14 Ağustos 2016 14:52
Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Muriel Domenach, Atatürk Havalimanı'ndaki saldırıdan 7 dakika farkla kurtulduğunu belirterek, "O sırada kendimi tam anlamıyla buraya ait olduğumu hissettim" dedi. 3 yıllık görevin ardından yakında Türkiye'ye veda edecek olan Domenach, 15 Temmuz'da gerçekleşen darbe girişimiyle ilgili olarak da, "Duyunca çok şaşırdım. 'Olamaz! Türk toplumu bunu kabul edemez' dedim. Türkiye demokrasisi bunu reddedecek olgunluk düzeyinde. Dolayısıyla Türk toplumunun darbe girişimi karşısında gösterdiği tepkiye hiç şaşırmadım" ifadelerini kullandı.
Muriel Domenach'ın Habertürk'ten Kübra Par'a verdiği söyleşi şöyle:
15 Temmuz’daki darbe girişimini nasıl karşıladınız? Türkiye’deki son gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu sorunuzu bir politikacı olarak değil, Türk toplumunun bir bireyi ve olayların bir kurbanı olarak yanıtlamama izin verin. Elbette yaşanan şeyden çok etkilendim. Burada tanıştığım insanlar için, ki buna sizin jenerasyonunuz da dahil, darbeler tarihin bir parçasıydı. Kimsenin aklına getireceği veya kabul edebileceği bir şey değildi. Duyunca çok şaşırdım. “Bu olamaz” dedim... “Olamaz! Türk toplumu bunu kabul edemez” dedim. Türkiye demokrasisi bunu reddedecek olgunluk düzeyinde. Dolayısıyla Türk toplumunun darbe girişimi karşısında gösterdiği tepkiye hiç şaşırmadım. Hükümete muhalif olanların tepkisine bile... Bu kabul edilemez bir şeydi; hep birlikte yendik.
Siz neler yaşadınız o gece?
Bizim için de kolay değildi. Havalimanlarında ve şehrin çeşitli noktalarında sıkışan Fransız vatandaşları vardı. Onlara yardım etmeye ve burada neler olduğu hakkında Fransız hükümetini bilgilendirmeye çalıştık.
15 Temmuz akşamı saat 21.00 civarında sizinle İngiltere Başkonsolosluğu’nun verdiği yaz partisinde karşılaşmıştık. Olaylara orada mı yakalandınız?
Evet, gece İngiltere Sarayı’nda başladı. Nice’teki saldırı hakkında o resepsiyonda bir konuşma yaptım. Saldırı nedeniyle önceki geceleri uykusuz geçirmiştim. Saldırı sırasında kız kardeşim Nice’teydi. Çok yıpranmıştım. Partide eğlenebilecek gibi hissetmiyordum, o yüzden erken ayrıldım. Fransız Sarayı’na döndükten sonra köprünün kapatıldığını duydum ve ben de herkes gibi bunun bir terör saldırısıyla ilişkili olabileceğini düşündüm. Arkadaşlarım darbe olduğunu söylemek için arayınca “İnanmıyorum!” dedim.
Öncesinde istihbarat almış mıydınız?
Hayır, kesinlikle... Bizim istihbaratımız tamamen DAEŞ’e odaklanmıştı, Türkiye’nin iç gelişmelerine değil.
Peki, korktunuz mu? Konsolosluğa ya da rezidansa yönelik tehdit var mıydı?
Hayır, açıkçası Türk toplumunun bunu kabul etmeyeceğinden emindim. “Bunu hep birlikte reddedeceğiz” dedim. Cumhurbaşkanı’nın uçağı İstanbul’a indiğinde, “Tamam her şey hükümetin kontrolü altında, korkulacak bir şey yok” dedim. Sadece uçaklar uçtuğunda 4 yaşımdaki kızım uyanacak diye endişe ettim ama uyanmadı. Sabah uyandığında da “Anne dün gece biraz gürültü mü vardı?” diye sordu! (Gülüyor) Ankara’daki meslektaşlarım açısından daha zor bir geceydi. Bu kadar çok insanın hayatını kaybetmesi elbette çok acı... Ailelerine başsağlığı diliyorum.
İstanbul’da 3 yıl geçirdikten sonra ayrılacak olmanız size ne hissettiriyor?
Bir parçamı burada bırakıyormuşum gibi hissediyorum. Eşim de aynı duygular içerisinde. İkimiz de Türkiye’yi memleketimiz olarak görüyoruz. Çocuklarımız da burada büyüdü.
