Barzan Kaya
Dostun attığı gülden yaralanmışız diyen Yusuf Hayaloğlu'nun 5.yıldönümünde Hevsel,Dicle vadisi ve Kırklar dağı tamda onun dizesine yaslıyor başını...
Gezi'de ağaçlar kesilecek diye ferman yayınlandığında toplumun her katmanından ciddi sesler yükseliyor,her görüş ve inançtan yurttaş bu sürece muhalefet ediyor ancak milyonlarca insan bir başbakan ve onun emniyet müdürleri kadar değer görmüyordu..
O günleri Moskova'dan izlerken sürekli olarak:
-Sizin ülkeniz neden hep böyle ? Kavga gürültü eksik olmuyor!
Sorularıyla karşılaşıyor içimden siz daha ne gördünüz ki demekten kendimi alamıyordum.. Türkiye'nin 90 yılda yaşadıklarının bir diğer tabirle devletin yurttaşlarına yaşattıklarının bilançosunu çıkarıp versem yüzlerine biber gazı sıkılmasından daha beter olacaklardı şüphesiz..
Son günlerde ikinci ''Gezi'' vakamız Kürtlerin başkent kabul ettikleri Diyarbakır'da vücut buldu!
Malumunuz bir kaç gündür özellikle sosyal medyada gündeme oturan ''Hevsel bahçeleri''nin rezerv alanı ilan edilmesiyle onbinlerce ağacın kesileceği yönündeki haber hemen herkeste infiaale neden oldu.
Esasen konu Hevsel bahçeleri ile sınırlı değil. Dicle vadisindeki kum çıkarma çalışmaları ve Kırklar dağının satılması ile birlikte zaten bir yılı aşkın süredir yoğun bir tartışma yaşanıyor.
İlk duyduğumuzda hepimizi çokça şaşırtmıştı. BDP'yi yıpratmaya dönük mü acaba diye algıladık.Zira ekoloji forumlarına ev sahipliği yapan bir kentte bu tarz bir çevre kıyımının yaşanabileceğine ihtimal vermek zordu.
Bölgedeki mimarlar BDP'li belediyelerin son yıllarda hayal kırıklığı yaratan projeleri hayata geçirdiklerini ve Diyarbakır'ın ekolojisine zarar verdiklerini belirtiyorlar.
Diyarbakır Mimarlar Odası başkanlığı şehrin yeni belediye eşbaşkanlarıyla bir toplantı yapıp bu üç konuyu masaya yatırmışlar. Çok da yerinde ve faydalı bir toplantı olmuş.
DİMOD Başkanının Sayın Gültan Kışanak ve Sayın Fırat Anlı'yla yaptıkları toplantıdaki konuşmasından bir bölüm:
''Değerli arkadaşlar; Mimarlar odası maalesef bu kentte Belediyeler yüzünden en fazla eleştiriyi alan kurumların başında geliyor. Özellikle imar uygulamalarında yapılan her yanlış için insanlar kapımızı çalıp Mimarlar Odası neden bu yanlışlara izin veriyor diye soruyorlar. Bizde şu cevabı veriyoruz; Planlama süreçlerine ve İmar uygulamalarına maalesef bizim müdahil olma şansımız yok. Belediyeler bazı kararları alırken ne bu kentin mimarlarına, ne onların meslek odalarına nede kentin diğer dinamiklerine danışmıyorlar. Bu kararlar genelde kapalı kapılar ardında alınıp resmileştiriliyor ve biz mimarların önüne de resmi evrak olarak sunuluyor .Bu aşamadan sonra mimarlar odasının bu uygulamaya izin vermeme engelleme gibi bir şansı kalmıyor.Serbest piyasada çalışıp para kazanmak zorunda olan biz mimarlarda bu yanlış uygulamaların altına maalesef imza atmak zorunda kalıyoruz.
Değerli arkadaşlar; Çevre Şehircilik Bakanlığı ve onun yarattığı en büyük canavar kurumlardan olan TOKİ’nin kentlere karşı başlattığı rant saldırısından Kürdistan kentleri de maalesef nasibini almış durumda. Van depremi bahane edilerek çıkarılan kentsel dönüşüm yasaları hiçbir koşula bağlı kalmadan yaşam alanlarımızı elimizden alıp başkalarına satabiliyor. Bu kentin sivil toplum örgütleri olarak bu yasaların karşısında durduğumuzu defalarca açıkladık. Hali hazırda devam eden kentsel dönüşüm projelerine katılmadığımızı defalarca söyledik ama yaşadığımız kentte toplumsal bir reaksiyon oluşturma noktasında maalesef eksik kaldık.Neden? Çünkü yürütülen kentsel dönüşüm projelerinin bir ayağıda Diyarbakır Belediyeleriydi. Demokrasi kültürümüz henüz o noktaya gelmemiş olacak ki Belediyelerin yanlışlarını kamuoyuyla paylaşmaktan çekindik. Bakınız...
Dimod başkınının konuşmasını okuduktan sonra sayın Baydemir'in benzer bir konu olan Gezi süreci için ne dediğine bakalım:
''Halkın görüşü önceden alınsa İstanbul Gezi Parkı'nda bu olaylar yaşanmazdı. Halk, bu olayda görüşü alınmadığı için buna razı olmadı. Ben 9 yıllık başkanlığım döneminde halkın bütün talep ve isteklerini dinleyerek iş yapmaya çalıştım, işin doğası budur. İstanbul'da yaşanan bu sorun Diyarbakır'da olsaydı, konuşarak ve diyalog ile sorun çözülürdü. Diyarbakır'da projelerimizin yüzde 75'ini halka danışarak, STK'ların görüşlerini alarak hayata geçirdik.'' Bakınız...
