Sözcü yazarı Zeynep Gürcanlı, bir milletvekilinin yeni nüfus cüzdanlarında zorunlu olan parmak izi vermeyi reddettiğini iddia etti. Gürcanlı, "Bir milletvekilinin, 'benim parmak izimi alamazsınız' diyerek, görevlilere parmak izi vermeyi reddettiği konuşuluyor TBMM kulislerinde… Görevlilerin, 'idari bir görevi de olan' vekilin bu çıkışına karşı ise çaresiz bu isteği kabul edip kendisine 'parmak izi içermeyen' yeni nüfus cüzdanını teslim ettikleri söylentisi kulislere yayılmış durumda" diye yazdı.
Zeynep Gürcanlı'nın Sözcü gazetesinin bugünkü (21 Kasım 2016) nüshasında yayımlanan 'Batı ile kavganın nedeni…' başlıklı yazısı şöyle:
Gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, gerekse AKP'liler bugünlerde pek meşgul;
Batı'yla kavga halindeler…
Gün geçmiyor ki, bir AKP'li çıkıp ABD'yi, Avrupa'yı “teröre destek vermekle” suçlamasın…
Batı aynı Batı; geçmişte de PKK'ya, PKK'lılara sahip çıkıyorlardı. Şimdi de yapıyorlar.
Burada asıl soru, AKP 14 yıllık iktidardan sonra neden birden bire şimdi Batı karşıtı olmaya karar verdi?
Bunun birkaç nedeni var:
– BATI KARŞITLIĞI ÜZERİNDEN BAŞKANLIK PROPAGANDASI
Batı ülkelerinin PKK'ya kol kanat gerdiği, bunu bir terör örgütü olarak görmediğine ilişkin o kadar çok kanıt var ki… Ancak bu durum yeni değil… PKK 30 yıldır terör yapıyor, Batı 30 yıldır PKK'ya destek oluyor, 14 yıldır Türkiye'de iktidar olan AKP ise ancak şimdi Batı'ya karşı sesini yükseltiyor.
Sadece terör konusu da değil Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye'ye pek çok konuda 30 yıldır çifte standart uyguluyor. Kıbrıslı Rumların AB'ye üye yapılıp, Türkiye'nin süründürülmesinden tutun Ermeni konusuna, Ankara Antlaşması'nda olmasına rağmen Türk vatandaşlarına bir türlü serbest dolaşım hakkı verilmemesi bile bu çifte standardın somut örnekleri.
Ancak AKP neden 14 yıldır susup da, birden bire bu kadar Batı karşıtı oldu, ona bakmak gerekir.
Zamanlama manidar… Batı'ya karşı bu kadar yüksek sesle bağırıldığı dönemde, Türkiye'de başkanlık sistemi de yeniden tartışmaya açılıyor. Batı karşıtlığı üzerinden bir çeşit “başkanlık” propagandası yapılıyor, “Tek elden, güçlü yönetimle”, Batı'yla mücadele mesajı veriliyor. Batı'nın 30 yıldır uyguladığı çifte standart yüzünden Türkiye toplumunda kabul de görüyor.
– BATI'YA KARŞI SES YÜKSELTİP, GELECEK ELEŞTİRİLERİ ÖNCEDEN BOŞA ÇIKARMAK-
FETÖ'nün gerçekleştirdiği darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal ile binlerce kişi hapse atıldı, kamudan çıkarıldı, mal varlıklarına el koyuldu. Sırf (devlet tarafından bankacılık ruhsatına zamanında el konulamamış) Bank Asya'ya para yatırdığı için ya da FETÖ bağlantılı (ve devlet tarafından zamanında kapatılmamış) sendikalara üye oldukları için işten çıkarılan kişilerin sayısı tam olarak bilinmiyor. Bu gibi mağdurların sayısının yüzbinlere ulaştığı konuşuluyor. Batı'dan, özellikle de Avrupa'dan bu işten çıkarmalar, gözaltılar, tutuklamalar konusunda gelen eleştiriler de gün geçtikçe artıyor. AKP hükümeti de, Batı'yı “teröre destek” vermekle suçlayarak, gelen eleştirileri daha en baştan boşa çıkarmaya çalışıyor. Türkiye “terör” derken, Avrupa “adaletten” bahsediyor ama gelen pek çoğu haklı “adalet/hukuk” eleştirileri, “terör destekçisi Batı” bağırtıları arasında kaybolup gidiyor.