Küçük kızınızın kendisini Türk olarak kabul ettiğini duymuştum. Türkiye’den ayılmak çocuklarınız için de zor olacak o halde...
İki oğlum Fransa’ya bizden önce gittiler. Giderken de Balkanlar üzerinden özel bir yol izlediler. Eşim Osmanlı tarihçisi olduğu için oğullarıma yol boyunca Osmanlı’nın Avrupa’daki varlığını göstererek, Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğunu anlattı.
Eşiniz Prof. Olivier Bouquet, Galatasaray Üniversitesi’nde ders vermeye devam edecek mi?
Daha önce ders verdiği Paris 7 Üniversitesi’ne geri dönüyor ama Türkiye’de de ders vermek için gelip gidecek.
Bir sonraki göreviniz ne olacak?
Henüz netleşmedi ama Fransa’daki güvenlik meseleleriyle ilgilenmek üzere Paris’te çalışacağım sanırım. n Ortak arkadaşlarımız bana sizin Fransa’da politikaya atılabileceğinizi söyledi. Var mı böyle bir ihtimal? Bildiğim kadarıyla yok! (Gülüyor) Ben bir kamu görevlisiyim.
İstanbul maceranız hayatınızda nasıl bir yere oturuyor?
Burada 3 sene kaldık ama sanki 10 yıl kalmışız gibi hissediyorum. Öğlen başka insanlarla, akşam başka insanlarla birlikte oluyorduk. Özellikle son 3 ayda o kadar çok şey oldu ki... Buradaki hayatın yoğunluğu ve enerjisi çok farklıydı. Havalimanında Türkiye’ye adımınızı attığınız andan itibaren insanların o enerjisini hissedebiliyorsunuz. Özellikle bizim bulunduğumuz Beyoğlu semtinin hareketliliği muhteşem. İtiraf etmek gerekirse burası tam bir cennet! İçinde bulunduğumuz Fransız Sarayı’nın tarihi hikâyesi ve yaydığı huzur da benim için önemliydi. Buranın ailemiz için de özel bir anlamı vardı. Eşim Olivier Bouquet’nin büyükbabası Maurice Bompard, Osmanlı Devleti’ndeki son Fransa Büyükelçisi’ydi. Onun hatıralarıyla dolu bu şehirde kendimizi buranın bir parçası gibi hissettik.
En çok neyi özleyeceksiniz?
Enerjisini ve yoğunluğunu. Örneğin darbe girişiminin ertesi günü İstiklal Caddesi’nde tüm dükkânlar açılmıştı. Bu çok etkileyici. Buradaki insanlarda “Yapabilirim” duygusu var. Boğaz’ı özleyeceğim. Karşıya geçmeyi özleyeceğim. İnsanların Anadolu yakasına “Karşı taraf” demesini özleyeceğim! Türkler gerçekten iyi insanlar. Çocuklarıma “Kendinizi hazırlayın, Fransa’ya döndüğünüzde bu kadar iyi insanlarla karşılaşmayacaksınız. Sizi görünce gülümseyip ‘Sizi bir yerden gözüm ısırıyor’ demeyecekler ya da yanağınızdan makas alıp ‘Ne tatlısın’ diye sevmeyecekler. Fransızlar daha mesafeli insanlar. Hızlıca kaynaşmazlar. Biraz burnu büyüktürler” dedim. Özellikle küçük kızım muhtemelen kültür şoku yaşayacak.
Burada hoşunuza gitmeyen şeyler oldu mu?
Dürüst olmak gerekirse iki şey var. Birincisi, yüz yüzeyken size son derece nazik davranan insanların trafikte nasıl bu kadar kaba davranabildiğini anlayamıyorum. İkincisi, meslektaşlarımla birlikte Can Dündar’ın davasını izlemek üzere adliyeye gittiğimde onlarca hakaret mesajı aldım. İnsanlar bizi casuslukla ve vatan hainliğiyle suçluyordu. Ki bir insan aynı anda hem casus hem vatan haini nasıl olabilir, onu da anlamış değilim! Kadın olduğum için sosyal medyada aşağılamaya maruz kaldım. Sağ olsunlar, sayelerinde Türkçem bayağı gelişti! Bunun için çok üzgünüm. Gerçi bu başka bir ülkede de başıma gelebilirdi, dolayısıyla fazla umursamıyorum.
İstanbul’da başkonsolosluk yapmanın zor bir yanı var mıydı?
