Politika

Enver Aysever: CNN Türk'teyken Ahmet Hakan bana ayak oyunu yaptı

"Yılmaz Özdil ve Ahmet Hakan vari köşe yazılarını okumam; yaptıkları biraz ironi, biraz küfür o kolay bir şey..."

23 Mayıs 2016 12:44

Gazeteci Enver Aysever, CNN Türk'teki programı "Aykırı Sorular"ın kaldırılması için "Çok açık bir biçimde siyasi olarak iktidarın hoşlanmamasından kaynaklı" dedi. Aysever, "Erdoğan'ın programda popüler kişilerin siyaset figürü haline gelmesinin hiç hoş sonuçları olmayacağı düşüncesini yönetime ulaştırdığını" söyledi. "Sizin yakınınızdaki insanlar da bu iklimden faydalanıp ayak oyunu yaparlar" diyen Aysever, "Mesela bana bunu somut bir şekilde yapan Ahmet Hakan oldu. Somut yaptı. Yazdı. Çıktı... (...) Derin CNN var mı? Var. Her kurumda var. Yani onlar kovulmaz, atılmaz, ölmez, kaybolmaz. Hep orada olurlar. Bazen görünür olurlar bazen görünmez olurlar" dedi. "Yılmaz Özdil vari köşe yazısı, Ahmet Hakan vari köşe yazısı  hiç okumadım hayatımda hiç de merak etmedim" diyen Aysever, "Emin Çölaşan... Ben onları okumam... Onlar işte biraz ironi, biraz küfür o kolay bir şey yani" görüşünü dile getirdi.

"Yetmez Ama Evetçilerin topluma bir özür borcu olduğunu" savunan Aysever, Hürriyet'in Abdülkadir Selvi transferi için de "yanlış değil" deyip ekledi: 

"Şöyle diyebilirler; Kardeşim Türkiye'de muhafazakar bir iktidar var ve onun ispiyoncusu ya da kulağımıza fısıldayıcısı Abdülkadir Bey..."

Nokta dergisinden Armağan Çağlayan'ın sorularını yanıtlayan (23 Mayıs 2016) Aysever'in açıklamaları şöyle:  

Bu röportaj yayınlandığında Başbakan belli olacak Enver Bey. Önce tahmininizi alayım. Kim Başbakan olacak?

Şimdi buna bir soruyla cevap vermek istiyorum ben. Benim gibi bir yurttaş için kimin Başbakan olduğu benim kaderimi değiştirmiyor. Ama Başbakan olacak için çok ciddi bir sorun var. Başbakan olan şu tarifi kabul etmiş olacak. Bir; ben en yakınlarınca sırtından hançerlenecek derecede kullanışlı biriyim demiş olacak. İki; asla bugüne kadar tarif edilmiş Başbakanlık, hükümet başkanlığını yapmayacağını taahütte bulunmuş olacak. Üç; biçim olarak uygun görülen bıyığa sahip, kişilik olarak “düşük profilliyim” diyecek. Şimdi şöyle bir tahlil yapmış olabiliriz. Numan Kurtulmuş Bey mesela olsa. Ben Numan Kurtulmuş beyi şahsi olarak yayınlardan tanımış birisi olarak Harun-Karun meselesini düşünürüm. Başbakan olsa şaşırmam. Niye? Zaten söylediğinden bugün vazgeçmiş durumda. Elimizde belgeli. Mesela Tuğrul Türkeş bey olsa zaten "vallahi de billahi de o TIR'lar Türkmenlere gitmiyordu" diye yemin etmiş bir kimse, bir günde parti, babasının partisinden vazgeçmiş birisi, dün akşamda röportaj tarihini göz önünde bulundurarak Devlet Bahçeli beyle kanka oldu. Şaşırmam. Binali Yıldırım dediğimiz vakit. Binali Yıldırım şöyle bir çizgiyi bize gösterdi; "Ben zaten öteden beri partinin içinde Davutoğlu'ndan sorumlu devlet bakanıydım" dedi. Ne demek? Yani "Başbakan nasıl adım atıyor? Ben onu kontrol ederim" diyen bir kişiydi. Yalçın Akdoğan falan olacağını da zannetmiyorum. O zaman önümüze şöyle bir tablo çıkıyor. Temayül yoklaması denen ama aslında bu yoklamanın Saray'dan saptandığı ve bizim gibi sıradan yurttaşlarının da hayatını etkilemeyecek, düşük profilli olmayı kabul etmiş ama bu memleket açısından fiili başkanlık düzenini temsil edecek birisi olacak. Şimdi tahminime gelirsek bence doğalı bir Şehzade ataması yapılması. Bilal olamayacağı için de damatın olması gerekiyor. Normal koşullarda. O yüzden ben Berat Bey olmayacaksa da ona vekaleten birini düşünüyorum. Bu da ara dönem olabilir. Binali Yıldırım bey uygun gibi görünüyor davranışıyla.

