Kültür-Sanat

'Erkekler taçlarını çıplakken bile çıkarmıyor'

Çekmeceler'in yönetmenleri M. Caner Alper ve Mehmet Binay, toplumunun erkeklik algısını eleştirdi

09 Mart 2015 17:55

“Zenne” filmiyle adlarından söz ettiren yönetmenler M. Caner Alper ve Mehmet Binay bu kez kadın cinselliğini ele alan “Çekmeceler” ile karşımıza çıkıyor. Toplumsal ahlak anlayışının bireyler üzerinde bıraktığı etkilere değinen film en çok toplumsal “erkekliğin” sonuçlarını anlatıyor.

“Bütün savaşların, maddi ve manevi yönden tatmin olamamanın ve daha birçok şeyin nedeni” olarak ‘erkekliği’ gösteren M. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın Taraf’tan Suzan Demir’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Peki, bu hikâye sizi nasıl buldu?

M. Caner Alper: Bu hikâye yaklaşık 22-23 yaşlarımda karşıma çıktı. O zaman hikâyenin gerçek kahramanı da 21 yaşındaydı. Yaşadıklarını ilk anlattığında gayet normal bir şeyden bahsediyormuş gibiydi. Tabii o zamanlar ben sinemacı değildim, mühendislik yapıyordum. Daha sonra yavaş yavaş, belirli dozlarla bu hikâyeyi bana enjekte etmeye başladı. Hikâyenin çocukluk dönemini, babasıyla annesinin ayrılma kısmını, üvey anneyle yaşayışını, sonrasındaki ilişkileri ve gelgitleri onun ağzından dinledim. Bu filmi Zenne‘yi yaptığımız zaman Türkiye’de göstermek gibi bir niyetimiz yoktu. Ne zaman ki Zenne’nin geri dönüşleri karşısında umutlandık o zaman Çekmeceler’i yapmaya karar verdik. Çekmecelerin konusu çok sarsıcı ve hatta karanlık ama sizin anlatımınız daha renkli.

Neden böyle bir zıtlık yarattınız?

Mehmet B.: Bunun iki sebebi var, gerçek kahraman bizim arkadaşımız ve onun çok renkli bir hayatı oldu. Biz onunu hayatına tanıklık ederken bir yandan da çok eğlendik. Çünkü o yaşadığı zor anları anlatırken de mizahi yönünü kaybetmemişti. Kaldı ki, bu anlatım bizim tarzımız.

Caner A.: Biz Kuir sinema örneği yapıyoruz. Gayler hayatları boyunca birçok tehlikenin, acının, istenmemenin, reddedilmenin ve alay edilmenin sınırında yaşıyor. Ama tüm bunlara rağmen onların üzerine bir perde indiriyor ve hafta sonu en güzel kıyafetini giyip dans etmeye çıkıyor. Yarın hiç olmayacakmış gibi yaşıyor…

Mehmet B.: Çünkü gerçekten yarın hiç olmayabilir.

Caner A.: Dolayısıyla biz de o damardan çok besleniyoruz. Bugün dünyadan gay yönetmenlerin en başarılı olduğu filmlere bakın, rengi, müziği ve duygusal yapısı itibariyle hep böyle. Bence farklı bir şey denediklerinde yaptıkları bu kadar tatmin edici olmuyor.

Bu sizin renginiz yani…

Caner A: Bizim renk kullanımımızı Pedro Almodovar’a benzetiyorlar. Benziyordur çünkü üçümüz de gayiz. Mehmet, bu güne kadar verdiği röportajlarda hep şunu söyledi “Bu bir antibiyotik ve biz onu çikolatayla kaplayıp kamufle ediyoruz. Alın yutun bunu, bakın çok tatlı bir şey olamayacak” diyoruz ve içindeki antibiyotikle tedavi ediyoruz.

Zenne’de bir gay birey Çekmeceler’de de bir kadın açısından hep “erkeklik” ilgili sorunlarınız var. Yarını tehlikeye sokan bu erkeklik mi?

Caner A.: Sadece bizim değil, dünyanın derdi “erkeklik”. Tüm dünyada böyle, erkeklikten çekiyoruz. Bütün savaşların, maddi ve manevi yönden tatmin olamamanın ve daha birçok şeyin nedeni bu sorun. Ama kadının kurtuluşu LGBT hareketini özgürleştirecek, LGBT hareketinin kadına verdiği destek de onu yüceltilecek. Bizim filmde Ayşe’nin dediği gibi “Babalar öyle olur, erkeklik hâlleri işte” kimi kadınlar tarafından desteklenmek “aman babanız hasta, rahatsız, duymasın” beslemeleri, egolarının şişmesi. Tacını en çıplak hâlindeyken bile çıkaramaması ya da ağlayamaması, bütün hepsi bu erkeklik lanetinden dolayı.