– AİHM'DEN GELECEK ÇOK YÜKSEK TAZMİNAT ENDİŞESİ
Türkiye'nin olağanüstü hal kapsamında yaptığı uygulamalar, insan hakları açısından pek çok mağdur yarattı. O kadar ki, artık hükümet üyeleri bile mağduriyetlere karşı alınabilecek önlemlerden bahsetmeye başladı. Bu mağduriyetlere OHAL kapsamında Türkiye içinde hukuksal bir çözüm bulmak da pek mümkün görünmüyor. Bu durumda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) önümüzdeki dönemde devreye girip, birbiri ardına Türkiye'yi mahkum eden kararlar alması muhtemel. Düşünün; binlerce mağdur, binlerce karar, çok yüksek miktarlarda tazminat…
Oysa Türkiye bir şekilde Batı'yla bağını koparırsa, mesela Avrupa Konseyi üyeliği askıya alınır, AB'yle üyelik müzakereleri kesilirse ne olur? Hükümetin eli AİHM'e karşı rahatlamaz mı? AİHM kararlarını uygulamamanın, uygulamada gecikmenin ya da hiç tanımamanın önü açılmaz mı?
Hem Avrupa Konseyi, hem AB'yle ilişkileri kesmenin yolu da kolay… İdam cezasının yeniden uygulamaya konulması yeterli… Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, AKP'lilerin, hukuken 15 Temmuz darbecilerini idam edemeyeceklerini bile bile idam cezası konusundaki ısrarına bir de bu açıdan bakmak gerekiyor.
– GÜNDEM “TERÖR DESTEKÇİSİ BATI” OLUNCA, KİMSE EKONOMİDEN BAHSETMİYOR-
Doların TL karşısında hızlı yükselişi, işsizlik oranlarında rekor kırılması, büyümenin eksiye doğru ilerlemesi… Batı'nın teröre verdiği desteği çevirip çevirip yeniden gündeme getirmenin bir getirisi de bu; Türkiye'de kimse kötüye giden ekonomiden bahsetmiyor. Bahsetmeye kalkanlara ise “ama terör…” diye başlayan cümlelerle karşı çıkılıyor. Ekonomisi güçlü olmayan bir ülkenin, hem terörle mücadele etmesi, hem ülke dışında, Suriye ve Irak'ta operasyonlar yapmaya kalkışmasının ne kadar “sürdürülebilir” olduğunu ise hiç kimse dile getirmiyor.
Kısacası;
Batı'ya karşı bağırıp çağırmanın pek çok olası getirisi var bugünlerde… AKP de bu kozu, doğrusu iyi kullanıyor…
ANKARA FISILTISI
VEKİLLERİN PARMAK İZİYLE İMTİHANI
Türkiye'de yeni nüfus cüzdanları dağıtılmaya başlandı.
Yeni kimliklerimizde elekronik bir çip de bulunuyor. O çipin içinde ise nüfus ve kimlik bilgilerimizin yanı sıra bir de parmak izimizin olması gerekiyor.
Yani, eğer normal vatandaşsanız bu böyle…
Ama TBMM'de işler biraz farklı…
Yeni nüfus cüzdanlarının vekillere dağıtımı için TBMM'de de bir banko kurulmuş durumda…
Vekiller gidip, parmak izlerini, fotoğraflarını ve nüfus bilgilerini verip, yeni nüfus cüzdanını alıyor.
Ama hepsi değil…
Bir milletvekilinin, “benim parmak izimi alamazsınız” diyerek, görevlilere parmak izi vermeyi reddettiği konuşuluyor TBMM kulislerinde…
Görevlilerin, “idari bir görevi de olan” vekilin bu çıkışına karşı ise çaresiz bu isteği kabul edip, kendisine “parmak izi içermeyen” yeni nüfus cüzdanını teslim ettikleri söylentisi kulislere yayılmış durumda…
Umarım yanlış bilgidir…