Gündem

Halil Berktay: CHP hiçbir zaman sosyal demokrasinin temsilcisi olmadı

Muharrem İnce: CHP, ulusalcı, yenilikçi ve solcu bir partidir. CHP’de farklı seslerin çıkması doğaldır. Biz hiçbir zaman tek sesli bir parti olmadık

21 Şubat 2013 11:28

Taraf gazetesi yazarı Doç. Dr. Halil Berktay, “CHP’nin yaşadığı kriz, sosyal demokrasinin krizi değil. CHP hiçbir zaman, 19. yüzyıldan bu yana bildiğimiz şekli ve tarihiyle sosyal demokrasinin bir temsilcisi olmadı. Bir ara Bülent Ecevit CHP’yi oraya oturtmaya; dünya çapında sosyal demokrasi ile CHP’nin Türkiye’deki muhalif konumu arasında bir bağlantı oluşturmaya çalıştı. Ama bu, hiçbir zaman kök salmadı. CHP içinde sosyal demokrasiyi düşünme ve özümlemeye yönelik bir çaba oluşmadı” dedi.

CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce de, “Sosyal demokrasinin ve CHP’nin sorunları var. Bu da çok doğaldır, çünkü sorununuz yoksa sizin çözüm üretme kabiliyetiniz de yoktur. Sosyal demokrasinin sorunlarının önemli bir bölümü CHP’nin de sorunlarıdır” diye konuştu.

Taraf gazetesinden Ümit Aslanbay ve Dicle Baştürk’ün hazırladığı CHP dosyasında bugün Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu, Doç. Dr. Halil Berktay, CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce ve Prof. Dr. İştar Gözaydın şunları söyledi:

 

Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu: ‘Yenilikçiler’ umut veriyor

 

Sosyalist Enternasyonal’e dâhil olan bir partinin her şeyden önce eşitlikçi olması beklenir. Sosyalist bir parti eşitlikçiliği güvenlik odaklı politikalara feda etmez. Eşit vatandaşlığa yönelik düzenlemelerin bizzat teklif eden tarafı olur. Toplumda tüm kesimlerin eşit vatandaş olduğu varsayımı ile yola çıkar. Sosyalist bir partiden normalde bu beklenir. Ancak milliyetçilik ideolojisini diğer ideolojilerden ayırt eden bir özellik var. O da şu: Milliyetçilik diğer tüm ideolojiler ile yan yana gelebilir, işbirliği yapabilir. Böylesine her şekle girebilen bir ideolojidir. Her daim var olabilmesinin arkasında da bu özelliği vardır. O yüzden milliyetçiliğin muhafazakârlıkla olduğu gibi, liberal düşünce ile ve hatta sosyalist düşünce ile de yan yana gelebildiği durumlar var. Gerek tarihte gerekse bugün Avrupa’daki sosyalist akımların da milliyetçiliğin etkisinden uzak kalamadığı dönemler var. Fransa’da da Sosyalist Parti’den Başkanlığa aday olanlar arasında milliyetçi özellikleri öne çıkanlar da vardı. Dolayısı ile “Sosyalizm, şudur” diye kesin bir dil ile konuşup, sonra da CHP’nin sosyalist olmadığını söylemek gibi mutlakçı değerlendirmeler yapmak istemem. Ancak CHP Türkiye’de sosyalist duyarlılığı geliştirebilecek alternatif siyasi partilerin önünü hep tıkamıştır. O alanı Cumhuriyet tarihi boyunca işgal etmiştir. Bu açıdan sorunlu bir parti olduğunu düşünüyorum. Muhalefetin hakkıyla yapılamamasının bir yerde nedeni olmuştur. Daha ziyade tepkisel bir parti haline gelmiştir.

