su Yönetimi Genel
Müdürlüğü de havza ölçeğinde Su Yönetim Planları, Sektörel Su Tahsisi Planları, İklim
Değişikliğinin Su Kaynakları Üzerine Etkileri Projesi, Taşkın Yönetim Planları ve Kuraklık
Yönetim Planları gibi çok önemli çalışmaları büyük oranda tamamlamış durumdadır. Ancak
bu planların amaç ve hedeflerinin su kullanıcıları ve su yöneticileri tarafından özümsenmesi
ve havza yönetim çalışmalarında ortak kararlara daha kolay dönüşmesi için koordinasyon ve
bilgilendirme eksikliği bulunmaktadır.
Ülkemizde suyun yaklaşık %75’i tarımsal sulamada kullanılmaktadır. Bu oranın yüksekliği
yıllardır olumlu bir gösterge olarak algılanmıştır. Esasında, tarımda suyun kullanım oranı ile
su yönetiminin gelişmişlik derecesi arasında doğrusal bir ilişki yoktur. Tarımda suyun
kullanım oranının yüksekliği, o ülkede tarımın gelişmiş olduğunu göstermez, bilakis tarımsal
su kullanımındaki verimsizliği ifade eder. Bu oran gelişmiş ülkelerde % 50 civarındadır.
Sulama suyunun daha verimli kullanımına destek olabilmek için DSİ 25 yıl önce sulama
hizmetlerini Sulama Birliklerine devretmiştir. Ancak, bu sistem yürümediğinden, 2018
yılından itibaren u birliklerin mali ve idari yetkileri tekrar DSİ yönetimine geçmiştir.
Türkiye’de yaklaşık 483 bin hektar arazi sulayan Yeraltısuyu Sulama Kooperatifleri ise mali,
idari ve kurumsal altyapı olarak çok işlevsiz durumda bırakılmıştır. DSİ verilerine göre
yaklaşık 1500 kooperatif 12 000 kuyudan su çekmektedir.
Yeraltı suyunun plansız çekimleri sonucunda su seviyesinin giderek düşmesi ve uygulanan
tarım politikaları sonucu çiftçiler enerji borçlarını ödeyemez duruma gelmiştir. Özetle
ülkemizde tarımsal sulamada katılımcı yönetimin ana unsurları olan su kullanıcı örgütlerinin
hiçbir etkinliği kalmamıştır. Bu da suyun en çok kullanıldığı bu alanda suya sahip çıkılmasını
zorlaştırmaktadır. Diğer yandan, sulama hizmetlerinin özel sektöre devri gibi bir politikanın
yasal altyapısının hazırlandığı da yakından takip edilmektedir. Sulama Kooperatifleri de dahil
olmak üzere tüm kırsal kalkınma vb kooperatiflerinin yenilikçi bir anlayışla yeniden ele
alınarak yapılandırılması gereklidir.
Büyükşehir Belediyelerine bağlı Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlükleri Türkiye
nüfusunun % 78’ine su temini ve atıksu uzaklaştırma hizmeti vermektedir. Ayrıca
büyükşehirlerimizin birçoğu her yıl en fazla göç alan illerimiz arasında olup, su abone sayısı
her yıl hızla artmaktadır. Son 10 yıldır iklim değişikliğinin kuraklık ve ani şehir selleri olarak
etkileri artmıştır.
Bu nedenle, bu illerimizdeki vatandaşlarımızın su temini ve çevre sağlığı konusundaki talep
ve isteklerinin en hızlı ve en ekonomik şekilde sağlanabilmesi için her türlü tedbirin önceden
düşünülmesi gereklidir. Bu kapsamda bu illerimizde toplumcu ama gerçekçi su politikalarına
ihtiyacımız vardır. Su bedelleri tespit edilirken uluslararası kabul görmüş kriterler dikkate
alınmalı ancak ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik krizin yerel yönetimlere yansımaları da
gözardı edilmemelidir. Burada kriterimiz su ve atıksu faturasının en düşük % 20’lik gelir
dilimindeki hane halkı gelirindeki ortalama payının % 5’ini geçmemesi olmalıdır.
© Tüm hakları saklıdır.