Özellike son 3 yılda Türkiye’deki karışık politik ortamı düşünürseniz... Başkonsolos olarak, Fransa ve Türkiye arasındaki politik konularla direkt ilgili değildik. Siyasi ilişkilerle büyükelçiliğimiz ilgileniyordu. Bizim görevimiz daha çok iki toplumu bir araya getirmekti. Fransa’daki insanlara buradaki insan dokusunun onların tahmin ettiğinden çok daha çeşitli olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Son 15 yılda Türkiye’de yeni bir elit sınıf ortaya çıktı. Onlara da hitap eden etkinlikler düzenlemeye çalışıyorduk. Farklı çiftler için “Seni Seviyorum” partilerinden pastacılık kurslarına kadar pek çok farklı etkinliğe ev sahipliği yaptık. Fransa, aşk ve gastronomi ülkesidir. Bu tür pozitif klişeler üzerinden iki toplumu bir araya getirmeye çalıştık. Ama bu görevin zor tarafını soracak olursanız; Türk toplumu o kadar kutuplaşmıştı ki farklı kesimleri bir araya getirmek kolay olmuyordu.
Peki, o kutuplaşmayı siz de kendi hayatınızda hissediyor muydunuz?
Evet hissediyorduk ama bunu azaltmak için biz de çabaladık. Türkiye’deki muhafazakâr kesimle seküler kesimi bir araya getirebilmek için yollar denedik. Öncelikle 2014’ten itibaren her yıl iftar davetleri vererek o kutsal günleri yaşamaya çalıştık. İftar sonrasında da konserler veriyorduk. Bu toplantılarda ben Fransa’nın laiklik anlayışını anlatıyordum ve Fransa’daki Müslümanların asla Müslümanlıkları yüzünden özür dilemek durumunda olmadıklarını açıklıyordum. “Ramazan Gecesi” etkinliğini ilk sene insanlar şaşkınlıkla karşılamıştı. Hatta Posta Gazetesi, “Fransız Devrimi” diye manşet atmıştı. Zaman içinde çok başarılı oldu. Örneğin muhafazakâr kesime yakınlığı ile bilinen İSMEK ile işbirliği yaptık ve İSMEK bünyesinde Fransızca kursları açtık. Fransızca’nın sadece elit ve havalı insanların konuştuğu bir dil olmadığını anlatmaya çalıştık! Ayrıca farklı alt yapılardan kadınları bir araya getirerek çocuk bakımı üzerine seminerler verdik.
Atatürk Havalimanı’ndaki terör saldırısından sadece 5 dakika önce oradan geçtiğinizi duydum, doğru mu?
Evet, 7 dakika önce!
Ne hissetmiştiniz?
Tam anlamıyla buraya ait olduğumu hissettim. Dediğim gibi, ben ve eşim bir parçamızın burada olduğunu düşünüyoruz hep. O gün Ankara’dan dönüyordum ama dış hat otoparkından çıkmıştım. Havalimanından çıkarken aklımdan sigara alıp dışarıda içmeyi geçirmiştim, vazgeçtim. Şimdi düşünüyorum, ya o sigarayı alıp içmek için oyalansaydım? Aslında uçuş saatim daha geçti ama bir önceki uçağı yakalamıştım. Yani o an orada bulunmam tamamen kısmetti. Ben ayrıldıktan dakikalar sonra saldırı meydana geldi...
DAEŞ terörü yeni küresel bir tehdit. Bir terör treni gibi bütün dünyayı dolaşıyor ve kim katılırsa kendi sebebini bindiği vagona taşımasını istiyor. “Etnik olarak eziliyor musun? Dinini yaşatmıyorlar mı? Fakir misin? Öyleyse gel bize katıl” diyorlar. Ve ülkeler bu teröre karşı içe kapanarak, güvenlik önlemlerini artırarak cevap veriyor. Bu bir açmaz değil mi sizce?
Bu terör örgütüne katılanların bahanelerini hoş görmek mümkün değil, onları lanetlemeliyiz. Terörizm nereden gelirse gelsin karşı çıkmak zorundayız.
Ama ülkeler sınırlarını kapatarak ve güvenlikçi politikalarla özgürlükleri sınırlayarak bu tehdit karşısında daha büyük bir hedef haline gelmiyorlar mı sizce?
Kesinlikle haklısınız. Cevap demokrasi olmalı. Bizi tam da ulusal bağımsızlık günümüzde hedef aldılar. Buna karşı tepkimiz “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” olmalı. Onlar neyi hedef aldıysa biz tersini yapmalıyız. Özgürlükler konusunda ısrarcı olmalı, eşitlik ve kardeşlik ilkelerine sahip çıkmalıyız. Terörizmle mücadelenin en etkili yolu budur.
© Tüm hakları saklıdır.