 

Yenilikçiler tarlada gelincik gibi

Ancak haksızlık yapmanın manası yok. Bağcı dövmektense bu ülkede eşit vatandaşlığın genel geçer norm olmasına giden yolu aralamak gerekir. CHP içinde -bu sayfalarda eski CHP milletvekili Fikri Sağlar’ın söylediğinin aksine- ciddi bir ayrışma var. İyi ki de var… Sosyalist alanı işgal eden bir siyasal partinin içinde zaten ayrışma ve çok seslilik olması beklenir. Bu her siyasal parti için geçerli bir tespit ama sosyalist olma iddiasındaki bir parti için daha da önemli. Ayrışma olmaması bir siyasi parti için değil onur duyulacak, utanılacak bir durum olmalı. CHP içinde ayrışmanın varlığı sağlıklı bir durumun işareti. CHP’nin bende uyandırdığı tüm ümitsizliğe rağmen, CHP içindeki “yenilikçi kanat”tan hala umudum var. Yılların kemikleşmiş yapısı ile mücadele ediyorlar. Bu mücadeleye destek vermek gerek. Çünkü içinde bulunduğumuz seçim sistemi gökten zembille yeni bir partinin düşmesine elverişli değil. Bu seçim sisteminde AKP’yi demokratikleşme yönünde zorlayacak bir muhalefetin yine CHP içinden çıkması tek anlamlı olasılık. Bu olasılığa destek vermek zorundayız. Yenilikçilerin parti içinde anahtar konumlara gelmelerine ve Türkiye’yi hak ettiği muhalefete kavuşturmalarına ihtiyaç var. Sadece tepki veren değil kuvvetli ve yenilikçi politikalar ile siyasal gündemi zorlayan bir muhalefete Türkiye’nin çok ihtiyacı var. AKP’nin terminolojisi ile söylersem CHP’nin tepkisellikten oyun kuruculuğa geçmesi gerekiyor.


CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce: CHP’de kriz de yok kanatlar da

 

Sosyal demokrasinin bugünkü krizi ile CHP'nin içinde bulunduğu kriz arasında bir bağlantı var mı, yoksa ayrı ayrı şeyler mi? Ya da CHP'nin bir krizi olduğu görüşüne katılıyor musunuz?

Sorunuz daha baştan sosyal demokrasiyi ve CHP’yi bir kriz içinde kabul ediyor. Böyle bir ön kabulünüzün dayanakları nedir bilmiyorum. Ben kriz kavramını sorunların yönetilemez hale geldiği bir durum olarak kabul ediyorum. Bu biçimde baktığımızda ne sosyal demokrasi nede CHP bir kriz içindedir. Sosyal demokrasinin ve CHP’nin sorunları var. Bu da çok doğaldır, çünkü sorununuz yoksa sizin çözüm üretme kabiliyetiniz de yoktur. Sosyal demokrasinin sorunlarının önemli bir bölümü CHP’nin de sorunlarıdır. Sosyalist Enternasyonal’in 2012’nin eylül ayında Güney Afrika Cumhuriyetinde yaptığı kongrede ve ardından 14 Şubat’ta Portekiz’de yapılan toplantıda ortaya konulan yaklaşımlar bizim için önemlidir. Çünkü önümüze bir vizyon koymaktadır. Biz bu kararları kendi somut durumumuza bakarak uygulamaya çalışırız. Bu sosyal demokrasi hareketi içindeki bütün partiler için geçerlidir. Bugün Sosyal demokrat partiler 50 ülkede tek başına ya da koalisyon ortağı olarak iktidardalar. Avrupa’da Finlandiya, Belçika, Fransa, Danimarka, İsveç, İzlanda ve Romanya’da iktidardalar. Sosyalist Enternasyonal’in Portekiz toplantısında dünya ekonomisi gündeme alındı. Büyüme, istihdam, sürdürülebilir kalkınma konuları tartışıldı. Bu sorunlar CHP’nin de önündeki sorunlardır. Sosyal demokratların, sosyal devleti, çevreyi koruyarak istihdamı artırmada karşılaştığı sorunlar, bizim karşılaştığımız sorunlar aşağı yukarı aynıdır. Dolayısıyla sosyal demokrasinin sorunları ile CHP’nin sorunları birbiriyle ilişkisiz sorunlar değildir.
 

