"Press Bey ve Media Hanım", "Muhlis Bey", "Mithat ve Mirsat", "Arap Kadri" gibi unutulmaz tiplemeleriyle Türkiye'de karikatür sanatının önde gelen isimlerinden olan karikatürist Latif Demirci, bugün son yolculuğuna uğurlanacak.
Gülenay Börekçi 61 yaşında yaşamını yitiren usta sanatçı Latif Demirci ile söyleşi yapmış, Demirci, hayatından kesitleri aktarmıştı. Börekçi, usta karikatüristi kendi bloğu olan egoistokur.com'da "Bir Latif Demirci röportajı yapmıştım yıllar önce ve vazgeçilmezlerini sormuştum. Müthiş yetenekli oluşunun yanında çok da tatlı bir adamdı. Vazgeçilmezlerini sıralarken nalburluk demişti, kırtasiye demişti, akrobat lamba demişti. Sonra Altan Erbulak, Edward Hopper, Romy Schneider, Vladimir Nabokov, Fransız çizer Sempé… BJK, Seinfeld ve İçki-sigara bir de. Elbette Muhlis Bey. Onu anmak için en iyi yol bu röportajı yeniden yayınlamaktır diye düşündüm." ifadeleriyle anlatmıştı.
Latif Demirci'nin Gülenay Börekçi'ye yıllar önce vermiş olduğu röportaj şöyle:
Altan Erbulak: “Altan Abi, bir isteğin var mı buralardan?”
11-12 yaşlarında hayatta ilk tanıştığım ve bir yıl kadar birlikte çalıştığım karikatürist Altan Erbulak… Çizgisini ve o yıllarda kurduğu Çevre Tiyatrosu’nu kendime yakın bulduğum için, çalışmalarım! koltuğumun altına almış, ayağıma ütülü kısa pantolonumu geçirip çalmıştım kapısını. Yıl 1973. O tarihte buna cesaret edebilmiş olmamın nedeni, birkaç yıldır karikatürle yatıp kalktığım için kendimi ‘karikatürcü’, Altan Abi’yi de ‘meslektaş’ saymamdır herhalde. Neyse, o hakikaten de sevimli mütevazılığıyla beni meslektaş kabul etti, ilgilendi. Mesleğe adım atarken, şans benden yanaydı yani. Altan Abi, bir isteğin var mı buralardan?
Nalburiye-kırtasiye: “Bendeki ahşap sevdası çocukluktan başladı”
Ne yalan söyleyeyim, o yıllarda Altan Abi’nin yerine bir marangozun yanına çırak girseydim şimdi usta bir marangoz olmuştum. Bendeki bu ahşap sevdası çocukluktan başladı, keseyim, çakayım, zımparalayayım, ecza dolabı, tonet, sehpa filan yapayım, kullanayım. Tabii bu arada çizgi de lazım, çünkü yapacağın şeyi önce tasarlayacaksın, sonra çizeceksin… Bu marangozluk işini, çeşitli zamanlarda daha da geliştirerek sürdürdüm. Artık kafamda ciddi ciddi ‘atölye kurma tilkileri’ dolaşıyor. Hal böyle olunca da yurt dışında bile, müzelerden, kitapçılardan önce arayıp bulduğum yer, nalburiye ve kırtasiyeciler oluyor. Marangozluk aletlerini ellemek, incelemek, ne işe yaradıklarını bilmesem de bazılarını satın almak çok keyifli bir şey. Kırtasiyeye gelince, ilkokula başladığımda haliyle kalem kutusu da kullanmaya başlamıştım, hala kalem kutum var ama tabii artık önlük giymiyorum.
BJK: “Beşiktaşlı’lığımı Güllü Hanım üzerinden açık ettim”
Uzun yıllar, futbol topuyla amatörce mesaim oldu doğrusu. Beşiktaşlı oluşum da renkleri bir türlü öğrenemediğim yıllardan kalma. Yatıp kalkıp futbol konuşan bir fanatik değilim, ama seviyorum futbolu. 70’li yıllarda amcamın oğlu Beşiktaşlı bazı futbolcularla arkadaştı ve bana onlardan ‘Latif’e sevgilerimle’ imzalı siyah-beyaz fotoğraflar getirince Beşiktaşlı’Iığım artık tasdikli de olmuştu. Gırgır okurları yıllarca, çizdiğim fanatik Fenerli Muhlis Bey yüzünden, beni Fenerli zannettiler. Muhlis’in Fenerli olmasi karakteri açısından kaçınılmazdı. Neyse ki, Beşiktaşlı’lığımı sonunda Press Bey’deki Güllü Hanım üzerinden açık ettim. Bunu açık etmemin bir sebebi de, artık takım tutmanın, futbol geyiği çevirmenin Kopenhag Kriterteri’ne göre legal hale gelmesiydi. Yeri gelmişken buradan tüm camiaya başarılar diliyorum.
Edward Hopper: ”Uzağa, boşluğa bakıp bir mucize bekleyen insanlar…”
Pazar günlerini sevmem; tuhaf bir hüznü vardır, insanı kendisiyle hesaplaşmaya sokan, çocukluğunu düşündüren, tenhalaştıran nevi şahsına münhasır bir gün gibi gelir. Edward Hopper’m 1910 ve 1960 arasinda yaptığı resimler bende böyle bir duyguyu yaşatıyor. Tanıdık insanların yalnızlığı, ıssız ve sıcak bir pazar günü ve hep uzağa, boşluğa bakıp bir mucize bekleyen insanlar… Bir tablosuna sahip olmak isterdim doğrusu.
