Kültür-Sanat

Gazeteci, fotoğrafçı Lütfü Dağtaş’ın, “Anadolu’nun Son Karatabakları” sergisi Barselona’da açılacak

"Anadolu’da var olmuş pek çok uygarlık deriyi işledi ve bir biçimde kullandı"

21 Ocak 2020 11:51

Gazeteci, fotoğrafçı Lütfü Dağtaş’ın uzun yıllardır çalışma konusu olan, karatabaklık, olarak adlandırılan; sepicilik, debbağlık, göncülük olarak da bilinen Anadolu’nun en eski zanaatına ilişkin fotoğrafları 22 Şubat 2020 tarihinde Barselona’daki Igualada Deri Müzesi’nde sergilenecek.

Barselona’da sergisi açılacak gazeteci, fotoğrafçı Lütfü Dağtaş, konuyla ilgili  yaptığı açıklamada, derinin; elektrik ile kimya sanayinin olmadığı bin yıllar boyu dünyanın diğer köşelerinde olduğu gibi Anadolu coğrafyasında da işlendiğini, işlenen bu derilerden başta giyim kuşam olmak üzere çeşitli amaçlar için eşyalar üretildiğini söyledi, “Bu bilgiye dayanak olarak baktığımızda Çatalhöyük Duvar Resimleri, Anadolu insanının 10 bin yıl önce etinden sütünden yararlandığı hayvanın yüzdüğü derisini işleyerek giyim amaçlı kullandığını bize gösterir” dedi.

Kireç ile zırnık başta olmak üzere yerkürede mevcut birkaç kimyasalın dışında madde ve elektrik kullanmadan, ağaç ve bitkilere dayalı tanenlerin esas alınmak suretiyle tümüyle beden ve kol gücüne dayalı olarak deriyi işleyenlere karatabak, debbağ, sepici, göncü dendiğini belirten Lütfü Dağtaş, “Mesleğin de adı bu nedenle karatabaklık, debagat, sepicilik, göncülüktür.” dedi.

"Anadolu’da var olmuş pek çok uygarlık deriyi işledi ve bir biçimde kullandı"

Geçmiş bin yıllar boyu pek çok çeşitteki hayvandan yüzülerek elde olunan derinin işlendikten sonra giyim kuşam başta olmak üzere gelmiş geçmiş uygarlıklar tarafından değerlendirildiğini aktaran Lütfü Dağtaş, konuyla ilgili olarak şu bilgiyi verdi:

“Bu uygarlıklar içinde Selçuklular’ı ele aldığımızda Anadolu coğrafyasının soğuk iklim koşulları nedeniyle kürk yapımının ağırlıkta olduğunu görmekteyiz. Saray mensupları ve sokaktaki halk tümüyle kalpaktan ayağa kürk giyiyordu.

600 yılı aşkın süre üç ayrı kıtada imparatorluk olarak var olmuş Osmanlı’da ise deri işleme ve deriden eşya yapımı özel önem taşıyor. Öyle ki, Padişah Fatih Sultan Mehmet, debbağları bir araya toplamak için Kazlıçeşme’yi kuruyor, yakınına da Saraçhane’yi inşa ettiriyor. Bugün yurt içi ve yurt dışı müzelerde dolaştığımızda buralarda sergilenen deri eşyaların eşya olma özelliğinin dışına taştıklarını birer sanat şaheseri olduklarını görmekteyiz.

Sıralayacak olursam; İstanbul Harbiye’deki Askeri Müze bu örneklerin ağırlıklı sergilendiği yerdir. Kanuni’nin Mohaç Zaferi sonrası çaldırdığı iki kös (büyük davul), Yavuz Sultan Selim’in kılıç kabzasına sıvanmış yılan derisi birer nadide örnektir. Türk İslam Eserleri Müzesi’nde de nadide deri eşyalar bulunmaktadır. Ayrıca Almanya’nın Dresden kentinde yaklaşık beş altı yıl önce daimi sergi kimliğiyle açılmış Türk Sergisi’nde yer alan büyük deri çadırla padişahlara ait altın, zümrüt, yakut değerli taşlarıyla işlemeli koşum takımları hemen sayabileceğim örneklerdir.”

 Anadolu coğrafyasında bulunmuş en eski deri örnekleri   

Toprağın yapısı ve iklim koşulları nedeniyle Anadolu coğrafyasında karşımıza ne yazık ki çok örnek çıkmadığını vurgulayan Lütfü Dağtaş,.”bulunabilmiş en eski örnekler bugün Anadolu Uygarlıkları Müzesi’nde sergilenen, Van yöresindeki Urartu kazılarında elde edilmiş metal lahit örtüsü ile sürahi üzerine sıvanmış deridir. İÖ 1400’lü yıllara tarihlidir. Ayrıca Niğde Arkeoloji Müzesi’nde yer alan bebek mumyalardan birisinin üzerinin deri ile kaplı olduğunu görmekteyiz. Antik Çağ’ın Bergama’sında ise inceltilmiş, üzerine yazı amaçlı deri olan parşömenin işlendiğini ve o yüzyılın önemli Bergama Kütüphanesi’nin 200 bin kitabının bu parşömenlerden meydana geldiğini değişik kaynaklardan öğrenmekteyiz.” dedi.

