Kültür-Sanat

Hayat, aşk, acı, isyan, tutku, sağlamlık, sanat ve inat: Anna Ahmatova

Ahmatova'nın yaşamında tüm felaket anlarından bir iz mevcuttur. Antidemokratik bir rejimle ters düşmek, onun baskı araçlarıyla tehdit edilmek, sevdiklerini yitirmek, sansürlenmek ve ölüme aldırmadan özgürlüğünü savunmak Ahmatova'nın kendine has tutumuyla açıklanabilir

07 Mart 2021 18:45

Feride Demir

Şairlerin yaşamı şiirlerinden eskidir. Bu yüzden şairlerin bir dizelik ölümsüzlüğü vardır. Yeryüzünde şiir kadar nesli bol olup aynı hızla ölen başkaca bir sanat dalı da yoktur. Şiirin eleği sığdır yaşatma şansı sınırlıdır.

Bu şans aralığı yetenek kadar derinlik ve yaşama dair özgül bir zaman gerektirir. Şairi tarihe ulaştıran şey zaman üstü sezgisidir. Elbette her şairin, her çağın serzenişi, sezgi krizi farklıdır. Ancak şairlik kadar sezgi ve düşünce krizlerini tutkusuyla aşabilen çok az sanat alanı vardır. Romancı kahraman ve konu fazlalığında boğulurken şairin bu lüksü yoktur.

Elbette şiir tarihi, okur ve yazar açısından farklı anlamlar taşır. Ancak kimi şairlerin okur ve çağdaşlarının teveccühünün çok ötesinde tarihi zorladıkları açıktır. Eğer bu yargı ve tedirginlik payesi olmasaydı, şiir tarihini kendine kilitleyen büyük şairler de olmayacaktı. Kuşkusuz büyük şair sözü günümüzün teknolojik ve dijital ortamı içinde kulağa hoş gelmeyebilir, ancak gerçek şair mitosu hala var ve şiir dünyasını da beslemeye devam ediyor.

Bu devamlılıkta Anna Ahmatova'yı anmadan geçemeyiz. Zira Anna Ahmatova, hem çağın teorik kuşatmasını hem de Gulag zihniyetinin toplumsal düşünce sahasında yarattığı yıkımın mağduru ve tanığıdır.

Ahmatova, büyük bir şair yazardır. Tek kutuplu dönemin azgınlığında sevdiklerini ve kendisini ölümden kurtarmaya çalışması kadar şairliğini, sanatçılığını bu ağır şartlarda ispatlaması da ayrı bir özelliğidir. Kuşkusuz bu özellikler onun iradesi dışında hayatına girip çıkmıştır. Ancak Ahmatova'nın bu olaylar karşısında ki tutumu şahsiliğinin ötesindedir. Rus toplumunun o dönemde yüreklerde başlayan muhalefetini satırlarına taşıması adeta bu öteliğinin kanıtıdır.

Ahmatova'nın yaşamında tüm felaket anlarından bir iz mevcuttur. Antidemokratik bir rejimle ters düşmek, onun baskı araçlarıyla tehdit edilmek, sevdiklerini yitirmek, sansürlenmek ve ölüme aldırmadan özgürlüğünü savunmak Ahmatova'nın kendine has tutumuyla açıklanabilir.

Şair, anne, rejim muhalifi, özgürlüğünü savunma ve duygularına bağlılığıyla fazlasıyla sıra dışıdır. O dönemin sanatçılarında görülen yazgısıyla direnme prensibinin sayılı örneklerindendir. Ve bu sahiplenme onun sıra dışı karizmasıyla birleştiğinde Ahmatova'yı günümüzde daha da haklı çıkarmaktadır. Bu yüzden Ahmatova için ne zaman ve nasıl yazmaya başladı sorularının bir anlamı yoktur. Onun şiirsel kompozisyonunda hayat, aşk, acı, isyan, tutku, sağlamlık, sanat ve inat başa baş gider.

Ahmatova'nın, Gulag rejimine yönelik takındığı eleştirel tavrı ve acısını işleme tarzı, bügün dahi öykünülesidir. Her türlü yok edilişe karşı aşkta ve şiirde diretmesi bizler için büyük bir deneyimdir.

Ahmatova'nın şiirleri, çağın duygu fraksiyonları için oldukça zor ve ağırdır. O devrin dünyasında katı kültürel ve politik angajmanlara rağmen bir kadının duygu ve düşüncelerini savunması kolay olmasa gerek. Bu yüzden Ahmatova'nın şiirlerini okuduğumuzda sanat ve şiirin zaman üstü bir sezgi olduğunu bir kez daha görmekteyiz. Ahmatova, ölümün 55. yılında da şiirleriyle haklılığını sürdürmeye devam ediyor.

"Ben konuk geldim şaire.
Pazar. Tam öğleyin.
Bir oda ,engin huzur dolu,
camların ardında ayaz."