88 yaşında hayatını kaybeden duayen gazeteci ve yazar Çetin Altan, bugün son yolculuğuna uğurlandı. Çetin Altan'ın da bir dönem yaşadığı Basınköy'deki çocukluk anılarını bugünkü köşesine aktaran Hürriyet yazarı İsmet Berkan, "Benim Çetin Altan'ım büyük çoğunluğun Çetin Altan'ından farklı bir insan" dedi.
İsmet Berkan, Çetin Altan'ın 1974 yılında cezaevinden çıktıktan sonra Basınköy'e gelişini "Yıl herhalde 1974 olmalı. Çetin Altan hapisten çıkmış, Basınköy’e evine geliyor. Mahalle çapında ufak bir sansasyon ve kutlama vesilesi, herkes sokakta onu bekliyor. Nihayet bir otomobil geliyor, Çetin Altan iniyor arabadan, sessiz bir sevinç, bekleyenlere el sallıyor, evine gidiyor" sözleriyle aktardı.
İsmet Berkan'ın Hürriyet'in bugünkü (23 Ekim 2015) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
Benim Çetin Altan'ım büyük çoğunluğun Çetin Altan'ından farklı bir insan.
Biraz mecburen öyle.
Herkesin Çetin Altan diye tanıdığı, kiminin kızdığı kiminin ölesiye sevdiği o insanı ben ‘Çetin Amca’ olarak tanıdım; mahallemizde eline doğduğumuz büyüklerimizden, anne babamın arkadaşlarından biriydi.
Mahallemizde, bizim evimiz girişin üst katındaydı. Benim yatak odamın tam altında, ‘Ümit Abla’nın yatak odası vardı ve Ümit Abla ile Mehmet Altan daha o yaşta birbirlerine ölesiye aşıktı (hala da öyleler, kim bilir kaç yıllık evliliğin ardından); içeride odasında Ümit Abla durur, dışarıda Mehmet Altan belki saatlerce o camın altında yukarı doğru bakarak onunla konuşurdu.
Ahmet Altan, mahallemizin futbol takımının sağ açığıydı, aynı takımın stoperi Orhan Kemal’in büyük oğlu Kemali Abiydi, orta sahanın ortasında ise bugünün Milliyet yazarı Mehmet Tezkan’ın ağabeyi Bülent oynardı.
Ahmet Altan’ın kızı Sanem ve oğlu Kerem’in annesi Gülgün Abla da ailesiyle birlikte mahallemiz Basınköy’ün mukimlerindendi. Aşk orada doğdu; Sanem ve Kerem de...
Ahmet, Mehmet ve Zeynep’in anneleri Kerime Abla, mahallemizin en tatlı, en hüzünlü ve en güzel kadınlarından biriydi.
Çocukların Çetin Altan’ı
Yıl herhalde 1974 olmalı. Çetin Altan hapisten çıkmış, Basınköy’e evine geliyor. Mahalle çapında ufak bir sansasyon ve kutlama vesilesi, herkes sokakta onu bekliyor. Nihayet bir otomobil geliyor, Çetin Altan iniyor arabadan, sessiz bir sevinç, bekleyenlere el sallıyor, evine gidiyor.
Biz çocuklar, pek de sınır ve ayıp tanımadığımızdan ve ‘Adam bunca zamandır hapisteydi, karı koca birbirlerini özlemişlerdir’ diye de düşünmeden gece üşüşmüştük evlerine. O bizim Çetin amcamızdı, en fazla bize küfür eder sepetlerdi evden, ama öyle olmadı, hepimize sarıldı o akşam Çetin Abi, sım sıkı sarıldı hem de...
Dedim ya herkesin Çetin Altan’ı başka bir insandı, biz Basınköylülerin Çetin Altan’ı başka bir insandı, diye...
Yavaş yavaş yaşım ve aklım ermeye başladıkça, başkalarının Çetin Altan’ıyla tanışmaya başladım; başladıkça da onunla tartışmaya...
Yarım yamalak Batılılığımız
Yorulmak bilmeyen bir masa insanıydı; dünyanın içkisini içse de muhabbeti, daha doğrusu tartışmayı o yönetir, o konuşurdu.
Türkiye’de Batılılaşma ve her türlü Batılı düşünce akımı konusu, tarih boyunca hep yarım yamalak olmuş, yarım yamalak kalmıştır. Çetin Abi ile bu konuyu çok konuştuğumu, hatta aslında böyle bakmayı ondan öğrendiğimi hatırlıyorum.
Bir zamanlar Türkiye’de sosyalizmin sembol ismi olan Çetin Altan zaman içinde özgürlükçü eşitlikçi demokrat bir çizgiye gelmişti. Bu değişimi ‘sol’ aydınlar hiç affetmedi; ne dönekliğini bıraktılar Çetin Abinin ne satılmışlığını.
Bilge insan Çetin Altan
Oysa Çetin Abi özellikle 80’lerden itibaren bir nevi ‘bilge insan’ kategorisine konumlamıştı kendini ve orada durup ‘bilge’liğin hakkını vermeye de kararlıydı.
Gündelik siyasetin üzerindeydi; mesleksiz kitlelere dikkat çekerken eğitim sisteminin belirleyiciliğinden, darağacına gönderdiğimiz padişah ve sadrazamları anlattığında eşitlikçi demokrat düşünceye uzaklığımızdan söz ediyordu.
Yıllar sonra onun Sabah gazetesinde yazdığı yıllarda bir akşam yemeğinde çocukluktan kalma alışkanlıkla ‘Çetin Amca’ dediğimde beni yerin dibine sokmuştu, şimdi burada tekrar edemeyeceğim sözlerle. Ona ‘Abi’ demeliydim, ‘Amca’ değil. O yüzden bu yazı ‘Abi’ denerek yazılıyor, ‘Amca’ değil!
Ben hayatı onun kadar seven ve iyi yaşamaya çalışan çok az insan tanıdım.
Herhalde 10 yıl kadar önceydi, bir gece ilgisiz bir yerde rastlaştık, ayaküstü sohbet uzadı, ben cesaretimi toplayıp bir sefer İlhan Selçuk’a da önerdiğim (ve onun kibarca kabul etmediği) şeyi ona söyledim: Neden haftada bir gün olsun yazısını uzatmak pahasına tanıdığı bir mühim meşhur insanın portresini yazmıyordu?
“Yazıyorum ya” dedi, “Öldüklerinde yazıyorum.”