Mustafa Kemal Atatürk'ün ebediyete intikalinin 70. yılında, yaşamı sırasında ve ölümününden sonra yazılanlarla ilgili yayınlar, onun Türk milletinin kalbinde nasıl eşsiz bir yer edindiğini gösteriyor.
"Milli Mücadele'nin en içten sesi" olarak nitelendirilen Gazeteci, edebiyat tarihçisi İsmail Habib Sevük'ün 1922-1939 arasındaki yazılarının yer aldığı 1939'da basılan "Atatürk İçin" adlı kitabı ile 1937 basımlı "O Zamanlar" adlı kitabından bazı anılar, "Atatürk'le Beraber" adıyla yeniden
yayımlandı.
Gazeteci yazar Lütfü Tınç'ın hazırladığı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan bu yıl çıkan kitapta; Mustafa Kemal'in 13 Mart 1923'te başlayan ve 12 gün süren Adana, Mersin, Tarsus, Konya, Afyonkarahisar ile Kütahya'yı içine alan gezisini Anadolu Ajansı adına da izleyen İsmail Habib Sevük'ün yazılarında yer alan bazı anılar şöyle:
Mustafa Kemal
Gezi sırasında Konya'da iken (20-22 Mart 1923) bir söylevinin okunmasından sonra, Muhtar Bey'in "Yaşasın Başkumandan" sözleri üzerine,
"- Neden Mustafa Kemal demiyorsun da Başkumandan diyorsun?" Muhtar Bey
imalı bir edayla:
- Hele, diyor, ne olur ne olmaz, daha epey müddet şu 'Başkumandanlık'
üzerinizde kalsın!
Deminden beri şakalaşıp duran Gazi, derhal kartallaşıvermişti:
Vay, sen beni Başkumandanlıktan mı kuvvet alır sanıyorsun?(Sesini
tabiileştirerek) Dinle bak öyleyse sana bir anımı anlatayım: Hani ben Erzurum'da
ordu müfettişliği nişanlarımı yakamdan atarak 'ferdi millet' kalmıştım ya? O
zamana kadar emirlerimi dinleyen kumandan... (ismini söyleyecekti, söylemedi),
ondan sonra verdiğim emirleri dinlememeye başlamasın mı! Makamına gittim: 'Paşa,
paşa dedim, size o emirleri bu yakadaki yıldızlar vermiyor, Mustafa Kemal
veriyordu; o yine karşınızdadır, yazınız! Yazdı. Emir gideceği yere gitti. Fakat
çıktıktan sonra aklıma gelmişti. Ya kumandan düğmeye basıp da 'Posta, bunu dışarı
çıkarınız' deseydi. (Sesi yine heybetleşerek) Fakat diyemezdi, karşısında Mustafa
Kemal var, diyemezdi."
Kırk asırlık Türk yurdu Hatay
Adana'da ise (15 Mart 1923 Pazar) geziyi AA adına da izleyen İsmail Habib'in deyişiyle "Sağ tarafta matem timsalleri gibi serapa siyahlara bürünmüş bir sıra hanımın" arasından, Antakya ve İskenderun'dan geldiklerini gösteren iki pankart taşıyan dört kadın kafilenin önüne çıkar. Ve bu kadınların önünde duran Antakyalı kız, "ruhtan gelen ruha giden" bir nutuk söyler. İsmail Habib, o duygulu anları şöyle yansıtıyor:
"Bu sanki kelime şekline girmiş bir feryad, söz şekline girmiş bir hıçkırıktı. Söyleyen değil, inleyen o esmer kız, sanki vatandan ayrı kalan o beldelerin tekellüme gelmiş bir ruhu, o beldelerin ağlayan ve ağlatan bir maneviyetiydi. Paşanın gözü nemli, diğer bütün gözler ise hıçkırarak söyleyen kızın kirpiklerinden yuvarlanan katralar gibi, diğer bütün gözler, kadınile,
erkeğile, ihtiyarile, gencile, zabitile, sivilile, hep ağlıyor, hep ağlıyordu. (...) Bu inleyen kıza Paşanın verdiği cevabı artık bütün cihan öğrendi: Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz."
İsmail Habib, anılarında hasta haliyle Hatay davasını sonuçlandırmak üzere on beş yıl sonra (19-24 Mayıs 1938) Atatürk'ün Mersin ve Adana'ya gezisini ise "Hatay! Hatay! Seni kurtaran aynı zamanda senin şehidin oldu" diye değerlendirir.
Nazım'ın şiirine daldı gitti
Adana'dan Mersin'e, oradan Tarsus'a geçilir. (17-18 Mart 1923) Tarsus Çağlayanı'nın karşısındaki fabrika bahçesinde; Gazi çok keyiflidir... İsmail Habib, çevresindekilerin ve Mustafa Kemal'in kendisinden bir şiir okumalarını istemeleri üzerine, beğendiği şiirleri yazdığı not defterinden -nedenini bilmeksizin- Nazım Hikmet'in "Kırk Haramilerin Esiri" (yazılışı 1920) adlı
şiirini okur:
"Dikkatli dikkatli dinledi ve şiir bitince, ne beğenmek ne beğenmemek; dakikalarca ve dakikalarca dalıp gitti. Anadolu kıyamının ilk dönemlerini sembolleştiren bu şiirde, vatanı temsil eden kahramanın bir kolu kesilir ve cellat öteki kolu da kesmek isterken, balta birdenbire esirin elinde parıldar. Şefin gözleri, belli, tek kollu o hayalete dalmıştı. Tek kollu hayalet... Yahut ülke ülke parçalanan vatan... Neleri ve neleri düşünüyor? Belki daha üç dört gün önce, 'Kırk asırlık Türk yurdu' dediği ve karşı sahilden dağlarının silueti görünen Antakya'yı; belki doğduğu Selanik, belki o kadar iyi bildiği Türk Rumeli... Keşke okumasaydım."