13 Mayıs 2020 00:00
T24 Haber Merkezi
Gazeteci yazar Belma Akçura’nın “Kaldırın şu heykeli buradan” adlı son kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Beş bölümden oluşan kitapta, Türkiye siyasetinin heykelle sınavını anlatan yazar, aynı zamanda, toplumların siyasal ve kültürel geçmişlerinde önemli rol oynayan dünya liderlerinin heykellerinin hikâyelerine de yer veriyor.
Akçura kitabında ülkelerin rejimleri değiştikçe heykellerin de değiştiğini, Lenin, Stalin, Hitler, Franco, Pinochet, Churchill, Gandi, Saddam, Mübarek, Kaddafi, Rabin, Pehlevi, Esad, Şaron, Chavez, Churchill gibi liderlerin kırılan, parçalanan, depolara atılan heykelleriyle bir tarihin nasıl sorgulandığını çarpıcı örneklerle aktarıyor. Günümüzden Berlusconi, Netanyahu, Trump, Putin gibi liderlerin karikatürize edilmiş heykelleriyle devasa boyutlardaki görkemli heykel algının nasıl yerle bir edildiği de kitapta anlatılıyor.
Belma Akçura, kitabı için, “Dünyada heykeli ‘dikilecek’ olanların, tarih içerisinde heykeli ‘yıkılacak’ olana doğru yol almalarının hazin hikâyesi” diyor.
Belma Akçura
Kitap, ırkçı, tacizci, cinsiyetçi, sömürgeci olmakla suçlanan siyasetçilerden sanatçılara, bilim insanlarından akademisyenlere kadar pek çok ismin heykelinin kırılmasını da konu alıyor. Neden kadın heykeli yok? Kitap; kadınların heykellerinin neden olmadığını, bir heykelin ülkelerin arasını nasıl açtığını, muhafazakârların heykele bakışından, bir heykelin kiliseye arkasını dönünce nasıl kıyamet koparıldığına kadar pek çok konuyu referans alınacak bilgiler eşliğinde titizlikle ele alıyor.
“Derin devlet” üzerine araştırmalarıyla tanınan yazar Belma Akçura, son kitabında da güncel siyaseti heykeller üzerinden sorguluyor ve uzunca bir liste eşliğinde şu soruyu yöneltiyor: “Atatürk’ün kırılan heykelini gömdüler. Lenin’i denize attılar. Stalin’i parçalara ayırdılar. Saddam’ın boynuna ip doladılar. Pehlevi’nin ayaklarını sarayın kapısında bıraktılar. Esad’ın ağzına ayakkabı yapıştırdılar. Mübarek’in gözlerini oydular. Kaddafi’nin kafasına ayaklarıyla bastılar. Netanyahu’yu devirip kafasını ezdiler. Rabin’in heykelini gamalı haç ile tahrip ettiler. Hitler’in kafasını kopardılar. Franco'nun derin dondurucuya soktular. Pinochet’nin dışkıdan heykelini diktiler. Sömürgecilikle suçlanan Kolomb’un boynuna ip dolayıp yerlerde sürüklediler. Gandhi'nin heykelini ‘ırkçı’ diyerek kaldırdılar. Churchill heykeline Mohikan kesimi saç eklediler. Şaron’un ‘komada’, Berlusconi’nin ‘tabutta’ heykellerini diktiler. Putin’in heykelini bıçakladılar. Trump’ın heykelinin kaidesine ‘Üzerime işe’ yazdılar. Sizce neden?”
Akçura kitabının önsözünde şöyle diyor:
(...) Bakın dünya tarihine! Bir ülkenin heykellerle ilişkisi devletin toplumla, toplumun bireylerle, bireylerin de kendisiyle nasıl ilişkili olduğunun dehşet verici örnekleriyle dolu.
Tarih ve kültürel değerlerin vücut bulmuş hali sayılabilecek bir heykel, aynı zamanda toplumsal tercihlerden ve kolektif bilinçten yoksun, siyasi iradenin keyfî kararlarıyla oluşmuş, rejimlerin ya da ideolojilerin sürdürülebilir bir var olma hikâyesinin de bir parçası olabilir mi? Öyle olmalı.
Yönetmen Andrzej Wajda Mermer Adam filminde bir müzenin deposunda unutulan bir işçi heykelinin izini sürerek, duvar işçisi Mateusz Birkut’un hikâyesine ulaşmamızı sağladı. Rejime olan inancı sarsılmış bir işçinin hikâyesine...
