Yaşam

'Genelev kapansın da sokağa mı çıkalım?'

Karaköy'de bulunan genelevlerin kapatılmayla karşı karşıya kalması üzerine, Radikal muhabirleri Ayça Örer ve Alp Gültekin, genelevde çalışan kadınlarla konuşup, izlenimlerini yazdılar

21 Ocak 2013 19:17

Usulsüz müşteri (!) aldıkları için İstanbul Valiliği tarafından Karaköy'deki, nam-ı diğer Zürafa Sokak'taki genelevlerden bazıları, 15 günlüğüne kapatıldı. Bunun üzerine 'yüksek kaldırım' yokuşuna gelerek, eylem yaptılar. Yaptıkları eylemle seslerini duyuran genelev çalışanı kadınları gözlemlemek için 'yüksek güvenlikli' kapıdan içeri giren Radikal muhabiri Alp Buğra Gültekin, yaşadığı genelev gözlem deneyimini anlattı. Bir diğer muhabir Ayça Örer ise, genelevde çalışan kadınlarla konuştu. Gültekin'in, İstanbul'un 'Red Light District’i diye tanımladığı Karaköy deneyimi şöyle:

"Karaköy genelevleri için 'kapatılma ihtimali' gündemde. 15 günlüğüne kapalı tutulan evlerin sakinleri seslerini eylemle duyurdu. Kapatılması da açık kalması da tartışmalı olan 'çıkmaz' sokağın tarihini inceledik.

Kuledibi’nde adım atmanın mümkün olmadığı bir akşam... O hengâmeden sıyrılarak Alageyik Sokak’a, yol tenhalaşınca da ilk sağa sapıyorum. Sonunda karşıma cezaevi girişini andıran demirden bir kapı çıkıyor. Her türlü metal eşyayı çıkarmamı istiyor güvenlik görevlisi. Eğer üzerimde telefon varsa, onu da emanetçiye bırakabileceğimi söylüyor. Tabii ‘cüzi’ bir ücret karşılığında… “Telefonum yok” diyerek devam ediyorum ve birkaç adım attıktan sonra geliyorum yol ağzına. Ve karşımda İstanbul ’un ‘Red Light District’i, Karaköy’ün namlı genelev muhiti Zürafa Sokak uzanıyor.

Sokağa girer girmez ilk bakışta terk edilmişlik çarpıyor gözüme. Pek çok evin kapısına kilit vurulmuş, camlar sımsıkı kilitlenmiş. Açık olanları ise meraklı bakışlar süzüyor. Sokağın sonuna doğru ilerlerken, evlerin önünde sıra sıra bekleyen seks işçileriyle müşteriler arasındaki “Kaça olur” sohbeti çalınıyor kulağıma.

 

Cumartesi büyük gündü

 

“Şişşşt delikanlı, gel sana bir şey söyleyeceğim” cümleleri arasında ikinci sokağa doğru ilerliyorum. Aynı tenhalık buraya da hâkim. Sonunda dayanamayıp, sokaktaki büfenin çalışanlarına soruyorum: “Abi burası hep mi bu kadar sessiz, yoksa gece diye mi böyle?” “Bazı evler kapalı” diyor içeridekilerden biri. Öteki lafa dalıyor: “19’unda gel. O zaman açık olacak.”

Dışarı doğru çıkarken bir ‘emanetçi’nin yanına yaklaşıyorum. O da diğerleriyle aynı fikirde: “Cumartesi burası ana baba günü olacak. Paran varsa şimdi gir, o gün yer bulamazsın bak” diyor. “Peki, bir tek hafta sonu mu kalabalık olur?” diye soruyorum. Ramazan Bayramı’nda kazandığı paranın bir aylık gelirine tekabül ettiğini söylüyor. Muhabbet açıldıkça bir bayram hikâyeleri anlatıyor ki, William Blake’in “Hapishaneler kanunların taşlarıyla, genelevler dinin tuğlalarıyla inşa edilir” sözü kanıtlanıyor iki dakikada…

 

Karaköy’de isyan var!