Zenne’de Ahmet Yıldız’ı her ne kadar “cehalet” bu duruma getirdiyse, Deniz’i de oyuncu, okumuş- yazmış babası bu hâle getiriyor…

Caner: Mehmet’le yapmaya çalıştığımız şey şu; önce toplumun temel taşı olan aile içindeki anti- demokratik şeyleri çözelim ve ondan sonra çıkıp bizi yönetenlere “bir dakika” diyebilelim.

Film epey zor bir psikolojik süreci işliyor. Psikanalitikten nasıl yararlandınız?

Mehmet B.: Caner, senaryoyu yazarken uzmanlardan ve danışmanlardan yardım aldı. Çünkü bizim uzmanlık alanımız değil bu.

Caner A.: Feminist yazarlarla görüştüm, danışmanlık aldım. Mesela senaryo doktoru üç defa müdahale etti ve senaryonun ritmi değişti.

Freudiyen bir anekdot da var içerisinde sanırım

Evet, Freud’un 1920’lerde ele aldığı ve Dora Vakası olarak bilinen bir metinde, 20’li yaşlarındaki bir hastasından bahsediyor. Dora 12-13 yaş arasında sürekli yatağa kaçırıyor. Evde sürekli çok yorgun olan temizlik hastası bir anne var bir yandan da Dora’yı çok seven ama bu altına kaçırmalarından bıkmış ve buna bir çare arayan bir baba var. Baba her gün sabaha karşı Dora’yı uyandırıp tuvalete götürüyor. Eğer yetişemezse ve Dora o gidinceye kadar altına yaptıysa, kızına aşırı şiddet uyguluyor ama altına kaçırmadıysa da çok şefkatli davranıyor. Dolayısıyla Dora’da şiddet ve şefkat yan yana büyüyor ve bir süre sonra şiddet olmadan şefkat ihtiyacını gideremiyor ve şefkate ihtiyaç duyduğu anlarda da şiddeti arzuluyor. Freud, “Dövüyorum çünkü seni çok seviyorum ve önemsiyorum” diyen erkek modelini, Dora üzerinden tüm toplumlarda kadına olan şiddetin temellendirmesinde kullanıyor bir şekilde…

Tilbe Saran Zenne’de de vardı. Sizin favori oyuncularınızdan biri oldu artık sanırım.

Mehmet b.: Tilbe, yaptığı bir iş üzerinden ilerleyen bir sanatçı değil, benzer bir rolle gittiğinizde belki de kabul etmeyecektir. Ona yepyeni bir görev, aşılması zor bir duvar ya da engel sunmanız lazım ki bununla mücadele etsin.

Zenne’de de anneydi

Mehmet B.: Evet ama ikisi birbiriden epey farklı iki anne. Zenne‘de daha şefkatli bir anneydi. Fakat Çekmeceler‘de daha yetersiz bir anneyi oynuyor. Aslında üvey anneyi bulmak bizim için çok zor oldu. Sekiz, dokuz oyuncuyla biraraya geldik ve Nilüferle tanışana kadar Ayşe’yi bulamadığımızın farkındaydık. Nilüfer’in de gerçek hayatta biyolojik oğlu olmayan bir çocuğu vardı ve ona yıllardır annelik yapıyordu. Öte yandan Nilüfer, ne anlatırsanız ona bürünebilen bir oyuncu.

Peki, Taner Birsel baba rolü için hep kafanızda mıydı?

Mehmet B.: Taner’den önce birtakım büyük oyunculara bu rolü götürdük fakat erkek oyuncuların çoğu karakterin üzerlerine yapışacağından korktu. Ama Taner çok cesur bir oyuncu, onun oynayabileceği üç rol vardı; baba, doktor ve Necdet. “Sen oku hangisini uygun görürsen onu oyna” dedik ve o da, filmin en zor rollerinden babayı seçti. Sadece senaryoyu okusanız, baba için sosyopat bir tip dersiniz. Ama onu anlatırken de dışlamadık, anlamaya çalıştık, ne hissettiğine kafa yorduk. “Bu adam neden böyle?” diye sorduk.

Peki, Ece Dizdar?

Mehmet B.: Beraber büyüdük diyebilirim. Onda zaten sinematografik bir potansiyel görüyorduk. Sadece yüz de değil, bedenini elini kolunu nasıl kullandığı da bizim için önemliydi. Ve dahası sabırla çalışmayı bilen bir oyuncu.

İlgili Haberler