CHP, Türkiye'de siyaset yeniden şekillenirken, müzakere süreci, yeni anayasa vb. konularda bir türlü ön alamıyor. Bunun yerine parti içindeki kanatlar birbirlerini kilitliyor... Örneğin CHP süren müzakere sürecinde inisiyatif almaktansa, hiç bir söylemeden kenarda durarak ya sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasını ya da iktidarın bu işten yıpranarak çıkmasını bekliyor. Edilgen bir politika izliyor. Bunda parti içindeki "ulusalcı", "yenilikçi" ve "sol" çekişmenin etkisi olmakla birlikte, Anayasa çalışmalarında olduğu gibi net bir yaklaşım oluşturmamanın da payı var mı?

Bu soru mu, yoksa CHP için verdiğiniz mahkûmiyet kararı mı? Sizin bu ön kabullerinizle bizi anlamanız mümkün değildir… Çünkü değerlendirmenizde CHP’yi anlama çabası yok. Biz 12 Eylül Anayasasına hep karşı olduk. Bu nedenle de bu Anayasada yapılan değişiklerin nerede ise tümüne destek verdik. Destek vermediğimiz 12 Eylül referandumda ise temelde itiraz ettiğimiz yargı ile ilgili düzenlemelerdi. Eğer itiraz ettiğimiz maddeler çıkarılmış olsaydı, o değişiklik referanduma gitmeden TBMM’de kabul edilecekti. Bugün yargıda yaşanan sorunlar bizim itirazlarımızın ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Başbakan dâhil yargıdan şikâyet etmeyen yok. Mahkemeler mahkeme olmaktan çıktı, muhalifler üzerinde birer sopa haline geldi. Bu değişikliklerin böyle bir hukuk düzeni getireceğini daha o zaman öngördük. 

Konuya önce şuradan başlamalıyız, Anayasa yaparak sorun çözemezsiniz. Anayasanızın demokratik olması sizi demokratik yapmaz. Anayasalar sorunlar karşısında ortaya çıkan çözüm iradesinin toplumsal sözleşmeye dönüşmesidir. Örneğin bugün Kürt sorunu noktasında toplumda tam bir uzlaşma hali çıkar ve buda Anayasa değişikliği gerektirirse o zaman Anayasa değişikliği çözümün bir parçası olur. Oysa bu sorun noktasında nelerin konuşulduğunu dahi bilmiyoruz.

Gelelim sizin ön alamadığımız yönündeki itirazlarınıza. Bizim görüşlerimiz ortadadır. Görüşlerimiz ortadayken hangi konuda ne söylersek ön almış oluruz. Bizim Kürt sorunu konusundaki görüşlerimiz 1989’dan beri biliniyor. Biz bu sorunu, temel haklar ve özgürleşme, dahası demokrasi sorunu olarak görüyoruz. Biz Türkiye’nin yönetim yapısını değiştirerek bu sorunu çözemeyeceğimiz düşüncesindeyiz. Yönetim yapısını değiştirmenin birlikte yaşamak değil yan yana yaşamak olduğunu söylüyoruz. Bunun nesnel bir temelinin olmadığını söylüyoruz. Eğer biz Kürt sorununu Diyarbakır sorunu olarak görürsek çözüm üretemeyiz. Buna karşılık İstanbul sorunu olarak görürsek çözüme ulaşırız. İstanbul Dünyanın en büyük Kürt şehridir. Siz bugün homojen bir nufus dağılımı var diye Doğu ve Güneydoğuyu ayrı bir yönetim anlayışına, hukuka tabi tutarsanız, Kürt nüfusun büyük çoğunluğunu barındıran İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin ve Akdeniz ve Ege kıyılarında yaşayan Kürtlerin sorununu içinden çıkılamaz bir hale getirirsiniz. Çünkü 30 yıldır yaşananlar birlikte yaşamada önemli zihinsel kırılmalar yaratmıştır. Bunu söylediğimizde ön alamıyorsak neyi söylediğimizde ön alırız? Örneğin Kürt ulusu vardır, ulusların da kendi kaderlerini tayin hakkı vardır, Kürdistan’ı tanıyoruz dersek mi ön alacağız? Bunu CHP’den bekleyenler, CHP’yi tanımıyorlardır, bilmiyorlardır. CHP hiçbir zaman böyle bir söylemi kabul etmez. CHP bu ülkenin kurucu felsefesini oluşturan partidir. CHP’nin böylesi söylemlere pirim vereceğini söylemek CHP’den kendisini inkâr etmesini istemektir. 

