Kültür-Sanat

Kerem Görsev: Kapitalist gibi yaşamayı ve ABD kültürünü seviyorum

"Bu ülkenin Can Dündar'a minnettar kalması gerekiyor"

22 Aralık 2015 11:57

Caz ustası Kerem GörsevMarksist ve Leninist olmadığını, sosyal demokrat olduğunu açıklayarak, "Ben inançlıyım. Kapitalist gibi yaşamayı da severim. ABD kültürünü seviyorum" dedi.

‘Four Days’ adlı yeni albümü raflarda yerini alan Görsev, kendisi çocukken, 12 Eylül döneminde evlerine gelen polislerin babasını götürüp, birkaç ay sonra getirdiğini ve annesinin kitapları sobada yaktığını anlatarak, “Babam inandığı şeyin arkasında dururdu. Çünkü yaptığı şeye inanıyordu. Ben de caz müziğine inanıyorum ve bu müziğin arkasındayım” diye konuştu.

Cumhuriyet’ten Deniz Barış Narlı’ya konuşan Kerem Görsev’in açıklamaları şöyle:

Neler var Four Days’te?

Esasında Bodrum civarında geçen dört güzel günün hikâyesi. Marathi, Leros, Patmos ve Arki adalarında geçen güzel günler. 1994-97 yılları arasında benim hikâyelerimden oluşan besteler. Ernie Watts ile bir dostuğumuz var. Emirgân albümünün turnesini yaparken stüdyoya girelim dedik. Dört saatin sonunda ‘Four Days’ meydana geldi.

Çok kısa sürede kaydetmişsiniz. İyi bir ekip çalışması gerekiyor. Siz nasıl bir ekipsiniz?

Biz neredeyse dokuz senedir aynı ekibiz. Biz üç değişik kuşağız. Kaan (Yıldız) ve Ferit (Odman) 30’lu yaşlarının başında. Ben onlardan bir kuşak üstteyim. Ernie ise benden 14 yaş büyük. Fakat Ernie’nin dışında kalan iki kuşak, yani bizler bir okulla birlikte çaldığımızı biliyoruz. Ernie Watts bir okul. Neredeyse çalmadığı insan yok. Bazen Amerikan filmlerinde arkada saksafon sesi geliyor, Ernie olduğunu anlıyorum. Öylesine kendine özgü bir tınısı var müziğinin. Ondan çok şey öğreniyoruz. Öğrenmenin yaşı yok, bu beni çok mutlu ediyor. Her öğrendiğin şeyden sonra kendini sorguluyorsun. Bunu başkalarıyla paylaşıyor, yeni bir şey çıkarıyorsun. Ben hissettiğim şeyi çalıyor, inandığım notaya basıyorum. Eğer inanmadığım bir şeyi çalarsam bu dinleyiciye de yansır. İnandığım şeyi yapmak babamdan gelen bir gelenek.

Evet babanız hayli ilginç bir insanmış. Türkiye’nin ilk jet pilotu ve sıkı bir komünist olduğu yazıyor.

Evet. Babam Pencere ve Konuk yayınevlerinin kurucusuydu. Babamın bana öğrettiği namuslu, vicdanlı olmak, tüketici değil üretici olmak, bayrağını ve vatanını sevmek, insani duygularını kaybetmemek. Biz de onun öğrettiklerinin çizgisinin dışına çıkmamaya çalışıyoruz.

 

“Evimize polisler gelirdi”

 

Sanırım babanız ünlü barış davasının da sanıklarındanmış. Hatta anılarını yazdığı kitapta 12 Eylül döneminde evinize gelen polislerin yasak bir şeyler var mı diye piyanonuzun kapağını açıp aradığı yazıyor...

Bırak 12 Eylül’ü ben çok daha öncesini yaşadım. Çocuktuk, evimize polisler gelirdi. Annem o zaman kitapları sobada yakardı. Yasak kitaplar filan yaktıklarını hatırlıyorum. Çocukluğumda babamı alıp götürürler, birkaç ay sonra geri getirirlerdi. Babam inandığı şeyin arkasında dururdu. Çünkü yaptığı şeye inanıyordu. Ben de caz müziğine inanıyorum ve bu müziğin arkasındayım. Hayatımın hiçbir döneminde bana istemediğim müziği çaldıramadılar, çaldıramayacaklar da. Ben hissettiğim şeyi yapıyorum, hiçbir müziği küçümsemiyorum, onu da hisseden yapsın diyorum.

