Gündem

İstanbul Politikalar Merkezi: Devlet krizi derinleşti; bürokrasi tedirgin, ciddi belirsizlikler var

İPM, 'Çatışma Çözümü ve Demokrasi Fırsatları Projesi' için 8 rapor hazırladı

Pınar Akpınar, Prof. Fuat Keyman, Bülent Aras

28 Nisan 2017 20:00

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi'nin (İPM) “Darbe Girişimi Sonrası Çatışma Çözümü ve Demokrasi Fırsatları Projesi” kapsamında hazırlanan sekiz rapor, kamuoyuyla paylaşıldı. Proje kapsamında iki rapor hazırlayan Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Bülent Aras, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte bürokraside belirsizlik yaşandığını söyledi. 15 Temmuz'un ardından yaşanan devlet krizinin derinleştiğini söyleyen Aras, "Kim neye bağlı ve nasıl çalışacak, cumhurbaşkanlığı sistemi altında hepsi doğrudan cumhurbaşkanına mı bağlı olacak, bunları zaman içinde görebileceğiz" dedi. Aras, "Bürokrasi tedirgin. Başbakanlık bürokrasisi ortadan kalkacak, on binlerce bürokrattan bahsediyoruz. Gelecekleri ne olacak? Üst düzey bürokrasinin atamayla geleceği söyleniyor, dışarıdan mı atanacak, mevcut bürokrasiden mi atanacak? Geldiği kurumla nasıl bir uyum ilişkisi sergileyecek, ciddi belirsizlikler var" diye konuştu.

Rapor yazan isimlerden İPM Direktörü ve Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr Fuat Keyman, proje kapsamında Kürt sorunu ağırlıklı olarak çalıştığını söyleyerek "Çözüm süreci başarıyla giderken, ekonomik olarak da ileriye gidiş yönünde adımlar atılmaya başlandı. Ama tabii bu bağlamda 7 Haziran sonrasında  bölge halkı hendek savaşlarını ve şehir savaşlarını destek vermedi. Destek vermezken de, karşı çıkarken de, 'Biz normali istiyoruz, çatışma istemiyoruz' dediler" görüşünü dile getirdi.

Keyman, devletin laikliğine ve liyakata vurgu yaparak "Laiklik devletin tüm kimliklere eşit mesafede olması olarak tanımlanırken aynı zamanda laiklik liyakat olarak da tanımlanıyor. 15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’ye vermiş olduğu en önemli derslerden biri, Türkiye devlet düzeyinde, yani işe alımlar, belli pozisyonlardaki insanların belli konumlara gelmesinin ne kadar liyakattan uzaklaşırsa esasta kendisini o kadar zayıf hale getiriyor ve devlet şefkatsizleşiyor" dedi.

Akademisyenler Fuat Keyman, Bülent Aras, Altay Atlı, Cuma Çiçek, Aysen Ataseven, Senem Aydın Düzgit, Evren Balta ve güvenlik uzmanı Metin Gürcan, İPM tarafından yürütülen “Darbe Girişimi Sonrası Çatışma Çözümü ve Demokrasi Fırsatları Projesi” kapsamında çeşitli alanlara yönelik raporlar hazırladı.

Proje, darbe girişimi sonrası dönemde değişen şartları incelemek, başlıca çatışma konularını tespit etmek ve daha güçlü ve uyumlu bir Türkiye için politika önerileri sunma amacı taşıyor.

Proje yöneticisi Pınar Akpınar, çalışma için İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’da bürokrasi, akademi, sivil toplum, iş çevreleri ve medyadan 100 kişi ile 5 çalıştay yapıldığını anlattı. Projenin Türkiye’deki ana çatışma alanlarını teşkil eden 5 ayak üzerine inşa edildiğini kaydeden Akpınar, bunların Kürt sorununun etnik boyutu, reform ve kurumsal yapılanma, devlet, ordu ve dış politika, ekonomik reform ve kapsayıcı büyüme konularını kapsadığını belirtti.

 

"Devlet şefkatli ve kapsayıcı olmalı"

 

Akpınar'ın ardından söz alan İPM Direktörü ve Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr Fuat Keyman, özetle şöyle konuştu:

Devletin kurumsal anlamda yeniden örgütlenmeye büyük bir ihtiyacı var. Üç ana prensibi olması isteniyor. İster muhafazakar olsun, ister laik olsun, ister farklı ideolojilere sahip olsun, herkesin ortak olarak görüşü, ister askeriyeden, ister yargıdan, ister siyasi partilerden gelsin, ister STK’lardan gelsin, herkesin ortak görüşü eğer biz darbe girişimine karşı güçlü olacaksak ama aynı zamanda devlet toplumun farklı kesimlerine şefkatli ve kapsayıcı olarak yaklaşacaksa muhakkak laik olması gerekiyor. Tek bir ideolojiye, tek bir görüşe sahip devlet kapsayıcı olamadığı gibi kendisi kırılgan oluyor ve kutuplaşma gibi sorunlardan çok fazla etkileniyor.