CHP’de sizin belirttiğiniz anlamda “ulusalcı” “yenilikçi” “sol” kanat diye bir şey yoktur. CHP, ulusalcı, yenilikçi ve solcu bir partidir. CHP’de farklı seslerin çıkması doğaldır. Biz hiçbir zaman tek sesli bir parti olmadık. Bu partide her zaman farklı şeyler söyleyenler olmuştur. Ancak, bu partinin resmi görüşü parti programıdır. Davranışlarımızın sınırlarını ise tüzüğümüz belirler. Bizim kendi iç tartışmalarımızı zaman zaman kamuoyu ile paylaşmamız bizim zaafımız değil, zenginliğimizdir. Bu partide genel başkan hapşurdu diye üyeler ellerini ağızlarına götürmezler. Yeni Anayasa konusunda Genel Başkanımız bizim görüşlerimizi kamuoyuna defalarca açıkladı. Anayasa Uzlaşma Komisyonundaki üyelerimizde bu açıklamalar doğrultusunda bizim görüşlerimizi masada dile getirmektedirler.
 

Sosyal demokrasi CHP için ne kadar geçerli bir kavram? Ya da CHP "ulusalcıların" partisi mi? Bu iki görüşü CHP içinde tutmak ve ileri gitmek, sağlıklı bir muhalefet oluşturarak partiyi büyütmek mümkün mü?

CHP, sosyal demokrasiyi kabul eden bir partidir. Ancak, buna rağmen önemli farklılıklara da sahiptir. Bir kez sosyal demokrasinin ortaya çıkış biçimi sınıf mücadelesine dayanır. Brenstein’in “revizyonizmi” ile klasik Marksist görüşten farklılaşmıştır. Sosyal demokrasi, burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadeleyle şekillenmiştir. Buna karşılık CHP Kurtuluş Savaşı ve yeni devrimlerle dayalı yeni bir devletin kurucusu olarak şekillenmiştir. Sosyal demokrasi toplumsal sınıfların kendisi için sınıf haline geldiği bir toplumda sınıf uzlaşmasını, CHP ise toplumsal sınıfların kendiliğinden sınıf halindeki bir toplumda ortaya çıkması nedeniyle sınıflar arası uzlaşmayı halkçı ve devletçi politikalarla sağlamaya çalışmıştır. Atatürk’ün ifadesiyle “kaynaşmış, bütünleşmiş ulus olma” düşüncesinin temeli bu farklılıktır. Bu önemli farklılık tamamen Avrupa ve 1920’lerin Türkiye’sinin toplumsal yapı farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Bu tarihsel farklılık, Avrupa Sosyal demokrat partilerinin evrimci, CHP’nin ise devrimci bir parti olmasını sağlamıştır.

CHP bu deneyiminde kazandığı birikimi çok partili sisteme geçerken ve sosyal demokrasiyi kabul ederken de kabul etmiştir. Batı Sosyal Demokrat partilerinin kurtuluş ve devrim partisi olmak gibi bir deneyimleri yoktur. Dolayısıyla onların öncelikleri ile bizim önceliklerimiz arasında kimi zaman farklılıklar olmaktadır. Örneğin Fransa’da Sosyalist Partinin laikliği savunmak gibi bir derdi yoktur. Çünkü orada herkesin ortak paydasıdır. Oysa bizim bu büyük devrimi savunmak, yaşatmak gibi bir sorunumuz var. Çünkü bazı siyasal partiler bunu ortak payda olarak görmek istemiyorlar.