Ben tam tersini yaptım.
Rejimlerin yarattığı travmalarla sarsılan liderlerin heykellerinin izini sürdüm. Toplumların kültürel kimliğini oluşturan heykelleri de unutmadan. Böylece taşları yerinden oynatan, sinsi dayatmalara karşı duran, tabuları yıkan ya da her şeyi tabulaştıran, nereye doğru yol aldığı belli olmayan insanlık tarihinin en “canlı” tanığı olan heykellerle “uzun” bir yolculuğa çıktım.
Geçmişten miras heykellerin günümüz dünyasında nasıl algılandığını, niçin yıkıldığını, parçalandığını ya da kaldırıldığını anlamaya yönelik çabam; aynı zamanda toplumların dünya siyasetinin ya da insanlık tarihinin nasıl bir değişim ya da dönüşüm geçirdiğini anlamak içindi.
Bu yüzden insanı değil, heykelleri yazmak istedim. Varoluş hikâyelerini değil; kırılan, yok edilen, etrafa dağılan paramparça hallerini..."
İsmet İnönü’nün heykelini 39 yıl tartışan Meclis’in il heykel tartışması ise 1 dakika sürdü. İlk heykel teklifi 30 Ağustos 1922 Büyük Zafer’den üç hafta sonra, Afyonkarahisar Mebusu Mehmet Şükrü Bey tarafından yapıldı. Şükrü Bey’in teklifi Meclis’in tutanaklarına şu ifadelerle geçti. “Bugünkü mili zaferin en mühim amillerinden biri de hiç şüphesiz Sakarya zaferini temin eden kağnılardır. Türk köylüsünün fedakârlığını tescilen (onama) Büyük Millet Meclisinin önündeki meydanlığa bir kağnı abidesi dikilmesini teklif ederim.”
Teklif mebusların onayına sunuldu. Rize Mebusu Osman Bey: “Bu gibi şeylerin hepsinden birer numune toplayıp bir müze yapacağız ve bunu ahfada yadigâr bırakacağız. Onun için şimdilik bu teklife lüzum yoktur” dedi. Bilecik Mebusu Mustafa Kemal Bey “Reis Bey, bu gibi abideler çoğalacak, teklifi vekiller heyetine verelim. Evvela onlar tespit etsin” önerisinde bulundu. Mersin Mebusu Selahattin Bey: “Evvela düşmanın kaçarken yakıp yıktığı evleri yapalım. Ondan sonra bunları düşünürüz” dedi.
Meclis Başkanı: “Efendim takriri reye koyuyorum: Büyük Millet Meclisi Meydanlığına bir kağnı arabası dikilmesi teklif ediliyor, kabul edenler lütfen ellerini kaldırsın… (Eller az kalktı.) Kabul edilmedi.
Yıl 1993.
Sovyetler Birliği lideri Vladimir Lenin’in devasa boyuttaki heykelleri bütün Doğu Avrupa’da, Balkanlarda vinçlerle yerlerinden söküldü. Balyozlarla kırıldı, parçaları caddelere, sokaklara parklara savruldu. Sırt üstü, yüz üstü yerlerde süründürüldü, depolara atıldı, denizlere aktı…
17 Temmuz sabahı Akçakoca’da bir teknenin içinde küçük bir kız, babasına bağırarak seslendi.
“Baba denizden bir adam çıktı!”
Suyun yüzünde bir heykel dalgalarla sürekli ters yüz oluyordu.
Mahmut Kaptan anlam veremedi. Kardeşini çağırdı. O da baktı ve ‘Bu Lenin’ dedi.
Lenin’in heykelini halatla bağlayıp Akçakoca sahiline yöneldiler.
İnsanlar kıyıya vuran sakallı, vizon kürklü, burnu kopmuş heykelin başında toplandı.
Heykeli herkes görmek, dokunmak istiyordu. İçlerinden biri:
“Ağaçtan yapılmış, sanki ağaca can vermişler” dedi. Bir heykeltıraşın elinden çıktığı belliydi.
Peki, ama kimin heykeli? Mahmut Kaptan’ın kardeşi gibi Akçakoca’nın solcuları da teşhis koydu:
“Bu Lenin’in heykeli.”
Kendi aralarında şakalaştılar: “Siyasetçiler her yıl “bu kış komünizm gelecek” diyordu. İşte gerçek oldu, Lenin bizi örgütlemeye geldi.”