 

Kiminin batak, kiminin tuzak, kiminin ise mektep dediği, buna rağmen bugüne değin binlerin ekmek yediği Karaköy’ün genelevleri bir protestoyla gündemde. İki hafta önce Zürafa Sokak’ta bulunan 11 genelevden 6’sı, Valilik tarafından ‘usulsüz müşteri çağırdıkları’ gerekçesiyle 15 gün süreyle, önceki güne kadar kapalıydı. Ve kapatılan genelevlerden birinin ruhsatı, aynı ‘usulsüzlüğü’ tekrar yaptığı için iptal edilecek. Diğerleri için de tehlike kapıda. Hal böyle olunca topun ağzında olan seks işçileri isyan ediyor: “Biz vergilerimizi düzenli olarak ödüyoruz. Bu gidişle sokağa düşeceğiz, her gün sokakta çalışan kadınlar öldürülüyor!”

 

Ayça Örer'in Radikal'de yer alan izlenimi ise şöyle aktardı:

 

"Sokaktaki eylemlerinin ardından burada çalışan kadınlarla buluşmak için bağlantı arıyorum. Ergül, Sevda ve Sevinç’le bu uğraşın sonunda buluşuyoruz. Buluşmadan önce şartları var; fotoğraf –kesinlikle- çekilmeyecek, “Ee bu işe nasıl girdin?” sorusu sorulmayacak, kim oldukları didiklenmeyecek. Yeşilçam’da bir fal kafede buluşuyoruz. Basın açıklamasını yapan kadınların tercih ettiği kıyafetle geliyorlar, başörtüsü ve gözlüklü bir kamuflaj... Sevda ve Sevinç konuşma boyunca çıkarmayacak gözlüklerini.

Ergül başlıyor. İçlerinde en uzun zamandır Zürafa’da olan o. Dört ayrı evde çalışmış. Sokağın biraz daha eski zamanlarını biliyor. Emekli olanların hikâyelerini de. “En umutsuz olan benim herhalde” diyerek başlıyor. “Buradan çıkanların çoğu Taksim’in otobüs duraklarında çiklet satar. Tuvalet temizler. Pavyonda kolonya tutar. Hiçbirisi olmaz, üç beş liraya kendini satar. Bir insana yol göstermeden onun hayatını elinden alırsan, onun yaptıklarına katlanman gerekir. Çaresizlik insana her şeyi yaptırır.”

“Daha önce sokakta çalışmayı denedim” diye devam ediyor Sevda; “34 yaşındayım. Beş yıl önce bir ara olmadı, sokağa gittim. Gece dışarıda tehditlere açık olmak bitirdi beni. Hap almadan ayakta duramaz oldum. Baktım, kaybettiğim kazandığımı geçmiş. Geri döndüm. İnsanın düzenli muayene olması, gelenlerin kondom kullanması... Bunlar çok önemli. Dışarıda hiçbir şeyin garantisi yok. Biz de hastalanırız, insanlara da bulaştırırız. Burada emekli olsam, çamaşır bezinden farkım kalmayacak. Ama emekli olma umudu var en azından...”

Peki kapanırsa genelev ne olacak? Sevinç “İntihar ederim” diyor. “Etmez” diyor Ergül. “İnsan ne kadar düşerse düşsün yaşamak isteği varsa içinde, yaşar.” Sevinç sıralıyor; “Karaköy rant yeri oldu. Biz de ne zamandır genelevi bu kadar işlek bir yerde tutmak istemeyeceklerini anlıyorduk. Millet turistik gezi için geliyor, sokaktan oluk oluk üstlerine akan adamlar. Pis bir görüntü. Ama bizi bunu bahane edip de sokağa atmasınlar. Yeni yer yaptık diye Fizan’a sürmesinler. Şehirde sivilce patlamış gibi olur, hepsinin üzerine bulaşır.”

Hepsi birer kahve içiyor. Falı kapatmadan gidiyorlar.