Sizin sorunuzdan anladığım Sosyal Demokrasi ile “ulusalcılığın” bağdaşmadığını söylemek istiyorsunuz. Hâlbuki Sosyal demokrat partilerin hepsinde güçlü bir ulusalcılık anlayışı vardır. Örneğin uzun yıllar iktidarda kalmış olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin Alman ulusal kimliğini, Almanya’nın çıkarlarını ötelediğini gördünüz mü? Bırakınız, bizim Sosyal Demokrasiyle bağdaştıramadığımız söz ve eylemleri dahi olmuştur. Irak’ın işgalinde SPD ve İngiliz İşçi Partisi’nin rolünü hatırlayınız. Fransa’da Sosyalist Parti Fransa’yı onlarca yıl yönetti, yönetiyor. Fransız kimliğinin geriletilmesi yönünde bir çabasını gördünüz mü? Bu partilerin uygulamaları Sosyal demokrasiye uygun ama CHP’nin “ulusal birlik” söylemi Sosyal demokrasiye uygun değil. Geçiniz bunları.

Ben daha ileri gideyim. CHP, adını saydığım bu partilerden daha emek öncelikli politikalar izleyen, daha özgürlükçü, sosyal devlet anlayışı noktasında bu partilerden daha ileri konumdadır ve sola yaptığı katkılar bakımından da öndedir. Alın size taze bir örnek. Fransa’da Sosyalist Parti iktidarda. Suriye’de ne yapıyor, Mali’de ne yapıyor? CHP hem ulusalcıların hem de sosyal demokratların partisidir. Sizin bahsettiğiniz anlamda bir ayrım suni ve gerçekçi olmayan bir ayrımdır. CHP geçmişte bu çizgisiyle iktidar oldu. Gelecekte de olacaktır.
 

Sizce CHP içindeki gelişme nasıl bir seyir izliyor ve çözüme ulaşır mı? Çözüm nasıl olur ve gerçek anlamda bir alternatif oluşturur?

CHP’de, sizlerin görmek istediği anlamda bir ayrılık yoktur. Olmayacaktır da. CHP’den veya diğer partilerden her zaman kopuşlar olmuştur. CHP’de biri ayrıldı diye CHP’ye bir şey olmaz. Bir şey olmuşsa ayrılanlara olmuştur. Şimdi nerelerde olduklarını, nelerin altına imza attıklarına birlikte tanık olduk. Biz insan hakları anıtına “ucube” diyerek yıkımına imza atanları gördük. Tekbir getirilecek diye emir yağdıranları gördük. CHP şu haliyle zaten alternatiftir. Bugün ülkemizde kimlikler ve yaşam tarzı biçiminde bir ayrışma yaşanıyor. CHP bu sorunların aşılmasında tam anlamıyla alternatiftir. CHP etnik aidiyetlerin kendi varlığını sürdürme, kendini tanıtma noktasında bütün engellerin ulusal birlik içinde kaldırılmasını savundu, savunuyor. Herkesin olan hiç kimsenindir anlayışı doğrultusunda aidiyetlerin kamu yönetimi üzerinde kurduğu baskıyı geriletmeyi amaç edinmiştir. CHP laikliğin sağladığı özgürlükleri koruma ve geliştirme mücadelesi vermektedir. CHP, ekonomik politikalarında emekten yana tavır almaya devam ediyor, edecek. Bunun için sendikal örgütlenmelere getirilen kısıtlamalara, grev yasaklarına karşı çıkmaktadır. Sermaye ile emek arasındaki ilişkide sermaye sahiplerinin hakkı kadar emekçinin hakkı da olduğunu savunuyor. Güvencesiz istihdama şiddetle karşı çıkmaktadır. CHP, demokrasinin tüm kurallarıyla, değerleriyle bu ülkede yerleşmesi için çabalamaktadır. Demokraside iktidarın denetimini, hesap verebilirliğini zayıflatan iktidara karşı halkı aydınlatmayı bir görev bilmekte ve bunun gereğini yapmaya çalışmaktadır. 