“Aykırı Sorular” Türkiye'de televizyon kanallarının gelmiş geçmiş en çok ses getiren programlardan bir tanesiydi. Bitme sebebi sizin yorulmanız falan mı yoksa başka bir şey mi?

İki cevap vereyim buna. Birincisi şu. Sen, benden çok daha iyi bilirsin neden bittiğini. Televizyonculuğun kendi içinde, siyasetten bağımsız olan derin televizyon yapılanmaları var. Entrika. Haber kanallarında da bunlar diridir ama oradaki kavgalar daha az oluyormuş gibi durur. Oysa ki orada da kavga var. Bir kere Aykırı Sorular'ın kaldırılması çok açık bir biçimde siyasi olarak iktidarın hoşlanmamasından. İsim vermeyeceğim ama, şuan ki Cumhurbaşkanı'nın bizim formatımızdan hoşlanmadığı, yani benim sorduğum sorular karşısında, ülkenin çok farklı isimlerinin, örneğin Huysuz Virjin'inden Metin Akpınar'ına kadar, Zeki Alasya'sından Pınar Altuğ'una kadar yani beklenmedik isimleri de siyasallaştırdığım için bunun hiç hoş sonuçlar vermeyeceğini söylemiş, bu benim o gün çalıştığım grubu derinden rahatsız etmişti. Birincisi buydu.

İkincisi bence daha önemli. Bazen de yine bunu çok iyi bildiğiniz bir şey olduğunu düşünüyorum. Sizin yakınınızdaki insanlar da bu iklimden faydalanıp ayak oyunu yaparlar. Mesela bana bunu somut bir şekilde yapan Ahmet Hakan oldu. Somut yaptı. Yazdı. Çıktı. Dolayısıyla CNN Türk'te Aykırı Sorular gibi en olmayacak saatte 20.45'te 21.05 arasında 20 dakika sıkışmış bir yerde bu kadar gündem yaratan bir şeyi derin CNN kadrolarını rahatsız etti. Derin CNN var mı? Var. Her kurumda var. Yani onlar kovulmaz, atılmaz, ölmez, kaybolmaz. Hep orada olurlar. Bazen görünür olurlar bazen görünmez olurlar.

Burada radikal bir şey söyleyeceğim. Mesela Abdülkadir Selvi transferi yanlış değil. Neden yanlış değil? Çünkü devir onların devri. Kulis bilgisini de o verebilir. Hiçbir başka gazeteci veremez. Ama mesela Akif Beki transferi doğru mudur? Bana sorarsanız değildir. Çünkü hiçbir yeteneği, bilgisi yoktu. Alamıyordu. Kötü insan olduğu için demiyorum. Yok sayılmıştı. Dolayısıyla şöyle diyebilirler. "Kardeşim Türkiye'de muhafazakar bir iktidar var ve onun ispiyoncusu ya da kulağımıza fısıldayıcısı Abdulkadir Bey". Bunu anlarım.

 

"Kendimi Marksist olarak görüyorum"

 

Kendinizi “solcu” olarak mı , “Kemalist solcu” olarak mı, yoksa “ulusalcı” olarak mı tanımlıyorsunuz?

