Sözcü yazarı Saygı Öztürk, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak kulis yazdı. Öztürk, darbe girişimi sırasında Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal ile Eskişehir'deki Muharip Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Şanver'in rehin alındığı düğünde, darbecilerin emekli bir generali de kelepçe takarak götürmek istediklerini ancak 'emekli olduğunu' öğrenince orada bırakıp gittiklerini öne sürdü.
Saygı Öztürk'ün, Fenerbahçe Orduevi'nde yaşananlarla ilgili olarak yazdığı kulis şöyle:
Cuma akşamı Fenerbahçe Orduevi'nde emekli bir generalin kızının düğünü vardı. Düğün devam ederken içeriye giren “darbeci” gruptan bazı askerler, düğünde bulunan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal ile Eskişehir'de bulunan Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanı Korgeneral Mehmet Şanver'e kelepçe takıp götürdü.
Onlarla birlikte aynı masada oturan emekli bir generali de götürmek istediler. Ona da kelepçe taktılar. Ancak onun emekli olduğunu öğrenince kelepçesini çözdüler ve orada bırakıp gittiler. Hava Kuvvetleri Komutanı Ünal ve Korgeneral Mehmet Şanver'in de uzun süre nerede tutulduğu öğrenilemedi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde “cemaatçi” oldukları gerekçesiyle çok sayıda askerin emekliye sevk edilmeleri bekleniyordu. Geçmişte cemaatçiyi, tarikatçıyı yükseltenler, hak etmeyenleri sırf “cemaatçi” diye terfi ettirenler çok geç kaldıklarının farkına vardı.
Saygı Öztürk'ün, "Düğünde kelepçeleyip götürdüler" başlığıyla yayımlanan (17 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
15 Temmuz 2016 uzun bir geceydi. Bomba sesleri altında bir taraftan haberlerimizi yazıyor, bazen de kendimizi yere atıyorduk. İki silahlı güç olan asker ve polisin çatışması ve aldığımız haberler içimizi yakıyordu. Biraz geriye gittiğimizde polise ağır silahlar alınmaya başlandığında dönemin İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu, “Artık asker darbe yapmak istese bile yapamaz” diyordu. Darbeye kalkışıldığında başlangıçta askeri polisin emrine girdiği izlenimi vardı. Ancak bunun öyle olmadığı kısa süre sonra ortaya çıktı.
Darbe girişimi sonucu 3 bin civarında askerin gözaltına alındığı açıklandı. İşte burada “Nerede bu devletin istihbaratı?” diye sormak gerekiyor. Darbeye kalkışanlar kendilerine göre atamalar yapmış, sıkıyönetim komutanlarını belirlemiş, Türkiye'nin hemen birçok ilinde “darbe günü” hazırlığı yapmış ama bunlar hiç duyulmamış. Allah aşkına bu ülkenin MİT, Emniyet ve Jandarma İstihbaratı, Kuvvet Komutanlıkları bünyesindeki “İstihbarata Karşı Koyma” birimlerinin bu kadar uyuduğu bir ülke olur mu?
O gün 'çetenin hakimi' demişlerdi
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nde askerlerin yargılandığı “Kafes Eylem Planı”nın sanıklarından biri de Koramiral Kadir Sağdıç'tı. Mahkeme Başkanı Oktay Kuban, 2010 yılının Temmuz ayında yapılan duruşmada Koramiral Sağdıç'a, “Size yapılan bir komplo mudur? Komploysa, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) komplonun içinde olanlar var mı? Bunların rütbeleri nereye kadardır?” diye sordu. Amacı, o dönem TSK'daki cemaatçi yapılanmaya dikkat çekmekti.
O gün bir bakan, Mahkeme Başkanı Oktay Kuban'ı “çetenin hakimi”, “sanık avukatı gibi davranıyor” diye eleştirmişti. Koramiral Kadir Sağdıç'a “mahkeme başkanının bunu niçin sorduğunun” hiç üzerinde bile durulmadı. Aslında o gün gereği yapılmaya başlanmış olsaydı, “darbe günlüğü” de yazılamayacaktı.
