21 Eylül 2015'te tutuklanarak Silivri'ye hapsedilen gazeteci ve eski savcı Gültekin Avcı, "Türkiye'de yıllar sonra bile hukuk ve demokrasinin yerleşeceğine inanmadığını" söyledi. Avcı, "Bir gün beni unutsalar bile Hidayet Karaca, Mehmet Baransu, Cevheri Güven, Murat Çapan, Can Dündar ve Erdem Gül'ü unutmasınlar. Kalemleriyle faşizme meydan okuyanları unutmasınlar" dedi. "Bunca masum insan ve gazeteciye Özgecan'ın katilinden daha ağır hapis cezaları istiyorlar" diyen Avcı, "Sırf kendi pislikleri örtülsün diye. İki cihanda gözyaşları dinmesin. Ömrümde böyle bir cinnet görmedim" ifadesini kullandı.
Silivri Cezaevi'nden avukatı aracılığı ile Zaman'dan Sevgi Akarçeşme'nin sorularını yanıtlayan (14 Aralık 2015) Gültekin Avcı'nın açıklamaları şöyle:
Ne kadardır hapistesiniz? Gün gün mü saat saat mi yoksa hafta hafta mı sayılıyor hapiste günler?
Takriben 3 aydır hapisteyim. Tutukluluk, ceza miktarının belli olduğu hükümlülük gibi değil. Ucu 5 yıla kadar uzanan belirsiz bir süreç. Günlerin ve ayın kaçı olduğunu çoğu zaman bilmiyorum. Zira hiçbir günün diğerinden farkı yok. Gün ve ay durumunu öğrenmem gerektiğinde bazen avukatlara, bazen gardiyanlara soruyorum. Güneşin getirdiği her bir gün canlılığımızı devam ettirmemiz gereken bir 24 saatten başka bir anlam taşımıyor.
Bir gününüz nasıl geçiyor?
Günün 7-8 saatini kitap okuyarak geçiriyorum. Bazen artıyor ve sabahlara uzuyor. Mümkün olsa sayfalardan başımı hiç kaldırmayacağım. Kitaplarla zorba duvarların gaddar yüzünü daha az hissediyorum. Bunun dışında sabah 10 gibi ekmekler dağıtılır, 12-13 arası öğle yemeği. 16-17 gibi de akşam yemeği dağıtılır. Sabah 8 gibi demir kapı gıcırdar ve aniden gardiyanlar içeri dolup sayım diye bağırırlar. Sizi yatağınızda canlı bir şekilde görüp giderler. Akşam 19'da bu serencam tekrarlanır. Uyuyorsanız öldü mü diye bedeninizi sarsıp öyle giderler.
"Demirden ve betondan hayat hücresi"
Hapishanedeki fiziki şartlar nasıl? Yeme, içme, uyku, banyo ihtiyacı gibi…
Yemekler bazen yenebilecek, bazen yenmeyecek durumda. Lezzet alma duyunuz buraya girdikten sonra yok oluyor. Sadece hayatta kalabilmek için bir şeyler yutma ihtiyacı gibi bir şey… Haftalık 50 litre sıcak su kotası koymuşlar. İki katlı ‘dubleks' bir hücre. Alt katta yaşam sahası, yemek, TV için küçük bir masa ve sandalye. Bir mutfak tezgâhı. Üst katta yatağınız ve demir dolabınız. 7-8 adım ileri, 5-6 adım yana. Demirden ve betondan bir hayat hücresi. Her camda demir parmaklıklar…
TV izleme-gazete okuma imkânları nasıl?
Kantinde standart 560 TL'lik TV'ler satılıyor. Gazeteler ise son zamanlarda düzene girdi. Aylık olarak gazete talep edebiliyorsunuz.
Dışarıyla irtibat konusunda sorun var mı?
Avukatlar dışında dışarısıyla irtibat yok. Ailenizle haftalık bir saat kapalı, aylık bir saat açık görüş var. Haftalık 10 dakika telefon hakkı. Bir de gelen mektuplar.
Aileniz dışında kimse ile görüşme imkânınız oluyor mu?
Aileniz dışında sizin belirleyeceğiniz üç kişiyle haftalık bir saat kapalı görüş hakkınız var.
Dışarıda en çok özlediğiniz şey ne?
En çok ailem ve dostlarımı özledim. Yakışıklı hukukçum İsmail'imi, ipek saçlı Kezban Süreyya'mı, halen bebek kokulu Asaf'ımı, hayatımın iyilik ve sevgi perisi Nora'mı.
"Dağları değil, insanları özlüyorum"
Özlemediğiniz ne?
Dağları denizleri kuşları özlemiyorum, insanları özlüyorum. Ama insanlar gitgide azalıyor.
Anılarınızı yazıyor musunuz?
Anılardan çok buradaki karışık ruh haletimi, özlemlerimi yazıyorum. Sanırım yakın bir zamanda yayınlanır.
"Aydınlar 'Hangi kafilenin arasında huzur bulurum' bataklığında"
Siyaseti takip ediyor musunuz? Yoksa bir boş vermişlik, umutsuzluk hissi oluşuyor mu?
Siyaseti dışarıdaki gibi yakından takip etmiyorum. Doğrusu burada ülkenin husumetle beslenen gündemine çakılma arzum yok. Binlerce sayfa okuyor, düşünüyor ve özlüyorum. Bu ülkede hukuk ve demokrasinin yıllar sonra bile yerleşeceğine inanmıyorum. Basın özgürlüğü yerine, özgürlük ama kimin için sayıklaması var. Erdoğan'ın basını sindirmedeki en sadık yardımcısı medyadaki gazeteci ayrımcılığı. Gazeteciyi gazeteciliği ile değil fikirleriyle kabul ya da reddeden bir medya özgürlüğe layık değil. Türkiye'de gerçek bir entelijensiya yok. Aydınlar kalabalıkların önünden yürüyeceğine, hangi kafilenin arasında huzur bulurum bataklığında. Aydın geçinen kalem fahişeleridir bunlar.
