Bugün pamuklu bir tişört; yüzde 72`si viskos, yüzde 28`i naylon siyah bir süveter; koyu mavi kot bir pantolon giyiyorum. Modanın bakış açısından yaklaşacak olursak idare eder bir haldeyim. Durumu çevresel standartlar açısından ele alacak olursak kıyafetlerim tam bir felaket.
Giyim endüstrisi başından sonuna kadar kirli bir iş yapıyor. Demek istediğim, tişörtümün ve kotumun Burkina Faso’da yetiştirilmiş pamuk tarlalarından en sevdiğim yerel dükkana kadar olan yolculuğunun doğa üzerinde oldukça ciddi etkileri var.
Kullanılan zirai ve kimsal ilaçlar bir tarafa, sadece pantolon ve çay üretmek için gerekli olan su miktarı ortalama 13 bin litre.
Intagram hesabımdaki bütün moda bloglarını gözden geçirmenin ve ardından sevilen dükkanlardan hali hazırda patlayacak kadar dolu olan dolabıma koymak üzere bir iki tane üst parçası satın almanın haftalık alışkanlığım haline geldiği göz önüne alınırsa haberler kötü.
Biliyorum, kendime daha iyi bir hobi edinmeliyim. Bu sebeple #nekadarçevreciyim (#howgreeniam) deneyini yapmaya karar verdim.
Keşif yolculuğu
Alışveriş “hastalığım”dan bir aylığına vazgeçmek için kendime söz verdim ve bu süreçte edindiğim daha detaylı bilgilerin alışkanlıklarımı değiştirmek konusunda yardımcı olup olamayacağını görmek için modanın çevresel etkileri üzerine biraz araştırma yaptım.
Arkadaşlarımın da belirttiği gibi bir aylık alışveriş yapmamak normal insanlar açısından çok da önemli bir konu değil.
Ama açık olmam gerekirse aslında bu kararı kendimi alışveriş yapmamaya zorlamak için vermedim. Yapmak istediğim yoğun kaynak tüketen endüstrilerin sorunlarınlarını anlamak için biraz zaman ayırmaktı.
Nasıl değişti?
Tamamen dürüst olmam gerekirse deneyime başlamadan önce Dublin’de alışveriş yaptığım yerel dükkana gidip yeni bir kot pantolon, ucuz küpeler ve birbirinin aynı iki tane elbise aldım.
Elbiseleri dükkanda denemek istemedim. O yüzden bedenime uymayani iade etmek üzere iki elbiseyi de aldım. İkisi de giyilmemiş bir halde, poşetin içinde annemin evinde duruyor.
Ama görünüşe göre böyle bir davranış sergileyen bir tek ben değilim. Primark ya da Zara gibi perakendeci markalar tarafından yaygınlaştırılan ucuz “kullan at modası”ndaki hızlı artış giyim endüstrisini son 20 yıl içerisinde tamamen değiştirdi.
Dublin Teknoloki Enstitüsü Pazarlama ve Uluslararası Perakendecilik alanında ders veren Amanda Ratcliffe'e göre "hızlı moda” akımı ürünlere olan talebi arttırdı.
“Moda çemberi çok daha kısaldı. Moda perakendecileri yaygınlaşmadan önce belki senede iki koleksiyon sunuluyordu. Oysa günümüzdeki hızlı moda perakendecileri neredeyse bir yıl içerisinde 20 koleksiyona kadar çıkıyor.“
“Mesela Zara örneğinde ele alırsak, bu firma 18 günden daha az bir sürede tasarlayıp, üretip, alıma sunuyor.”
Hangi boyutlarda?
Dünya çapında her sene 80 milyar parça giysi satın alınıyor. Bu rakam 20 yıl öncesindeki tüketimin yüzde 400 daha fazlası. Bu rakamlar 2015 yılında gösterime giren, moda endüstrisinin tehlikelerine ilişkin derinlemesine bir incelemeyi ekrana taşıyan “The True Cost” adındaki sarsıcı belgeselden alınma.
Sadece Kuzey Amerika’da her sene 10,5 milyon ton kıyafet çöpe atılıyor. Bu kıyafetlerin çoğu polyester gibi pamuğun yerini almış petrol temelli maddelerden üretiliyor. Bunun anlamı şu, bu kıyafetlerin doğada biyolojik olarak ayrışmıyor.
Yardım kuruluşları ya da ikinci el mazalara bağışlanan kıyafetlerin sadece yüzde 10`u tekrar satılabiliyor. Kalan kısmı ise ya çöpe atılıyor ya da gelişmekte olan ülkelerin pazarlarında satılmak üzere o ülkelere gönderiliyor. Bu durum ayrıca o ülkelerdeki yerel giyim sektörüne de darbe vuruyor.
Giyim sektörü petrol sektörünün ardında en çok çevre kirliliğine yol açan ikinci sektör. Dünyadaki salınımın yüzde 10`undan sorumlu. Dünyadaki kimyasalların dörtte biri en sonunda nehirler ve göllere karışan tekstil ürünleri için kullanılıyor.
Parasını kim ödüyor?
Tişörtlerin fiyatı 5 euro, kot pantalonların ise 15 euro. “Gerçek olamayacak kadar iyi bir fiyat” diyor Ratcliffe.
