Galileo Galilei mütevazı bir çevrede yetişmişti ama tahsilini yarıda bırakmasına rağmen kendini matematik ustası ve dahi sayıyordu. Zamanın insanıydı, Avrupa aydınlanmaya ve Ortaçağ'ın düşünce kalıplarından kendini sıyırmaya, antik çağın mirasını hatırlamaya başlamıştı. Hümanistlerin düşünce merkezinde tanrı değil, insan vardı. O dönemin insanı doğaüstü spekülasyonları bir kenara bırakmış, doğayı izleyip onun kurallarını öğrenmeye başlamıştı. Ölçüyor, hesaplıyor, deney yapıyordu. Galilei de kendini daha sonra derin izler bırakacağı fen bilimlerine kaptırmıştı.
Pisa ve Padua üniversitelerinde matematik profesörlüğü yaptı. Daha sonra Floransa'daki Medici ailesinin özel öğretmeni olarak çalıştı. Bu hanedanın nüfuz sahibi olması Galileo Galilei'ye de yaradı. Floransa müspet ilimlerin merkezi olmuştu.
Galileo geçinilmesi zor ve dik kafalıydı. Felsefe Tarihi Profesörü Wilhelm Schmidt-Biggemann Galilei'nin kendini beğenmişliğinden dem vuruyor: “Kavgacı bir yaradılışı vardı. Asillerin huzurunda kendini övmekten çekinmezdi.”
Profesör Biggemann, Galilei'nin felsefeye fizik kurallarını sokmaya çalıştığını belirterek, “O Aristo felsefesinden kurtulmak istiyordu ve onu mekanik doğa felsefesiyle ikame etti" şeklinde konuşuyor.
Aristo'ya göre hareket içteki gücün yarattığı organik bir şeydi. Galilei ise hareketin mekanik bir fenomen olduğunu savunduğu için, yer ve gökyüzündeki hareketlerin aynı kanunlara tabi olduğunu ve dolayısıyla hesaplanabileceğini iddia ediyordu.
Hollanda'da icat edilen teleskopu daha da geliştirdikten sonra enteresan gözlemler yapmaya başladı. Ayın yüzeyi engebeliydi, Güneş'in lekeleri vardı, Satürn'ün şekli düzensizdi, Jüpiter'in dört uydusu vardı. Samanyolu da bir sis kuşağı değil, yıldızlar topluluğuydu. Venüs'ün de belli evreleri tekrarladığını saptadıktan sonra bu gezegenin dünyanın değil güneşin çevresinde döndüğünü keşfetti.
Güneş merkezli evren kuramı
Galileo Galilei güneş merkezli evren kuramını benimsemişti. Ona göre uzayın merkezinde Güneş vardı ve Dünya Güneş'in çevresini dolaşan gezegenlerden sadece biriydi. Bu yeni bir keşif değildi. Antik çağda da dillendirilmiş, 16'ncı yüzyılın başlarında da Kopernik tarafından kuramlaştırılmıştı. Ama Galilei tezini deneyle kanıtlayabilecek durumda değildi. Yaşadığı çağ tanrının ve insanoğlunun rolünü sınırlamaya uygun olmadığı gibi kuramları Hristiyanlığın kainat anlayışına da uymuyordu.
Galileo Galilei'nin Dünya-Evren teorisi Katolik Kilisesi'nin hiç hoşuna gitmiyordu. Bu nedenle iki kez Engizisyon mahkemesinde yargılandı. İşkenceyle tehdit edilince, "Görmedim, Duymadım ve Bilmiyorum" diyerek söylediğini inkâr etti ve ev hapsine mahkûm edildi. Medici'lerle arasının iyi olması sayesinde ömrünün kalan yıllarını Floransa yakınlarındaki lüks bir villada geçirdi. Katolik Kilisesi 1992 yılında, 8 Ocak 1642'de ölen Galileo Galilei'nin itibarını iade etti.
Profesör Schmidt-Biggemann Galilei'nin insanlığa önemli miras bıraktığını ve düşüncelerinin aydınlanmada önemli rolü olduğunu söylüyor: “En önemli eseri, hareketi matematikleştirip, teleskop aracılığıyla hareketi gözlemlemesidir. Modern astronomide de aynı yöntem kullanılıyor.”
Felsefe tarihi profesörü, Galilei'nin evrenin bilimsel nesne olmasına öncülük ettiğini belirtiyor. Ama bakalım hesaplanabilirlik ve tekniğin sağladığı imkanlarla problemler çözülebiliyor mu? Galilei'nin fikirleri günümüzde sanıldığından çok daha tartışmalı.