Başkanın bu röportajını okumuş ve o günlerde herkese işte örnek yerel yönetim anlayışı budur demiştim..
Ancak BDP Diyarbakır milletvekili sayın Altan Tan
''Durun bakalım bizimde kusurlarımız var ''dercesine bir açıklama yapıyor:
''Dicle Vadisinde ağaç kesimi nedeniyle BDP ve DTK'nın çağrısı ile Dicle Vadisinde çadır kurulduğunu söyleyen
BDP Milletvekili Altan Tan, yanlış bilgilendirmeye karşı olduğunu söyledi. Kırklar dağının satıldığını, bu kararın BDP'li Sur Belediyesi ve Büyükşehir Belediyesinden geçerken ciddi hiçbir reaksiyon ortaya konmadığını ve çok büyük yanlışlıklar yapıldığını söyleyen Tan, "Şu an korunması istenilen ve rezerv alanı içerisinde bulunan bu alan Dicle vadisinin yarısından fazlasını teşkil eden büyük kum ocakları açıldı. Bir balık göleti inşaa edilecek proje ile milyonlarca dolarlık kum satıldı, halende satılıyor ve Dicle vadisinin yarısından fazlası olduğu gibi tahrip edildi. Buna karşıda hiçbir tavır yok. Kim yaptı bunları. Bu projeler Sur Belediyesinden, Büyük şehir Belediyesinden geçti. Tarım Bakanlığı müsade etti. Ve il özel idaresi de bu kum ocaklarına izin verdi. Yani koordineli bir suç var ortada. Organize bir suç var ortada. Üniversitede buna göz yumdu. Üniversite, Belediye , Tarım Bakanlığı, Hükümet, Milli Emlak ve özel idare beraber bu cinayete ortak oldular. Ve Diyarbakır'da bununla ilgili bugüne kadar en ufak bir gösteri yapılmadı. Bu Hevsel bahçelerine çadır kuran arkadaşlar bu çadırları önce kum ocaklarının olduğu Dicle vadisine kursunlar. Satılan Kırklar dağına kursunlar, Kırklar dağında ne döndüğünü hep birlikte ortaya çıkaralım. Tekrar söylüyorum şehrimizin her bir taşı, böceği ve Dicle vadisinin suyu hepimizin için çok çok önemlidir. Hayatımızdır, geçmişimizdir, geleceğimizdir. Ama bunları doğru bir şekilde tartışalım. Bu çadırlar önce Kırklar dağına kurulmalı ve Dicle vadisinde balık çiftliği kuracağız diye açılan ve vadiyi allak bullak eden kum ocaklarına kurulmalı" Bakınız...
Dicle vadisinde yapılan kazılar,kırklar dağının satılması ve son tahlilde Hevsel bahçelerinin rezerv alanı ilan edilmesi son bir yıldır hepimizde derin bir düş kırıklığına neden oldu..
Türkiye siyaset terminolojisine ''ekolojik siyaset'' kavramını yerleştiren BDP'nin böyle bir uygulamayla gündeme gelmesi şüphesiz herkese ''nasıl yani?'' dedirtti..
BDP belki çevre bilincini ortaya çıkaran parti değildir ama bu bilincin yerel ve genel siyasetin karakterlerinden biri olmasını sağlayan bir politik tutumun tartışmasız sahibidir.
Kadının özgürleşmesinde büyük emeği olan bir geleneğin ortaya çıkardığı bir partidir. Bu anlamda sorumlulukları ağırdır.Bu ağırlığı taşıyamayacak arkadaşlarını geri çekmeli doğa ve insan sevgisi dışında bir kaygısı olmayan arkadaşları görevlendirmelidir.Yerel dinamikleri gözeten onların her türlü eleştiri ve önerilerini dikkate alan başı buyrukluktan uzak bir yerel siyaseti esas almalıdır.
Elbette bölgede olmayınca kim kiminle nasıl bir ilişki içinde belediye bürokrasisi nasıl bir ideolojiden besleniyor hangi kaygılarla hareket ediyor bilmek çok zor.Demokratik çözümle birlikte rehavete kapılan kadrolar var mıdır?
Hakim olma psikolojisi insanları yanlış kararlar alma noktasına mı sürüklüyor?
Yoksa tüm bunlar BDP'ye dönük bir psikolojik harekat mı bilinmez..
Bu sorular şimdilik cevapsız ..
Yerel seçim sürecinde bu konunun gündeme oturması BDP'yi entellektüel kent seçmenleri açısından zorlayacaktır mutlaka.
Burada bahis olunan çevre katliamlarından ziyade yerel bürokrasinin oligarşileşme tehlikesi ve bu tehlikenin köklü Kürt hareketine zarar vermesi.
Burada hakikaten de bir tahakküm ve dayatma var mıdır diye düşününce aklıma 2013 Aralık ayında Cizre'de bir amcanın söyledikleri geliyor''Oğlum siz İstanbul’dan bakıyorsunuz,okuyorsunuz ama biz burada görüyor yaşıyoruz!!'' demişti..
Klasik bir Amed ve Baydemir hayranı bir yurttaş olarak tez vakitte kapsamlı bir çalışmanın yapılmasını ''Hevsel bahçeleri''nin doğa kasaplarına teslim edilmemesini ümit ediyorum.
Herkes hata yapabilir ve fakat BDP ve HDP'nin böyle bir şansı yoktur,bunu en iyi kendileri bilir zaten..
Kirlenmiş siyaset içinde yolsuzluğa,rüşvet ve doğa katliamına bugüne kadar bulaşmamış Türkiye'nin 3.büyük siyasi partisinin bu karakterinin korunması Türkiye halklarının geleceği için fevkalade değerlidir..