Babanız bir dönem de düşünce suçundan yargılanmış. Maalesef o günden bugüne bu tarz tutuklamalar devam ediyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bir kere suç kötü bir şey. Düşüncenin suçu mu olur? Bir şey yazdığından ötürü suçlu olabilir misin? Öteki tarafta adam dünyayı dolandırıyor, hayali ihracatlar yapıyor, insan öldürüyor, onun da ismi suçlu oluyor; o da aynı adliye sarayına polis nezaretinde getiriliyor. Maalesef demokrasisi az gelişmiş memleketlerde bu sorun çok büyük.

 

“Can’ın tutuklanması beklenmedik değil”

 

Evet gazeteciler tutuklanıyor, barış isteyenler suikasta kurban gidiyor... Can’ın da tutuklanması beklenmedik bir şey değildi. Türkiye Can Dündar’ı yaptığı nitelikli gazetecilikten tanıdı. Doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar diye bir söz vardır. Halbuki teşekkür edilecek bir işi ortaya çıkardı. Bu ülkenin ona minettar kalması gerekiyordu. Ne istiyorlarsa ona bir kılıf bulmaya çalışıyorlar. Tahir Elçi’nin de ölümüyle ilgili soru işaretlerinin giderilmesi gerek. Türkiye’de üstü örtülmüş, üzerine beton atılmış o kadar çok konu var ki dozerle bile vurduğunuzda katonun uçları kırılıyor. Esasında böyle titreyecek ve taşlarımızı yere dökeceğiz. Temiz bir toplum olmamız gerekiyor.

 

Şanslı sanatçıyım...”

 

Sanatçılar da nasibini alıyor... Ben kendimi biraz şanslı görüyorum. Benim müziğimde söz olmadığı için (Gülüyor).

Peki, yaşanan bütün bu olaylar için siz ne düşünüyor, ne diliyorsunuz?

Önce sağlık ve barış diliyorum. Televizyona bakıyorsun her gün sokağa çıkma yasağı. Kimin sokağına kimi çıkartmıyorsun. Turnelere yurtdışına gidiyorum. Orada yaşayan köy insanını görüyorsun, sessiz sakin bir hayatın içinde. Şehirler sakin, temiz. Böyle yerlere bile terör sıçramaya başladı. Bunların artık olmamasını diliyorum. Burada da insanların daha çok kültüre, sanata, operaya, baleye, müziğe ihtiyacı var. Bunlar insanları düşündürür. O zaman insanlar sokağa çıktığında adımını dikkatli atar.

 

“Namusumuzla çalışarak kazandık”

 

Bak ben Marksist ve Leninist değilim. Ben sosyal demokratım. Ben inançlıyım. Kapitalist gibi yaşamayı da severim. Caz müziği yapıyorum. ABD kültürünü seviyorum. Denizi, güneşi, tekneyi severim. Ama bunların hiçbirini bir kuruş haram parayla yapmadan namusumuzla karıkoca çalışarak elde ettik biz.

 

“Kaç milletvekilinin evinde piyano var?”

 

TBMM’de 550 milletvekilinin kaç tanesinin evinde piyano olduğunu soralım. Piyano başka bir şeydir. Ya kaçının evinde biraz klasik müzik biraz, caz dinlediğini söyleyin... Kimsenin bozulmasına gerek yok. Sanatta biraz Batı’yı düşünmemiz gerekiyor. Batı Rönesans’ı yaşamış, üzerine bir şeyler koymuşken, bakıyorsun diğer tarafta heykelleri kırıyorlar, yakıp yıkıyorlar. Bu kadar fanatik olmamak lazım. İyi bir Müslüman da doğru konuşan, yalanla işi olmayan, çalıp çırpmayan ülkesi için helal işler yapmaya çalışan insandır.