Yaşam

İnternette aşk mümkün mü?

"İnsan göz göze gelmeden, el ele tutuşmadan da sevdiğini söyleyebilir mi?"

22 Ocak 2016 18:37

* Kemal Sayar

İnsan göz göze gelmeden, el ele tutuşmadan da sevdiğini söyleyebilir mi? Gözlerimiz buğulanmadan da aşkın kırılganlığını haykırabilir mi? Varlığımız, bedenimize yaslanmadan da aşkın o uçsuz bucaksız denizlerinde kulaç atabilir miyiz? Terleyen avuç içleri, hızlanan kalp atımları, titreyen eller veya kızaran yanaklar olmadan da anlatabilecek miyiz duygularımızı?

Görünen o ki yeni teknolojiler kendimizi ve dünyayı bilme biçimlerimizi dönüştürdüğü kadar sevme biçimlerimizi de kökten değiştiriyor ve aşk akışkanlaşıyor, girdiği kabın şeklini alıyor. Bilgisayar aracılığıyla gerçekleştirilen iletişim, moderniteye özgü olan zaman-mekân sıkışmasının doruk noktası gibi görünüyor.

Mekânın çöküşüyle birlikte artık her an bağlantıdayız ve bir ekran parıltısı kadar kısa ömürlü aşkların esiri olmaya adayız. Nette herkes burada ve zaman hep şimdi. Sosyal medya sitelerinin dinamikliği insanlara birbirleriyle, zamana yayılacak biçimde iletişime geçme olanağı sundu, böyle bir etkileşim de ikinci, gizli bir misyon doğurdu, insanın kendisi hakkında izlenim yaratma misyonunu.

Günümüzün postmodern benliği farklı sosyal bağlamlara karşı duyarlı olma ve onların içinde farklı sosyal roller üstlenme yeteneğine sahip. Sabit bir benlik yok, duruma göre oynanacak çok sayıda rol var. Aşk da bu ‘oyuncu’ benliğin kendi sınır ve imkânlarını sınadığı bir alan.

20. yüzyılın başlangıcı “Benliğin müzakere ve sunulma biçimleri açısından bir dönüm noktası” olarak görülüyor. Benlik, net aracılığıyla iletilen sözlü ve sözsüz mesajlar yoluyla izlenim oluşturmaya yarayan bir araç haline geldi ve bu izlenimin idaresi yaşamın önemli bir parçası oldu. Yalnız ve sevilmeye aç ruhların, ‘beni sev!’ diye haykırdığı bir ruhlar panayırına dönüyor sosyal medya ağları. Sevilmeye değer taraflarımızı öne çıkarıyor ve kendimizi sadece olumlu özelliklerimizle takdim ederek kişisel imgelerimizi tüketime sunuyoruz. Nette herkes kendi kendisinin reklamcısı.

Tüketim kültürü ve moda endüstrisinin de etkisiyle, benliğin idaresi ve izlenim oluşturma süreçleri başka insanları memnun edip baştan çıkarmakta başarılı oluyor. Bu, artık "Bağlantı içindeki benliğin" çağıdır.

İzlenim oluşturmak için Internet kullanımı vesilesiyle, yaşamın gerçekliği ve insanın beklentileri arasında gitgide büyüyen bir fark gözlemleniyor. Sesler, jestler, videolar ve fotoğraflar, Internet kullanıcılarına, daha sonra da kullanabilecekleri biçimde kurgulanan ve desteklenen bir ruhsal gerçeklik yaratma olanağı tanıyor.

Net bu yönüyle giderek kendimizden de saklandığımız bir yer, bir ilticagâh halini alıyor. Kişinin kendi karakterinin istenmeyen niteliklerini gizleyerek, kendini olabilecek en ideal biçimiyle takdim etmesine olanak tanıyor.

 

Internet, arkadaşlık ve mahremiyet arayışı

 

Benliğin fiziksel engeller olmaksızın her dem yenilendiği, kişiye bedeni orada olmadığı halde bir yerde “bulunma” olanağı veren Internet’in, “ruhu gövdeden ayıran teknoloji” olduğuna inanılıyor. Bu bakımdan Internet’i kullanan kişinin, etkileşim içindeki zihinlerin dünyasında lüzumsuz bir aygıt olarak görülen bedeninden, personasının öz parçasından ayrıldığı düşünülüyor. Ten bütün kadim metafizik öğretilerde can için bir kafes, bir hapishane olarak algılanıyordu, bugün ise zihin vecd halleriyle değil teknoloji marifetiyle bedeni geride bırakıyor ve alemleri dolaşıyor.

Benliğin fiziksel sınırlarından böylesi bir kopuş farklı bakış açılarıyla çeşitli biçimlerde değerlendiriliyor. Bir bakış açısına göre, bedenin benlikten kopuşu, yüz yüze görüşmelerle kıyaslandığında iletişim için daha az zaman ve enerji harcanmasından dolayı insanı özgürleştiriyor. Internet’in kullanımı, daha az enerji sarfiyatı ve daha düşük bir maliyetle, mümkün olan en çok sayıda insanla tanışmayı mümkün kılıyor.