Akrobat lamba: ”Çocukluğunda bu kardeşimize akrobat lambalar hiç ilgi göstermemiş”
Aydınlatma ürünlerine de acayip bir tutkum var, böyle şeyler satan bir yer gördüğüm zaman, kendimi içerde buluyorum. Ne bileyim işte, modern-klasik tasarımlı abajurlar, yerden aydınlatmalar, masa lambalar filan görmek beni keyiflendiriyor. Kendi kendime evin çeşitli yerlerine yerleştiriyorum bunları kafamda. Kendi evime olmasa da en azından çizdiğim evlere. Tabii bu arada masa lambasının yeri benim için özel, yani olmazsa olmazlarımdan. iş, “Masa lambası yoksa çizmem abi” demeye kadar gider. Takıntı işte! Freud’a danışsak, “Çocukluğunda bu kardeşimize akrobat lambalar hiç ilgi göstermemiş, libidosunda ampul yok,” filan diyebilirdi belki.
Vladimir Nabokov: ”Hüznü ve mizahı bir yana, detaycılığı bir yana”
Başucu yazarlarımdan. Daha başkalarını da sayabilirim ama işte, en üstte Nabokov duruyor, bozmayalım sırayı. Nabokov okurken, ‘bitmesin’ diye araya başka yazarlar, başka kitaplar sıkıştırıyorum, ama ne kadar ağırdan alsam da sonunda bitiyor. Neyse ki, yeniden okunacak birçok kitabı var. Nabokov’un hüznü ve mizahı bir yana, detaycılığı bir yana. Ne güzel anlattım di mi?
Seinfeld: ”Hakikaten fiş, fatura filan bir yana, Seinfeld bir yana”
Bir Amerikan sitcomuna hayranlığımı belirtip fişlenmek istemem, ama ne yapayım, Allah için güzel dizi. Hakikaten fiş, fatura filan bir yana, Seinfeld bir yana! Kanal dolaşırken ne zaman rastlasam kumandayı elimden bırakıp bir sigara yakarım. Duyurulur.
Romy Schneider: ”Acıyla güzelleşen o yüz”
Hatırladığım kadarıyla Schneider, yaşamındaki acı ve hüznün yüzüne yansımasıyla daha da güzel yaşlanmıştı. Tuhaf ama bazı insanlarda, özellikle kadınlarda acının, yüz ifadesindeki anlamı estetiksiz güzelleştirdiğini düşünüyorum.
Muhlis Bey: “Evvel seneler öncesinin kült tipi Muhlis…”
“Evvel seneler öncesinin kült tipi Muhlis…” 1980’li yılların basında Behiç Pek’le birlikte Gırgır dergisinde Muhlis Bey’e başladığımız zaman milenyumda hâlâ etiketim olacağını düşünemezdim doğrusu. 1980-90 arası on yıl boyunca çizdiğim Muhlis Bey, ‘80 sonrası dönemin belirsizliğine, ezikliğine, ardından Özal’lı ‘hayatı nereden tırmalamalı’ yıllarına tuhaf bir şekilde oturuyordu galiba. Behiç’e de oluyor mu, bilmiyorum, ama hâlâ bu ‘aykırı’ tiple hatırlanmak hoş doğrusu. Bu arada o dönemlerin tipi olarak Arap Kadri’yi ve Mithat-Mirsat’ı da es geçmeyeyim.
İçki-sigara: ”Benim için Zeki-Metin, Meral-Zuhal gibiler”
Kuru fasulye-pilav gibi bir ikili, ya da ne bileyim işte, Zeki-Metin, Meral-Zuhal gibi… Sigarayı 17 yaşımdan beri keyifle içerim, özellikle de çalışırken, kül tablasından duman çıkmazsa huzursuz olurum. Uzun yıllar Rothmans içmiştim, şimdilerde ‘diyet’ sigaraya döndüm, içkide ise özel bir tercihim yok, ama balıkla rakı, patatesle bira, peynirle şarap, bademle viski içildiğini duymuştum bir yerlerden. Hiç tatmadığım içkilere ve yolluklara bayılırım. Yahu, bu bölüm gençlere kötü örnek olmaya başladı, keselim artık.
Sempé: “Ah, bir Sempé orijinalim olsaydı…”
Sempé’nin “Tout se complique” albümünü Gırgır’da çiçeği burnunda karikatürcüyken, 1975’te, Beyoğlu’ndaki Haşet Kitabevi’nden almıştım. Karikatürden kazandığım parayla alışveriş yapıyordum ve Haşet’teki tek karikatürlü kitap olduğu için, çizgilerini beğenmesem de aldım. Hayatımda aldığım ilk albüm ve çizgileri de amma amma basit, çocuk gibi. Neyse, yıllar yılları kovaladı, ben burnumdaki çiçeği kopardım, serpilip geliştim. Derken Sempé naifliği detaycılığı ve çizgileriyle vazgeçilmez favori karikatürcüm oldu. Şimdi bir sürü Sempé albümüm var. Hatta bir tanesi Orhan Pamuk’un “baba kütüphanesinden arak” hediyesidir. Beni etkileyen az sayıda çizer arasında baş sıradadır kendisi. Evimin ya da çalışma odamın duvarlarına ne kendimin ne de başkalarının karikatürlerini hiç asmadım ama ah, bir Sempé orijinalim olsaydı…
TIKLAYIN | Karikatürist Latif Demirci hayatını kaybetti!