İlçe bir anda hareketlendi. Belediye heykele el koydu. Heykelin kopan burnunu yapması için bir heykeltıraş aradılar. Bulamayınca ilçede maket işleri yapan bir mahalle ustasına heykeli onarması için teslim ettiler.
Lenin’in fotoğrafını bulamadılar, birkaç kez denediler. İlkinde burun küçük oldu sonra bir burun, bir burun daha derken ‘Rizeli’ burnunda karar kıldılar.
Heykeli bulan Mahmut Kaptan ile heykele el koyan belediyenin arası açıldı.
Belediye uzun yıllar heykeli bir depoda sakladı.
Aradan yıllar geçti 2009 yılında Ankara ile gerçekleşen görüşmeler sonucunda Lenin heykelinin kasaba meydanına dikilmemesi, kasabaya yapılacak bir müzede sergilenmesi kararı çıktı. Ama heykel depoda kaldı.
23 yıl sonra, gazeteler başlık attı “Akçakoca’da sahile vuran Lenin’in heykeli film oluyor”
Bu haberden iki yıl sonra 2018’de bir taşra kasabasında depoda tutulan Lenin’in heykeli film olmadı ama Aylin Kuryel, Begüm Özden Fırat, Ahmet Murat Öğüt, Emre Yeksan ve Fırat Yücel imzasıyla muhteşem bir belgesele dönüştü.
Sputnik'in bir haberine göre, Ukrayna'da şimdiye kadar 1320’si Lenin heykeli ile Sovyet sembolleri olarak nitelendirilen 2389 anıt kaldırıldı. 2016 itibariyle de 5500’e yakın Lenin heykeli artık kaideleri üzerinde değil. 1991 yılı itibariyle “14 bin 290 Lenin heykeli bulunduğunu, günümüzde eski Sovyet coğrafyasında bu rakamın 7 bin 194’e gerilediğini” yazdı.
Augusto Pinochet. 1970’de demokratik seçimle devlet başkanı seçilen sosyalist Salvador Allende’nin ölümüyle sonuçlanan darbenin generali. 1973 yılından 1990 yılına kadar Şili'yi dikta rejimi ile yönetti. 1981'e kadar Şili Cunta Hükümeti’nin başkanı 1998'e kadar Şili ordusunun başkomutanı olarak görev yaptı. El Mostrador’da yayımlanan resmi verilere göre; Pinochet’nin 27 yıllık iktidarında 3 bin 200 insan öldü. Yaklaşık 33.000 kişi işkence gördü hapse atıldı, kayboldu. Sayısız kitlesel infazlar yapıldı. Öyle ki bir bale topluluğunun bütün üyeleri katledildi. Sanatçı Viktor Java dövülerek öldürüldü. Darbeden hemen sonra hayatını kaybeden Şair Pablo Neruda’nın evi yağmalandı, kitapları yakıldı. Santiago’daki 2,5 metrelik Che Guavera heykeli yerinden söküldü.
Pinochet’nin kanlı iktidarının 7. yılında Şili’de Santiago yakınındaki bir kasabanın meydanına Pinochet'nin dışkıdan yapılmış heykeli dikildi. Pinochet iktidarı çıldırdı. Olay dünya basınına yansıdı.
Bu olaydan sonra 20 yıl daha iktidarda kalan Pinochet’e 2006’da öldüğünde Şili hükümeti devlet töreni yapmadı. Ulusal yas ilan etmedi. Saldırı olasılığı nedeniyle bir mezarı bile olmadı.
Bugün Şili’nin duvarlarını süsleyen Allende’nin heykeli, darbe sırasında öldürüldüğü başkanlık sarayı Moneda’nın tam önüne dikildi.
Fakat Şili hala Pinochet iktidarının simgelerinden kurtulamamış olmalı ki, 2017’de Şili Komünist Partisi’nden Karol Cariola, Şili’de askeri bir darbenin mimarlarının hala isimlerinin verildiği mekânların olduğunu hatırlatarak Meclis’e bir önerge sundu. ‘Ülkenin en kanlı döneminin mimarı Pinochet’nin ismi hiçbir yerde yer alamaz’ diyerek bütün anıtlarının kaldırılmasını ve ismi verilen yerlerin isimlerinin değiştirilmesi istedi.
Meksikalılar “Hindistan’ın bağımsızlık lideri Mahatma Gandhi’nin yanında Aliyev olamaz” diyerek Aliyev’in heykelini kaldırırken, Ganalılar da siyahlar için tartışmalı bir isim olan Gandhi’nin heykelini “Üniversitede olamaz” diyerek kaldırdı.