Ben ulusalcı değilim, çünkü ulusalcılık, milliyetçiliktir. Ben Cumhuriyet Gazetesi'nde “Milliyetçilik ilkelliktir” diye yazdığım için kovuldum aslında. İlk yazımdı. Yurtseverlik başka bir şey. Ben bu topraklara ait hissediyorum kendimi ve bu topraklarda Hrant Dink'in de benimle eşit olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben bir Arap Alevisi ailenin çocuğuyum. Dolayısıyla bir Ermeni ile bir Alevi'nin Türkiye'de kaderi aynıdır. O halde benim Türkiye'nin resmi ideolojisi olan erkek, Türk, Sünni, Hanefi ideolojisine uygun olmam mümkün değil. Erkeklik bölümü çok önemli olmamakla birlikte evet içinde bulunduğum durumu tarif ediyor. Ama soldan bakan Alevi bir aileden gelen kimse olarak benim durumum Türkiye için iyi bir durum değil. Milliyetçilik benim mücadele etmem gereken bir kavram. Ben kendimi Marksist olarak görürüm. Marksizmin sınıfsal verilerle tartışılması gerektiğini düşünürüm. Bugün biz laiklik dediğimizde "siz ulusalcınız, darbecisiniz" diyenler, en çok laiklik diyen insanlar haline geldi. Ben sosyoloji mezunuyum. Bizi eleştirenler hep bir şeyin ucundan, Türkan hocayı savunmak ulusalcılıktı. Bugün herkes Türkan Saylan'ı savunuyor mesela.

Ama çok sapla saman birbirine karışıyor...

Ama burada benim kabahatim yok ki. Bu hep Yetmez Ama Evetçiler'in Türkiye'nin kafasını karıştırması. “Yetmez Ama Evet”çilerin Türkiye'de yapması gereken bir tek şey var? Ortak bir bildiri yayınlayıp, "Biz hata ettik. Pişmanız ve uzun bir süre susmak zorundayız. Çünkü söylediğimiz her şey yanlış çıktı” demeleri . Yani “Laikçi teyzeler” siyaseti onlardan daha iyi okudu.

Şöyle bir şey yok mu? Biz de hayatımızda hatalar yaparız.

Hayır orada çok derin bir fark var. O fark şu: bir insanın seçmen olarak gösterdiği tavır ile kanaat önderi, siyasal yorumcu, siyasetçi ya da sanatçı olarak gösterdiği tavır arasında toplumsal etki olarak fark vardır. Şimdi tam olarak şunu söylüyorum. Ben ekrana çıkıyorum ve fikir söylüyorum. Televizyonda olduğum için milyonlarca insanda etki oluyor tartışma programında. Şimdi ben inançla ve hararetle savunduğum bir meseleyi gerçekten araştırıp, entelektül olarak temellendirip, düşünsel olarak sağına soluna bakmaksızın sonra yanıldım diyorsam bedelini ödemekle yükümlüyüm. Yani Adalet Ağaoğlu'nun bizi kandırdılar deme hakkı yok. Son derece deneyimli bir yazar. Sezen Aksu'nun bizi kandırdılar deme hakkı yok. Zaten demiyor da. Ya da bunun gibi bugün liberallerin 'ya bize demokrasi sözü verdiler, böyle olduk' deme hakkı yok. Şimdi o günler bir hatırlayalım. Türkiye'nin en önemli düşünce adamları, en önemli karşıt görüşte bile önemli olduğu düşünürleri, hukukçuları aynı şeyleri söyler. Kimdi? Sami Selçuk'la Erdoğan Hoca...

HSYK yapısı değişecek diye kendini yırttı?

Yırttı ama Sami Selçuk Star Gazetesi'nden bundan dolayı kovuldu. Yani onların da saygı duyduğu bir isimdi. Şimdi dönüyor Ergun Özbudun idi, onların teorisyenleri ve 'biz kandırıldık.' Yahu bir Anayasa Profesörü kandırıldık deme hakkına sahip mi? O zaman şöyle bir şey oluyor. Bir bina yapıyor. Bir mühendis bina yapıyor. Bina çöküyor ve sen yanlış hesaplamışım diyorsun. İyi misiniz? Siyaseten yanlış hüküm veren herkes bedel ödemekle yükümlüdür. Yani ben burada seçmen olarak yanlış tavır almakla toplumu ikna etme noktasında, birde bir şey eklemek istiyorum. Mesela diyelim ki Enver ekranda 50 bin kişiyi etkileyecek güçtedir. Sezen Aksu 5 milyon kişiyi etkileyecek güçtedir.