Kimileri Internet’in aslında sanal olmadığını iddia ediyor; onu, gerçek, "Etten ve kemikten ibaret” insanların var olduğu ve “gerçek ilişkiler” geliştirdikleri, yaşadığımız gerçekliğin bir parçası olarak görüyorlar. Hatta böylesi bir etkileşimin, ilişkiyi kontrol etme yetisi sayesinde her bir katılımcının kişiliğini şekillendirdiği düşünülüyor. Çevrimdışı ilişkilerin aksine, ileride ilişkiyi yavaşlatarak ya da hızlandırarak kontrol etmek bile mümkün olacak.

Bazı araştırmacılar anonimlik yüzünden çevrimiçi kurulan ilişkilerin daha sağlıklı olduğunu öne sürüyor. Kısmen ya da tamamıyla anonim oldukları için, fikirleri mevcut ahlaki ve kültürel normlara aykırı düşse bile, kişiler bu farklı fikirlerini ifade ederken kaygı duymuyorlar. Bu avantaj da daha fazla sosyal ve duygusal gelişimin bir aracı olarak görülüyor.

“Sözde arkadaşların” kimlikleri hakkında hiçbir fikirleri olmadığı halde, kişilerin Internet üzerinden karşılıklı olarak hikâyelerini paylaşmaları sık görülen bir durum. İnsanlar, çok özel meselelerini deşmek ve sorgulamak için daha iyi bir yer arayışlarında hiç bu kadar rahat olmamışlardı.

Başka bir deyişle, bireyler Internet’i esnek bir erişilebilirlik aracı olarak görüyorlar ve bunun arkasında yatan da büyük ölçüde onları özgür kılan anonimlik hissi.

Bununla birlikte, bu fenomen olumlu bir sosyal gelişme olarak değil, kitlelerin duygusal çöküşü olarak değerlendiriliyor: İnsanları kendi özel yaşamlarını Internet’te “gönüllü” olarak paylaşmaya iten şey, yalnızlık hissi ve kederden başka bir şey değil.

Bu çöküş, iki alanın birbirine geçmesiyle ilgili olabilir: gizli, bastırılmış ve sessiz özel yaşamın kamusal dünyada görünür ve sesli hale gelmesiyle birlikte, bireyin özel ve kamusal personalarının da belirsizleştiğine inanılıyor.

Bu bakımdan, buradaki endişe tamamen, insanların kendileri için kullandıkları yegâne aletlerin elektronik aygıtlar haline geldiği sanal ile sanal olmayan yakınlığın yer değiştirdiğinin kavranmasıyla ilgili.

 

Duygu kapitalizmi

 

Sanal yakınlığı kurmak kadar sonlandırmak da kolay. Sosyolog ve filozof Bauman’ın söylediği gibi, "Mesafe temasa engel olamaz ama temasa geçmek de uzaklığa engel olmaz’.

Niteliğin değer kaybı nicelik artışıyla telafi edilmek istenir ve işe yaramaz olduğu ölçüde kısa ömürlü de olan bağlantılarla insan bir ‘ilişki kelebeği’ olarak bir ilişkiden diğerine konar. Ancak yaşantı ve duygu derinlere inmez, kök salmaz. O yüzden koparılıp atılması da kolay olur. Ayrılık 2.0’da bir düğmeye dokunarak aşkın cefalarına katlanmak zorunda olmadığınızı gösterirsiniz.

Zaman verimlilik zamanı ve ‘hızlı kapitalizm’ ekonomik etkinliği artırmak için zamanı sıkıştırıyor, sınırları aşındırarak insanları özel zaman ve mekandan mahrum bırakıyor. Teknoloji ve eşya zamanı ve mekânı sömürgeleştiriyor. Romantik ilişki de bu tüketim pazarında en az maliyetle en iyi ürünü bulacağınız bir pazarlık nesnesine dönüşüyor.

Romantik aşkın kendiliğinden, hesapsız kitapsız gelişen doğası, yerini rasyonel bir eş seçimine bırakıyor. İnsanın aklını başından alan, iradesini felç eden irrasyonel bir aşk fikri kayıplara karışıyor.

Sevilen biricik değil internet romantizminde, seçenekler arasından yalnızca birisi, yeri kolayca doldurulabilecek bir fırsat, bolluk havuzunda bir seçim sadece. Romantik ilişki artık, Eva Illouz’un Soğuk Yakınlıklar’da dile getirdiği gibi, bir üretim hattında imal edilen ve olabildiğince hızlı, etkin ve ucuz bir biçimde tüketilmesi gereken bir ürün.

Bu da bizi kapitalizmin yeni bir evresiyle tanıştırıyor: Duygu kapitalizmi. Duygusal bağların maliyet-fayda analizine tabi tutulduğu, pazarda serbestçe alınıp satıldığı, kolayca elden çıkarılabildiği bir çağ, böyle de isimlendirilebilir.


* Bu yazı Al Jazeera'de yer yayımlanmıştır