Birleşmiş Milletler, ABD Başkanı F. D. Roosevelt’in dünya ülkelerine bir ‘Armağan’ı. Varlık sebebi; dünyanın barış ve güvenliğini korumak, silahlanmayı denetlemek, anlaşmazlıkları çözmek. Oysa bugün bünyesinde 193 ülke barındıran kurum, bu yüzyılın aldığı karar ve çözüm önerileriyle en tartışmalı kurumu haline geldi.
1990’lı yıllar. George Bush’un Amerikan’ın Devlet Başkanlığında ilk, Sovyetler Birliği Mihail Gorbaçov’un ise son günleri… 1990 Ekim’inde, Birleşmiş Milletler'in bahçesine Amerikan ve Sovyet nükleer füze atıklarından yapılmış bir heykel dikildi. Heykeltıraş Zurab Tsereteli. Heykelde iki başlı bir ejder ve bu ejderi öldürmekte olan Aziz George figürü yer aldı.
10 Ekim’ de Birleşmiş Milletlerin bahçesinde döneminin en çok konuşulan üç adamı heykelin açılışını yapmak için bir araya geldi.
Sovyet Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze, BM sekreteri Perez de Cuellar ve ABD Dışişleri Bakanı James Baker…
Sovyet Dışişleri Bakanı Şevardnadze açılışta bir de ‘tarihi’ bir konuşma yaptı: “Nükleer ejder mutlak kötüdür. Çağımızın acımasız gerçekleridir. İşte bu canavarlar Pershingler ve SS- 20’ler sanatçının düş gücüyle doğmadı. Bu canavarlar füzeleri üreten iki devletin isteği ile yok edildi. Şevardnadze “İyi kötüyü yener “adlı eserin BM’nin 45. kuruluş yıldönümü dolayısıyla ülkesi tarafından armağan edildiğini de söyledi.
Gorbaçov heykelin açılışına füze artıklarından yapılan anıtın yeni Sovyet Amerikan ilişkilerinin, dünya barışının ve gerçek nükleer silahsızlanmanın başlangıcının bir simgesi olduğunu belirten bir mektup gönderdi.
Açılıştan sonrası Amerikan ve Sovyet stratejik gücünün üçte bir oranında azaltılması konusunda Start anlaşması imzalandı.
Heykel hâlâ yerinde duruyor. Aziz George ejderhayı öldürdüğü mızrağı hâlâ sağ eliyle, tutuyor. Ejderha, yeniden dirilişe son bir girişimle başını kaldırıyor...
Demokrasi ya da özgürlüklerle anılan birçok ülkede, özellikle siyasete damgasını vurmuş lider kadın heykeli bulmak zor. Dolayısıyla heykele ama en çok da kadın heykellerine tahammül edemeyen doğu ülkeleriyle, kadın heykeline yer vermeyen batı ülkeleri arasında kadına bakış konusunda bir fark olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor. Nihayetin de biri yapılanı yıkıyor, diğeri zaten hiç yapmıyor.
Ama adı olmayan bazı kadın heykelleri de kadınları köle olarak kullanan erkekleri hatırlatmak için var. Savaşın çirkin yüzünü göstermek, ülkelerin karanlık tarihini unutturmamak, hatırlatmak için var.
Güney Kore'nin başkenti Seul ve Busan kentinde bir buçuk metre yükseklikteki bronz heykeller gibi. Ayakları çıplak genç bir kadın, sandalyede otururken tasvir edildi. İkinci dünya savaşında "seks kölesi’ olarak kullanılan kadınların anısına. Ve Japonya konsolosluğunun önüne yerleştirildi.
Japonya heykellerin kaldırılmasını istedi. Güney Kore'nin başkenti Seul'deki büyükelçisini ve Busan kentindeki konsolosunu geçici olarak geri çekti. Tokyo yönetimi ayrıca iki ülke arasındaki ekonomik iş birliğini geliştirmek için yapılan görüşmeleri dondurdu.
Güney Kore direndi. Japonya'dan gerekli özür ve tazminatın gelmediğini açıkladı. Medya heykelin "seks kölesi" olan sadece 46 kadını değil, sayıları 200 bine ulaştığı tahmin edilen Çin, Filipinler, Endonezya ve Tayvan’daki seks kölesi olarak kullanılan bütün kadınları temsil ettiğini yazdı.
© Tüm hakları saklıdır.