Bu noktalara getirenler kim?
Gözaltına alınanlar arasında albay, tuğgeneral, tümgeneral, korgeneral hatta orgeneral rütbesinde olan komutanlar var. Peki, bunların hemen tamamı AKP döneminde bu makamlara getirilmedi mi? Yüksek Askeri Şura'da bu komutanların terfilerinde Başbakan ve Cumhurbaşkanımızın imzaları yok mu? Peki onların, cemaatçi olduğu o dönem bilinmiyor muydu? Bilinmez olur mu? Onlar ne istediyse verenler kimdi? Çok acı olaylar yaşandı. Askerle polis karşı karşıya geldi. Birbirlerini vurdular, kırdılar. Emirle sokağa çıkan tatbikata gittiğini sanan erler vatandaşlar tarafından linç ediliyordu. Hepsi kan revan içindeydi. Jandarma Genel Komutanlığı'nda, Terörle Mücadele Dairesi Başkanı Turgut Aslan ve koruması polis memuru Hasan Gülsoy elleri kelepçelenip bodrum kata indirildi. Gülsoy şehit edildi. Aslan ise yaralı olarak Gazi Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırılıp, ameliyata alındı.
Siyasetçilerin sustuğu, “ne oluyor?” diye öğrenmeye çalıştıkları saatlerde gelişmelerin kaderini değiştiren kişi ise 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar'dı. Çünkü o konuşana kadar, tavrını koyuncaya kadar büyük bir belirsizlik vardı. Siyasiler de sessizdi. Ümit Paşa'nın ardından komutanlar arka arkaya açıklamalar yaptı ve siyasiler de konuşmaya başladı.
Darbe bahanesiyle
Darbe önlendi ama “darbe kalkışması” gerekçe gösterilip TBMM'de sayısal çoğunluğa da dayanıp antidemokratik yasaların çıkarılabileceği endişesi var. Toplumu bölen, ayrıştıranlar, bunun için yeri geldiğinde dini de kullanıyor. Gece yarısı sala okunması, minarelerden halkın meydanlara çıkmasının istenmesi de tehlikeli tırmanışlar arasındaydı. Darbe girişiminin ardından yeni düzenlemeler yapılırken muhalefeti tam anlamıyla susturma planları olanlar da bunu kafalarından çıkarmalı. İşin ilginç yönüne de gelelim: Balyoz, Ergenekon gibi davalarda askerler, yapılmayan “darbeyle” Türk Ceza Kanunu'nun 311. Maddesi'ne göre yargılandı. Darbeye gerçekten teşebbüs edenler de aynı maddeden yargılanacak. Askerde emir-komuta zinciri var. Yargılama yapılırken darbecilerle, emirleri yerine getirmekle görevli askerlerin birbirinden ayırt edilmesi gerekiyor.
Orduevinde olanlar
Cuma akşamı Fenerbahçe Orduevi'nde emekli bir generalin kızının düğünü vardı. Düğün devam ederken içeriye giren “darbeci” gruptan bazı askerler, düğünde bulunan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal ile Eskişehir'de bulunan Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanı Korgeneral Mehmet Şanver'e kelepçe takıp götürdü.
Onlarla birlikte aynı masada oturan emekli bir generali de götürmek istediler. Ona da kelepçe taktılar. Ancak onun emekli olduğunu öğrenince kelepçesini çözdüler ve orada bırakıp gittiler. Hava Kuvvetleri Komutanı Ünal ve Korgeneral Mehmet Şanver'in de uzun süre nerede tutulduğu öğrenilemedi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde “cemaatçi” oldukları gerekçesiyle çok sayıda askerin emekliye sevk edilmeleri bekleniyordu. Geçmişte cemaatçiyi, tarikatçıyı yükseltenler, hak etmeyenleri sırf “cemaatçi” diye terfi ettirenler çok geç kaldıklarının farkına vardı.