Burcu Karakaş*
“Ah şu Diyarbakır Cezaevi, 12 Eylül sonrasında yaşananları bir anlatsa… Ah şu 5. koğuşun duvarları dile gelse de ne işkenceler yapıldı, anlatsa… Diyarbakır Cezaevi’ni kapatıyoruz. Yeni cezaevini bir an önce yapacağız, biter bitmez de malum cezaevini yıkacağız. Orası artık varlığıyla sürekli bize 12 Eylül’ü hatırlatmasın istiyoruz.”
Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 2010 yılının Eylül ayında Diyarbakır’da yaptığı konuşmada bu sözleri dile getirmişti. Başbakan Erdoğan’ın bu sözlerine yine o dönem Diyarbakır Cezaevi Gerçeklerini Araştırma ve Adalet Komisyonu’ndan Celalettin Can’ın ise bir itirazı vardı. Bu itirazı, Bianet için kaleme aldığı yazıda şöyle ifade etmişti:
“Yapmanız gereken Diyarbakır cezaevini yapı olarak aynen koruyarak, yaşanmışlıkları sergileyen, mağdurları onurlandıran, toplumu eğiten, dolayısıyla toplumsal hafızanın olumlu ve yapıcı bir yönden yeniden kurulmasına katkıda bulunan, barış ve kardeşlik sembolü bir İnsan Hakları Müzesi'ne dönüştürmektir.”
Celalettin Can bu talebinde yalnız değildi. 12 Eylül karanlığının simgelerinden Diyarbakır Cezaevi’nin kapatılması hem burada tutuklu bulunmuş kişilerin hem onların ailelerinin hem de kent sakinlerinin uzun zamandır dile getirdiği bir talepti.
Nitekim çok değil, geçen sene 24 Ocak’ta Diyarbakır'a parti kongresi için giden dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu da benzer sözleri yineleyerek, “Diyarbakır’ı bir kültür merkezi yapmak için çok acı hatıralar taşıyan hapishaneyi kültür müzesi, Diyarbakır Müzesi haline dönüştürüyoruz” demişti.
O günlerde henüz hayatta olan Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, Davutoğlu’nun sözlerinin ardından kendisine uzatılan mikrofonlara, “Sembolik yönü olan, halkın belleğinde yer etmiş bu tür yerlerin anıt ve müzeye dönüştürülmesi, eski dönemin geride kaldığını, artık dönüşü olmayan yeni bir döneme girildiğinin işaretidir” demişti.
Ancak geçen hafta itibariyle 2015 Mayıs ayında açılan Diyarbakır Cezaevi Koordinasyon Merkezi’nin yeri, Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği’ne tahsis edildi. HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Meclis’e, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi Koordinasyon Merkezi'nin faaliyetlerinin hangi nedenlerle durdurulduğu, Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimler Derneği'ne neden başka bir mekân temin edilmediği, bir hafıza merkezi olarak işlev gören Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi Koordinasyon Merkezi'nin daha nitelikli şekilde çalışabilmesi için ne tür çalışmalar yapıldığı sorularının yer aldığı bir yazılı önerge sundu. Önergeye cevap verilirse bu soruların cevabını hep beraber öğreneceğiz.
Diyarbakır Cezaevi’nin müzeye dönüştürülmesi için sivil toplum örgütleri ve insan hakları aktivistleri uzun süredir çalışmalar yapıyordu. Türkiye’nin ilk ve tek gayri resmi hakikat komisyonu olarak bilinen “Diyarbakır Cezaevi Gerçeklerini Araştırma ve Adalet Komisyonu”, 2008 yılının Temmuz ayında çalışmalarına başlamıştı. Urfa, Antep, Mardin, Diyarbakır, Batman, Siirt, Hakkari, Yüksekova, Şemdinli, Çukurca, Van, Mersin, Adana, Osmaniye, İzmir, Ankara ve İstanbul’da toplam 517 kişiyle yapılan görüşmeler sonucunda 7 bin sayfadan fazla veri toplamıştı. Komisyonun sonuç raporunda yer alan bazı maddeler şöyleydi:
* Tanıklığına başvurulan herkes, değişik tiplerde ve neredeyse sürekli olarak işkenceye maruz kaldıklarını ve başkalarının maruz kaldıkları işkencelere tanık olduklarını anlattı.
* Sağlık sorunlarının işkenceler sonrası bugüne dek devam ettiğini tanımlayan 336 kişinin 168’inde fiziksel olarak görülebilen ve kolayca gösterilebilecek kalıcı iz görüldü.
* 447 kişinin 336’sında yaşamış olduğunu belirttiği işkenceler ile ilişkili sağlık sorunu olduğu anlaşıldı.
* Mağdurların yüzde 17’sinde muhtemel Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) saptandı.
Raporda, "yüzleşme", "hakikat", "adalet" kavramları sıklıkla kullanılmıştı. Şimdi bu kavramlardan belki de hiç olmadığımız kadar uzağız. Ve görünen o ki, Diyarbakır Cezaevi’nin müzeye dönüştürülmesi en azından şimdilik çözüm sürecinin de sonlanmasıyla rafa kalktı. Tahir Elçi’nin dediği gibi, o eski dönem geride kalmadı. Umalım ki “barış” kelimesini daha fazla duymamız gereken bu günlerden umuda dönüş imkânsız olmasın.
Bu yazı ilk olarak P24’te yayımlanmıştır.