Bu toplum hâlâ sivil toplum değil. Yazık ki sivil toplum ruhu bu ülkenin yüzde 30'unu aşmıyor. Hâlâ kendine efendi-patron arayan bir toplum ruhu görüyorum. Çoğunluk özgürlük değil, muhaliflerini susturacak bir güç ile sefil menfaatler peşinde. AKP'yi de aşan, hatta AKP'yi de şaşırtan bir toplumsal nevroz var. Batı standartlarında bir demokrasinin yerleşeceğine inanmıyorum.
Unutulduğunuzu ya da kendi kaderinizle baş başa bırakıldığınızı düşündüğünüz anlar var mı?
Vefa ve vicdan sahiplerinin unutmadığını görüyorum, ama bir gün beni unutsalar bile Hidayet Karaca, Mehmet Baransu, Cevheri Güven, Murat Çapan, Can Dündar ve Erdem Gül'ü unutmasınlar. Kalemleriyle faşizme meydan okuyanları unutmasınlar.
"100'den fazla kitap okudum"
Hangi kitapları okudunuz, okuyorsunuz?
Bu zamana kadar 100'ü geçti okuduğum kitap sayısı. Felsefi ve edebi eserler… Gençlik yıllarımda okuduğum bazı şaheserleri yeniden okuyorum. Ara vermeden bir kitaptan diğerine geçiyorum. Yorulup idrakim bunaldığında dinlenmek için duvarlara bakıyorum. Bazen de 6-7 adımlık bir gökyüzüne…
Dışarıdakilere ya da herhangi birine/bir gruba vermek istediğiniz mesaj nedir?
Demokrasi, hukuk ve basın özgürlüğü için TC tarihinin en kritik mücadele zamanı. Bu tarihi sahnede yer alan ve koltuklarında oturan seyirciler asla unutulmayacak. Ya seyircisin ya oyuncu. Herkes rolünü seçsin. Özgürlük ve demokrasi ütopyasına dokunabileceğimiz yarınlar dileğiyle.
"Özgecan'ın katilinden daha ağır hapis isteniyor"
Dışarıdayken göremeyip de içeride idrak ettiğiniz şeyler var mı? Hayata, insanlara, ülkemize dair herhangi bir gözlem, tespit bile olabilir…
Ülkenin ve değerlerin dibe doğru alçalması ortada. Bunu her yerden görebiliyorsunuz. Gazetecilikten önce yıllarca cezaevi savcılığı da yapmama rağmen, cezaevini demir parmaklıklar içinde prangalı bir ruh haleti ile görememişim. Oysa savcıyken kendimi kaç kere bir hücreye kilitletmiştim. Polis ve jandarmaya ‘gidin, 2-3 saat gelmeyin' demiştim. Gözaltı ve hapis psikolojisini idrak edebilmek içindi bunlar. Ama fiziki bir idrakten öteye geçmiyor. Çünkü savcısınız, oradan çıkmak bir emrinize bakıyor, burada ise Saray'dakinin emrine bakıyor. Bir de 9 No'lu F tipi cezaevi yeni yapıldı. Türkiye'nin en yüksek güvenlikli, disiplini en yüksek cezaevi. Ergenekon ve Balyoz tutukluları burada değil, daha ferah şartları taşıyan L tipi cezaevinde tutulmuştu. Böylece 1,5 yıldır suçsuz yere bu kuyunun acısını çeken masumların neler yaşadığını idrak ediyorsunuz. Bunca masum insan ve gazeteciye Özgecan'ın katilinden daha ağır hapis cezaları istiyorlar. Sırf kendi pislikleri örtülsün diye. İki cihanda gözyaşları dinmesin. Ömrümde böyle bir cinnet görmedim.
"Yan hücreyle kanalizasyon mazgalından konuşuyoruz"
Hapishane dostlukları oluştu mu? Kimler dert ortağınız?
Hidayet Karaca ve Mehmet Baransu hariç tüm gazeteciler tek başına hücrelerde kalıyor. Onlar bizden başka blokta. Benim bir yanımda hâkim Süleyman Karaçöl, diğer yanımdaki hücrede sırasıyla Cevheri Güven, Murat Çapan, Can Dündar ve Erdem Gül var. A-1 koridoru böyle. Dostluklar oluşmasın, irtibat kurulmasın diye sıkı bir tecrit uyguluyorlar. Dert ortaklığı mümkün değil. Biraz konuşabilmek için tek yol var. Beton bahçenizde yerdeki kanalizasyon mazgalı. O demir mazgala neredeyse ağzınızı değecek kadar yaklaşıp secde pozisyonu alıyorsunuz. Demir mazgaldan kanalizasyon boşluğuna bağırarak yan hücrelerle bir nebze konuşabiliyorsunuz. Bir yandan ağır bir kanalizasyon kokusu, diğer yandan 3-5 cümlelik sohbetin dayanılmaz cazibesi.
"Can Dündar'a cezaevinde yardımcı olacak bilgileri bir şişe içinde ilettim"
Bunun dışında kısa cümleler için plastik bir şişe içine mektubu yerleştirip yüksek tel örgülü duvardan yan hücrelerinize atabilirsiniz. Nitekim Can Dündar'a cezaevi hayatında yardımcı olacak bilgileri böyle bir şişe içinde iletmiştim. Cevheri Güven'in yan hücreme konulmasından yaklaşık bir hafta haberim olmadı.