 

Doç. Dr. Halil Berktay: Sosyal demokrasi miadını doldurdu

 

Sosyal demokrasinin durumu ile CHP’de yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP’ye ilişkin meseleler ile evrensel planda sosyal demokrasiye özgü meseleler, bir bakıma birbirlerine biraz bağlı ama çok da örtüşmüyor. Çünkü CHP’nin yaşadığı kriz, sosyal demokrasinin krizi değil. CHP hiçbir zaman, 19. yüzyıldan bu yana bildiğimiz şekli ve tarihiyle sosyal demokrasinin bir temsilcisi olmadı. Bir ara Bülent Ecevit CHP’yi oraya oturtmaya; dünya çapında sosyal demokrasi ile CHP’nin Türkiye’deki muhalif konumu arasında bir bağlantı oluşturmaya çalıştı. Ama bu, hiçbir zaman kök salmadı. CHP içinde sosyal demokrasiyi düşünme ve özümlemeye yönelik bir çaba oluşmadı.
 

Bir çaba var mıydı sizce?

Kısa sürelidir; o da 1970’lerin olağanüstü krizinde, 12 Mart sonrasının ve 12 Eylül’e gidişin sarsıntıları içinde yok olup gitti. Ecevit’in kendisi bir İskandinav sosyal demokratı gibi davranırken, bu davranışın düşünsel temellerini partisine öğretemedi; üstelik bu daha uzun vâdeli projeye fazla dalıp güncel siyasetin icaplarını ihmal etti; yaklaşan darbeye karşı parlamentoyu korumak uğruna merkezci ittifaklar kurmayı beceremedi. 12 Eylül’den sonra Arayış dergisiyle tekrar denedi ama siyasî yasaklar genişleyiverdi ve CHP de, dergi de kapatıldı. 1983-1992 çalkantılarının ardından, Deniz Baykal’ın 1992’de tekrar açılan CHP’nin başına geçmesi ve tek adamlığını 15 küsur yıl dayatması, Ecevit’in başlattığı sosyal demokratlık çabasından tamamen kopmayı beraberinde getirdi. Böylece CHP, 12 Eylül kesintisinin ardından tekrar Cumhuriyetin kurucu, Atatürkçü partisi kimliğiyle sahneye çıktı. Bunda, 28 Eylül 1997 “hafif darbe”sine koyu laikçi ve Atatürkçü bir yanıt vermesinin de payı var; 21. yüzyılın ilk on yılı boyunca AKP’nin yükselen başarısını kıskanmasının payı var; yüzde 20’lerde tıkanıp kalmasının marjinalleştiğini ve bir daha hiç seçimle iktidara gelemeyecek olduğunu algılamasının payı ver. Her ne olduysa CHP, 50’lerde Demokrat Parti’ye, 60’larda Adalet Partisi’ne muhalefette olduğu dönemlere göre bile daha fazla Atatürkçüleşerek ve ulusalcılaşarak, ordudan medet uman, Cumhuriyet mitinglerinin başını çeken, TSK’yı bir darbe yapmaya daha teşvik eden bir çizgi izledi. Bu, âdetâ yeni bir Recep Peker dönemidir. Avrupalılaşma ve demokratikleşme hamleleri AKP’den gelirken, bir zamanların “muasır medeniyet”çi CHP’si bu hamlelere yetersiz diye değil fazla ve aşırı diye; evrenselci açıdan değil devletçi-milliyetçi açıdan, zamanını şaşırmış bir anti-emperyalizm söylemine sığınarak karşı çıktı. Bu da bir yerde iflas etti. Deniz Baykal bir komployla uzaklaştırıldı ve Kemal Kılıçdaroğlu gelmesi bir yenilenme tevatürüne yol açtı. Yenilikçi denenler ister istemez Ecevit’in sosyal demokrat denemesiyle zihinsel bir bağ kurmaya çalıştı.
 

Peki, CHP şimdi sosyal demokrat olmayı deniyor mu?

Denemiyor ve denemesi de imkânsız. Ben sadece yanılsamalarımızın kaynağını; CHP’yi neden bir sosyal demokrasi problemi gibi gördüğümüzü anlatmaya çalışıyorum. Bugün CHP’nin, sosyal demokrasinin dünya çapındaki kriziyle sadece şöyle bir ilgisi var: CHP’nin yaşadığı kriz ile dünyadaki sosyal demokrat partilerin ve sosyalist enternasyonalin yaşamakta olduğu kriz, bir bakıma aynı yerden, dünyanın değişmesinden ve tüm sağ-sol mevzilenmelerinin altüst olmasından kaynaklanıyor.
 