Ürün zincirinde yer alan birileri ürünün gerçek fiyatını ödüyor. Kullandığımız giyim ürünlerinin çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerden geliyor. Bunun anlamı gelişmekte olan ülkelerin giyim endüstrisinin sebep olduğu kirliliğe de maruz kalmaları. Bunun ötesinde ülkelerdeki çalışma koşulları da sömürüye varacak düzeyde.
Özetlemek gerekirse, tekstil şirketleri gelişmiş ülkelerin kendi ülkelerindeki iş hukukuna ve çevre hukukuna ilişkin geliştirmiş oldukları yüksek koruma sağlayan kanuni düzenlemeleri dolanmak için fabrikalarını gelişmekte olan ülkelerde konumlandırıyorlar.
Giysi baskıları ve boyama işlemlerinde özellikle yoğun kimyasal içeriklere sahip ürünler kullanılıyor. Greenpeace bu durumun Endonezya'da bulunan Citarum nehrinin dünyanın en kirli nehirlerinden biri haline gelmesine neden olduğunu açıkladı. Bu ayrıca bölgedeki vahşi yaşamı ve nehir havzasında yerleşmiş olan 5 milyon kişinin yaşamını tehdit ediyor.
Alternatif nedir?
Görünüşe göre giymeyi tercih ettiğimiz her parça ürünün çevre üzerinde bir şekilde etkisi var.
Kendi kıyafetini dokumak ya da kıyafet olarak yaprakları kullanmak dışında ne yapılabilir? Umutsuzluğa kapılmadan önce size bazı şirketlerin ve kişilerin bu durumu tersine çevirmek için neler yaptığını göstermek istiyorum.
Adidas gibi şirketler ürün zincirlerini zehirden arındırma kararı aldılar. Bunun anlamı kullanılan zararlı kimyasalların azaltılması ya da tamamen üretim sürecinden çıkartılması.
Bu alanda bir diğer adımı da H&M ve Zara attı. Bu şirketler atık su bilgilerini ve kendilerine hammadde temin edenlerin listesini kamuyla paylaşıyorlar.
Bir diğer grup ise daha gelişmiş işçi hakları ve sürdürülebilirlik konusunda mücadele yürüten Etik Ticaret İnsiyatifi'ne ve Etik Moda Forumu'na üye.
Fakat bu kadar fazla sayıda alt işverenin bulunduğu ve oldukça küreselleşmiş bir arz zincirinde satın aldığınız tişörtün etik standartlara uygun olarak yapılıp yapılmadığını kesin olarak bilmeniz oldukça zor.
Küçük ve etik
Yerel kaynaklar kullanılarak ürettikleri tekstil ürünleriyle küçük ölçekli moda markaları bir alternatif olabilir. Ancak bu ürünler de çoğu insanın bütçesini zorlayabilecek fiyatlarda.
Burada sorulması gereken soru, bu tip üretim yapan şirketlerin yaygınlaştırılıp yaygınlaştırılamayacağı ve insanların bu ürünler için daha fazla ödeme yapmaya hazır olup olmadıkları ya da buna ekonomik güçlerinin yetip yetmediği.
Dublin'in ana alışveriş sokağının uzağında bir zemin katta saklanmış Fresh Cuts Clothing dükkanının sahibi Steven Murphy'e göre hızlı tüketim modası zihninden "geri dönüş zor.”
Muprhy "İnsanlar sadece bir haftasonu giymek için tişörtler alıyorlar. Ya da tüm bir kıyafet takımına 40 euro ödeyip birkaç kere giydikten sonra çöpe atıyorlar” dedi.
Düşünce şeklindeki değişim
Murphy kendisinin bir doğa savaşçısı olmadığını ayrıca insanlara ne yapmaları gerektiği konusunda vaaz vermek istemediğini dile getiriyor. Moda sektöründe ya da çevreci akımlarla herhangi bir bağı olmadan Fresh Cuts'ı birkaç sene önce kurmuş. Kurma kararında Avusturalya'da yaşarken giyebileceği rahat tişörtler ve kazaklar bulamamış olması etkili olmuş.
Murphy aslında ekolojik bir marka yaratmak amacıyla yola çıkmamış. Ama üzerine serigrafi baskı yapmak için tişörtler satın aldığı zaman, tişörtlerin ucuzluğu karşısında şaşkınlığa uğramış.
Şu anda işçilere ail ücret veren ve ürünlerini organik ve geri dönüştürülmüş teksillerden elde eden Fair Wear Kuruluşu üzerinden giyim ürünlerini satın alıyor.
"Ben eski fakir Dublin'de küçük bir dükkan sahibiyim” diyor Murphy, "Dünyayı değiştirmiyorum ve kesinlikle ekolojik moda ya da herhangi başka bir şeyin ön saflarında mücadele etmiyorum. Sadece bazı standartları yükseltmeye çalışıyorum” dedi.
Sonuç olarak ben de hepimizin yapabileceği en iyi şeyin ne olabileceğinin farkına vardım. Farkında olun, daha az alışveriş yapın ve yaptığınız zaman da bilinçli alışveriş yapın. Seçim yaparken cüzdanlarınızı kullanarak şirketilerin daha iyisini yapmaları için baskı uygulayın ve düzenlenmiş olan kampanyalara destek olun.
Bu arada ben de instagramda takip ettiğim bütün moda bloglarını takip etmeyi bıraktım ve modadan uzak durmaya devam etme kararı aldım.
© Deutsche Welle Türkçe
Jennifer Collins