“Osmanlı Dönemi dericilik dünya çapındadır”

Osmanlı döneminde deri işlemeciliğin ve deriden eşya yapımının dünya çapında örnekler yarattığını aktaran Lütfü Dağtaş, “örnek verecek olursak hemen karşımıza çıkan Padişah Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’un dört bir yanında faaliyet gösteren debbağları Kazlıçeşme Bölgesi’nde toplaması ilk adımdır. Bu debbağların o dönemki sayısının 360 civarında olduğu bilinmektedir” dedi, şunları söyledi:

 “Fatih, bu konuda ileri bir adım daha atmış, Kazlıçeşme’nin hemen yanında, derilerin dikildiği diğer merkez Saraçhane’yi ve çok sayıda da salhaneyi kurmuştur. Fatih, bunu şu zorunluluktan yapmıştır: Avrupa içlerine doğru sefere çıkan Osmanlı ordusunun geniş asker varlığı ile hayvanının giyim kuşamında deri malzeme ağırlıklı olarak yer tutar. Dolayısıyla bunların üretimlerinin el altında bulunması gerekir. Diyebilirim ki, bugünün modası organize sanayi bölgelerinin ilk çekirdeği Kazlıçeşme ve Saraçhane bölgelerindeki kümelenmedir. Ne acıdır ki bu tarihi bilgiden yoksunluk, Kazlıçeşme’nin, 1993’te tümüyle yıkılmasına neden olmuştur.

Anadolu’da, işlenmiş deri olan parşömenin dışında yine Osmanlı döneminde işlenen sahtiyanın da dünya çapında ünü olduğunu bugün biliyoruz. Bu sahtiyan sözcüğü haklı ününden dolayı deri literatüründe sahtiyan olarak yer alır.

 Denizci Piri Reis’in, Menemenli Mehmed Reis’in ceylan derisine işledikleri haritalar da Osmanlı’dan önemli miraslardır.”

İstanbul kadar başka önemli deri işleme bölgeleri

Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul Kazlıçeşme kadar önemli Anadolu’da faaliyet gösteren merkezler arasında karşımıza Diyarbakır, Urfa, Safranbolu Manisa, Uşak, Tokat, Trabzon, Kayseri, Niğde Bor’un çıktığını aktaran Lütfü Dağtaş, Şubat ayında İspanya’nın Barselona kentinde, “Anadolu’nun Son Karatabakları” başlığı altında açacağı fotoğraf sergisi hakkında şu bilgiyi verdi:.

“Prof. Dr. Özcan Sarı’nın deri tabaklamanın geçmişine ait bir çalışmasından,  1958 yılında Anadolu’da 434 motorlu deri işleme atölyesi bulunduğunu, bunların dışında 1543 de  karatabak olduğunu öğreniyoruz. Gazeteci olmamdan hareketle 1990’lı yıllarda sektörün içine girip yakından tanıyınca, hâlâ karatabak var mı, onu araştırdım, deri işleme zanaatıyla ilgili yayımlanmış kitap var mı, ona baktım. Kitap yoktu. Karatabak ise evet sadece Kahramanmaraş ile Tire ve Bergama’da kalmıştı. Hemen makinemle yollara düştüm ve böylelikle zanaatın son temsilcilerinin fotoğraflarını çekmiş oldum. Bu fotoğraflar, diğer incelemelerim ayrıca “Anadolu’nun Son Karatabakları”, “Müze ve Koleksiyonlardan Deri Eserler”, “Anadolu’da Dericilik” ve “Adını Bergama’dan alan Parşömen ve Anadolu’nun Son Karatabağı İsmail Araç” adlı 4 kitabımın yayımlanmasına neden oldu. Anadolu’nun Son Karatabağı İsmail Araç ile ilgili olarak da ayrıca 2012 yılında zanaatını anlatıp gösterdiği kısa metrajlı belgesel film çektim.”

Barselona Igualada Deri Müzesi

Deri işlemenin önde gelen özelliği organik bir işlentiye dayandığından yarattığı kirlilik ve bu kirliliğin neden olduğu maliyet dolayısıyla 20. yy’da, bu kirliliği gören, maliyetine katlanmak istemeyen Avrupa ülkelerinin bu konudaki faaliyetlerine, İtalya hariç, büyük oranda son verdiklerinin bilgisini veren Lütfü Dağtaş, sanayinin, süreç içerisinde Türkiye ile birlikte Asya ülkelerine kaydığını aktardı, şunları söyledi:

“Barselona’nın Igualada Banliyösünde yer alan eski tabakhane binası kapatıldıktan sonra bugün bir deri müzesine dönüştürülmüş durumda. Bu müzede yılın 12 ayı değişik kültürel faaliyetlerde bulunuluyor. Bu bağlamda benim Anadolu’nun Son Karatabakları adını taşıyan belgesel fotoğraflarım, 22 Şubat 2020 tarihinden başlayarak bu müzede sergilenecek.”

Türkiye henüz bir deri müzesine sahip değil

Deri işlemeciliği ve deriden eşya yapımı konularında bin yıllara uzanan varsıl geçmişine karşın Türkiye’nin halen bir dericilik müzesinin olmamasının hazin olduğunu belirten Lütfü Dağtaş, konuyla ilgili şu bilgiyi verdi:

“Geçen son yerel seçimler öncesi parşömenin adını aldığı Bergama’daki eski taş tabakhane binası belediye tarafından parşömen müzesi kurmak amaçlı kamulaştırılmıştı, öyle kaldı. Zamanında Tire’nin yerel yöneticilerine, ilçelerinde bu zanaatın geçmişi olduğunu anımsatarak müze kurmalarını çok defa önerdim, sonuç yok. En son birkaç ay önce yine debbağlık geçmişi önemli Safranbolu’da kaymakamlık ile yerel yönetim de, orada bulduğum eski taş tabakhane binasının müze olabileceğine ilişkin öneri götürdüm, ondan da sonuç yok. Safranbolu’da bir yurttaş kendi çabasıyla ufak da olsa Tabakhane Anıevi diye bir yer açmış, kendisine saygılarımı sunuyorum.”