Sosyal demokrasinin dünyadaki durumu nedir?

Sol kavramı bizde çok yanlış bir biçimde, komünistlik, sosyalistlik ve/ya sosyal demokratlıkla özdeş anlamda kullanılıyor. Oysa toplumda her dönemde siyaset yelpazesinin görece muhafazakar bir sağ tarafı ve görece radikal, yenilikçi bir sol kanadı olur. Mesele şu ki, 19. yüzyılın ikinci yarısından Sovyetlerin çöküşüne kadar aşağı yukarı yüz yıl boyunca siyaset yelpazesinin solunu derece derece sosyal demokrat, sosyalist ve komünist partiler doldurdu. Bu, ampirik bir olgudur. Ne ki bu durumun uzun sürmesi, Marksizm ve Marksizmden türeyen çeşitli akımlar eşittir sol (ve bunların dışında sol olmaz) gibi bir saplantıya yol açtı. 

Şimdi bu tarihsel örtüşmenin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu da sol nedir, sağ nedir konusunda bir kafa karışıklığına yol açıyor. Sanayi Devrimi sonrasında insanların kapitalizmin hiyerarşisine, eşitsizliklerine, güvensizliğine karşı tepkisi, bir dönem belirli bir mecraya akmıştı. 19. yüzyılda komünizm, sosyalizm ve sosyal demokrasi aynı şeydi. Terimler farklıydı ama hepsi aynı anlama geliyordu. Sovyet devrimiyle ve Üçüncü Enternasyonal’in kurulmasıyla, sosyalist ve sosyal demokrat başka, komünist başka oldu. Ama sonuçta hepsi ya çöktü ya söndü. En katastrofik biçimde, Sovyetlerle birlikte uluslararası komünist hareket de yıkıldı ve sosyalizm tarihî dönemi kapandı. 1919-20’den itibaren parlamenter demokratik bir çizgi izlemiş olan sosyal demokrasinin de aslında söyleyecek çok fazla bir şeyi kalmadı. Sosyalist Enternasyonal yelkenlerini herhangi bir yeni ve ciddi rüzgâr doldurmayan bir ritüeller kabuğu haline geldi. Belki şu söylenebilir: SE biraz daha ciddi olsaydı, bu rezil ve berbat CHP’yi biraz frenler; meselâ Deniz Baykal’a sen nasıl darbecilik yaparsın veya Kemal Kılıçdaroğlu’na sen nasıl Kürt haklarına karşı Türk milliyetçiliğine oynamaya devam edersin diyebilirdi. Ancak onların da pek düşünce disiplinlerinin kalmamış olmaması, CHP’nin dağınıklığını kolaylaştırıcı bir rol oynadı.
 

Siz miadını doldurduğunu söylediğiniz sosyal demokrasinin yerine ne koyuyorsunuz?

Türkiye bir büyük iç savaştan çıkışa doğru gidiyor; 21. yüzyılın şafağında yeni bir Türkiye siyaset sahnesi şekilleniyor. Burada ister istemez aklıma 20. yüzyılın diğer iki büyük iç savaşı, İspanya ve Yunanistan örnekleri geliyor. Şimdi açık konuşalım; onlar iç savaştıysa, Türkiye’deki hem Kürt savaşı, hem askerî vesayet rejimine ve Ergenekon darbeciliğine karşı mücadelem itibariyle, bu iki cephede, haydi haydi iç savaştır. Tabii bir cephesi biraz Fırat’ın doğusunda kaldı; sarsıntısı Beyaz Türkiye’ye taşmadı. Veya Türkiye’ye sirayeti militarizmi ve darbeciliği güçlendirmesiyle oldu. Ama galiba bütün bunların sonuna geliyoruz. Kim nasıl tarif ederse etsin, bir uzlaşma olacak… 
 

O zaman nasıl bir siyaset sahnesi oluşacak?