 

"Laiklik, liyakat"

 

İkincisi laiklik devletin tüm kimliklere eşit mesafede olması olarak tanımlanırken aynı zamanda laiklik liyakat olarak da tanımlanıyor. 15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’ye vermiş olduğu en önemli derslerden biri, Türkiye devlet düzeyinde, yani işe alımlar, belli pozisyonlardaki insanların belli konumlara gelmesinin ne kadar liyakattan uzaklaşırsa esasta kendisini o kadar zayıf hale getiriyor ve devlet şefkatsizleşiyor. O yüzden laiklik ve liyakat ilkelerinin hem hukuksal düzeyde, hem kurumsal düzeyde ciddi anlamda Türkiye’de devletin yeniden inşa edilmesi, siyasi alanın yeniden inşa edilmesi ve iki temel prensip olması gerekiyor.

 

"Cumhurbaşkanı ne kadar müzakere ederse"

 

Tabii, üçüncü temel prensip de devletteki bürokratik kesimin, ister yönetsel aktör olsun, ister siyasi aktör olsun bunu toplumdan bağımsız, toplumla müzakereye girmeden yapamayacağı, o yüzden son dönemde esasında toplumdan giderek kopan devlet yapısı, laiklik ve liyakattan koptukça da kendisini bu 15 Temmuz darbe girişimlerine de açık hale getiriyor. Üçüncü olarak toplumun farklı kesimleriyle yönetsel ve siyasi elitin sürekli bir buluşma halinde olması gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanı ve makamının ve AK Partililerin de esasında temsil ettiği gruplarda toplumla ne kadar müzakere ederlerse, o kadar doğru karar alıp kutuplaştırmadan kendilerini koruyacakları ortaya çıkıyor.

 

"Yapılması gereken çatışmadan
tekrar siyasete dönmek"

 

Bununda çok önemli olarak göründüğü noktalardan biri, ve Türkiye’nin şu anda toplumu dinlediğin zaman daha iyi sonuçlar alabileceği noktasında kendisini hazırlaması gerektiği alanlardan birinin tabii ki Kürt sorunu oluyor. Kürt sorununun çözümü ve daha öte 15 Temmuz sonrası çatışma ortamından, terör ortamından siyasete, müzakereye dönebiliriz. O yüzden de hatırlarsınız çözüm süreci başladığı zaman esas motto çatışmadan siyasete geçişti. 7 Haziran’dan bugüne geldiğimiz noktada siyasetten çatışmaya dönüş oldu. Şimdi esasında yapılması gereken çatışmadan tekrar siyasete ve müzakereye dönmek olacak.

 

"Hendek savaşına karşı çıkan
Kürtler 'normal'i istiyor"

 

Çözüm süreci başarıyla giderken, ekonomik olarak da ileriye gidiş yönünde adımlar atılmaya başlandı. Ama tabii bu bağlamda 7 Haziran sonrasında  bölge halkı hendek savaşlarını ve şehir savaşlarını destek vermedi. Destek vermezken de, karşı çıkarken de, “Biz normali istiyoruz, çatışma istemiyoruz” dediler.

 

"Yenikapı'ya niye hiç Kürt çağırılmadı?",

 

Çoğu Kürt arkadaşım dedi ki, “Evet, hükümetin Yenikapı’ya HDP’yi çağırmamasını belli anlamda, belli ölçüde anlayabiliriz ama eğer hiçbir Kürt sivil toplum örgütü, hiçbir Kürt akil insan, hiçbir Kürt aktör eğer çağırılmıyorsa o zaman şöyle bir kafa bulanıklığı ortaya çıkıyor; acaba hükümet PKK terörüyle mücadele mi ediyor, yoksa Kürtlere mi karşı?”