Bir büyük merkez sağ parti olmaya devam edecek, herhalde AKP. Sadece değilse de esas olarak bir “Türk partisi” olacak. MHP’nin ve CHP’nin ise varlık nedenleri çok zayıflayacak. AKP’nin karşısında bir veya birkaç Kürt partisi yer alacak. Daha demokrat Kürt grupları kendilerini PKK’nın hegemonyasından özerkleştirebilecekler ve bağımsız olarak ortaya çıkabilecekler mi; bunu zaman gösterecek. Bu siyaset sahnesinde sol eksik. Türkiye’nin tabii yeni bir sola ihtiyacı var. İçinde, büyük ölçüde sosyalizm geleneğinden gelen insanlar yer alabilir. Ama bu, eski sosyalizm düşüncesinden hayat alamaz. Böyle bir parti, öncelikle bir Türk ve Kürt partisi, hattâ bir Türk, Kürt ve Müslüman demokrat partisi olmalıdır. AKP’nin de PKK tabanına dayanacak bir Kürt partisinin de karşısında, radikal, muhalif, eleştirel Türk aydınlarını, Kürt aydınları ve İslâmcı demokrat aydınları birleştiren bir parti istiyorum. Şöyle bakalım: üç düşünce ve siyasal kültür geleneği; üç de mağduriyet damarı var Türkiye’de. Hiçbirinin dünya görüşüne ve gelecek projesine diğerleri üzerinde öncelik tanımayan bir sentez mümkün olabilir. Evet, muazzam bir düşünce çabası gerektirir. Ama hiç olmazsa bu düşünce çabası, sosyalizmi ve/ya sosyal demokrasiyi onarmak ve yeniden tanımlayıp canlandırmak gibi, artık tarihen imkânsız bir çıkmaza kanalize edilmemiş olur.

 

Prof. Dr. İştar Gözaydın: ‘Sol’dakiler sessiz kalıyor

 

Kemal Kılıçdaroğlu’nun henüz parti içi demokrasiyi tesis edemediğini düşünüyorum. Ön seçimlerin milletvekili çıkaramadığı bölgelerden yapılmış olması, kadın ve gençlik kolları kurultaylarının göstermelik olarak yapıldığı intibasını uyandırması, parti meclisi seçimleri sonucunda genel başkanın önerdiği isimlerin ağırlıklı olduğu bir yapıya dönüşmesi bunun göstergesi. Buna karşın oldukça renkli, aktif ve çalışkan bir meclis grubunun varlığı olumlu bir gelişme. Aylin Nazlıaka, Veli Ağbaba, Melda Onur gibi yeni vekillerin alışılmış CHP muhalefetinin dışında yeni bir hareketlilik getirdiği görülüyor. İdeolojik olarak değişimin henüz bir türlü gerçekleşememesinin nedenini, partide sayıları az ve fakat etkinlikleri sayılarına oranla çok olan Metin Feyzioğlu, Emine Ülker Tarhan, Birgül Ayman Güler gibi ulusalcı vekil ve yöneticilere bağlıyorum. Buna karşın kendini solda tanımlayan yöneticiler, örneğin Fikri Sağlar ve Ercan Karakaş çok sesiz kalıyor. Diğer yandan başta Kürt meselesi ve anayasa gibi süreçlere dâhil olma isteği de CHP için olumlu ama yetersiz girişimler. Bu girişimlerin artması da yukarıda açıklanacak dengenin değişimine bağlı. Bunların yanı sıra CHP’nin uluslararası girişimleri göz doldurucu nitelikte gözüküyor; başta PES, ECOSY ve EIUSY gibi uluslararası organizasyonlarda daha etkin. Çin-İngiltere ve Brüksel gezileri ise oldukça aktif bir şekilde gerçekleştirildi. Yerel seçimlerin sonuçlarının CHP için ne olacağını söylemek oldukça zor. Buna karşın hem aday belirleme süreci hem de örgütlerin iyi çalışması için hazırlıkların yapılması olası bir kötü sonucu değiştirecek nitelikte olur sanrım. Kılıçdaroğlu’nun, politikaları ve kadrosu bakımından ilk ciddi sınavı olacağını düşünüyorum. 

İlgili Haberler