 

"Devlet krizi derinleşti"

 

Prof. Keyman'ın ardından konuşan İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve Çatışma Çözümü ve Arabuluculuk Projesi Koordinatörü ve Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Bülent Aras özetle şunları söyledi:

Genelde devlet krizinin ne olduğunun analitik çözümlemesine gelindiğinde aslında iki tane temel sorun var. Kurumsallaşma sorunu ve kapasite sorunu. Bu kapasite sorunu işten çıkarmalarla, FETÖ’yle başlayan ve genişleyen işten çıkarmalarla iyice de derinleştiğini söylemek istiyorum. 15 Temmuz sonrasında hem kurumsallaşma, hem kapasite anlamında daha öncesine göre çok daha kötü durumda, kriz derinleşmiş görünüyor.

 

"Cumhurbaşkanı son bir hamle yapmak istedi"

 

Aslında daha çok çözüme yönelik olarak ne yapabiliriz, onu konuşacağım ama burada asıl aktör olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pozisyonunu konuşmak lazım. Kendi konuşmalarına baktığımız zaman aslında bu Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişin, yani bu güçlü başkanlık sistemine geçişin Erdoğan’ın siyasetinin okuduğu perspektifle bir çözüm olarak görüyor. Bugün aslında 27 Nisan’ın yıldönümü. Daha sonra parti kapatma davasına evrilen süreçte AK Parti üzerinde ciddi bir bürokratik oligarşinin baskısını hissetti ve bu süreç içerisinde 2017 işte 15 Temmuz darbe girişimine kadar olan süreçte belki de çeşitli ittifaklarla bu bürokratik oligarşiyi kırdığını ve kendisini bürokratik oligarşiden, AK Parti’nin tanımlamasıyla, baskının gelmeyeceğini düşündü.

Fakat 15 Temmuz AK Parti’nin algısıyla durumun aynı olmadığını, bu bürokratik oligarşiye karşı son bir hamle yapılması gerektiğini ve bu tehdidin tamamen ortadan kaldırılması gerektiği algısı oluştu ve bunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu başkanlık sistemine giriş için temel gerekçesi bu. Aslında hepimizin aklına gelen soru bu, mevcut haliyle de facto olarak bütün bu güçlerin hepsine sahipken niye bunu kurumsallaştırmak istiyor? Temel sebebi işte bu bürokratik oligarşiye karşı son hamleyi yapacak çerçeveyi oluşturmak.

 

"Kaba bir çerçeve var"

 

Yeni çerçeveye göre devlet nasıl teşkilatlandırılacak? Bu konuda bir çalışma sırasında bir belirsizlik, bir muamma durumu gördük. Yaptığımız derinlemesine mülakatlarda, üst düzey bürokrasiyle, bu süreçlerin içerisindeki siyasi aktörlerle, uzmanlarla yaptığımız görüşmelerde aslında kaba bir çerçeve olduğunu gördüm. Burada yeni yapıda, üst düzey bürokrasi cumhurbaşkanıyla, güçlü başkanla birlikte gelip gidecek. Orta ve alt düzey bürokrasi daha eski sistemle işe alım, eğitim, adaylığın kaldırılması ve orta düzeye kadar terfiyle sürecek bir süreçle devam edecek. Bu yönde bir irade var. Ama tabii sistemin dönüşümü oldukça kapsamlı. Cumhurbaşkanlığına bağlı kurumlar var, Başbakanlığa bağlı kurumlar var, tüzel olanlar var.

 

"Kim neye bağlı, nasıl çalışacak?"

 

Kim neye bağlı ve nasıl çalışacak, cumhurbaşkanlığı sistemi altında hepsi doğrudan cumhurbaşkanına mı bağlı olacak, bunları zaman içinde görebileceğiz. Ama yine Türk tarzı iş yapmak gibi, kervan yolda düzülecek. Kimin neye bağlı olduğu, hangi kurumların birleşeceğini göreceğiz. Burada çok sayıda çözüm önerisinden bahsedebiliriz, bazıları bürokrasinin kendisinden geldi. Şu anda bürokrasinin kendini ifade etmesi kanalı bu süreçte yok. Bürokrasi tedirgin. Başbakanlık bürokrasisi ortadan kalkacak, on binlerce bürokrattan bahsediyoruz. Gelecekleri ne olacak? Üst düzey bürokrasinin atamayla geleceği söyleniyor, dışarıdan mı atanacak, mevcut bürokrasiden mi atanacak? Geldiği kurumla nasıl bir uyum ilişkisi sergileyecek, ciddi belirsizlikler var. Bürokrasiyi tedirgin eden bir durum bu. Cumhurbaşkanlığı bürokratları hariç diğer bütün bürokratlar ne olacaklarını pek bilmiyorlar.

 

İlgili Haberler