Ben buna hiç inanmıyorum?

Ben inanıyorum. Yaşadım da. Televizyonda yaşadım. Canlı yayındayız, Hüseyin Çelik'le tartışıyoruz. Sezen Aksu'yu refereans olarak gösteriyor. Arkadan telefonla insanlar bağlanıyor. Bir sürü laik aşk şarkısı ilk defa Sezen Aksu dinlemeye gidenler. Sezen hanım da yanlış mı söyleyecek diyor. Ben gördüm bunu. Ben de inanmıyordum. Gördüm.

Ben bir popüler kültür figürünün kanaat önderi gibi….

Kim olduğuna bağlı. Şöyle Orhan Gencebay söz konusuysa onun etkisi olur. Neden? 70'lerden bu tarafa Türkiye'nin gecekondu insanına doğrudan doğmuş, sonra köy-kent dediğimiz kasabalaşma sürecinin sesini bulmuş, tınısını bulmuş,  bunun üzerine kitaplar yazılmış. Bugün milyonlarca insan Sezen Aksu şarkılarıyla aşık olmuştur. Sezen Aksu şarkılarıyla kederlenmiştir. Sezen Aksu, Hadise gibi sıradan bir popçu değildir yani. Sezen Aksu daha fazlasıdır. Sezen derse onda bir hikmet vardır diyen insanlar mutlaka vardır. Aynı isim aynı tavrı takındığı zamanda bir güç oluşturur. Toplumun önüne bir resim koyuyorsun. Bak diyorsun. Popçusu da arabeskçisi de bizden yanaya geliyor. Bunun tersini düşünelim. Levent abi rahmetli oldu. Tarık Akan, Rutkay Aziz yan yana gelince de duygu uyandırmıyor muydu? Ulusalcı duygusu uyandırmıyor muydu?

Yahu dünyanın en iyi demokratları Ahmet Altan’ın çevresinde toplanmadı mı! Yahu Ahmet Altan toplumda gazeteci olduğu için mi büyük etki yarattı yoksa aşk kitaplarının yazarı, hayata özgür bakan biri olarak mı etki yarattı? Milyonlarca kadının kıblesi olmadı mı bu yüzden. İyi ya da kötü. Ben burada bir ölçüt tartışması koymuyorum. Kaldı ki resme bakıyorsun Orhan Pamuk da orada Sezen Aksu orada, Halil Ergün orada, Hülya Koçyiğit dilim varmıyor ama o da orada. Şimdi bunu dediğin zaman toplum otomatik olarak 'Enver Bey siz mi doğrusunuz? Hepimiz mi yanılıyoruz?' Enver demiyor mu? Sonra kafalar karışıyor. Sen ulusalcı mısın yoksa solcu musun? Çünkü biz hayır diyenlere darbeci dediler.

Yorucu değil mi? Benim işim suya yazı yazmak. Suya yazı yazarım su akar gider. Sizin işiniz öyle değil. Çok yorucu geliyor bana. Herkese cevap vermek, saldırılmak falan?

Bir şey soracağım? Armağan Çağlayan popüler kültürün bir parçası iken, şimdi entelektüel bir şeyler yapmak çabasında. Çünkü onun için de süreç daraldı. Onun için de soluk alma alanı daraldı, ve başka yerde kendini ifade etme zarureti var. Benim asıl itirazım şu; Recep Tayyip Erdoğan ve onun idelojisiyle kavga etmek kolay. Ama hayatın tamamını bizim gibi alanlarda, konser salonlarında, tiyatrolarda, meyhanelerde geçirmiş insanların “Müslüman Demokratlar” gibi bir yalan peşine düşüp toplumu kandırması asıl kavga edilmesi gereken bir yalandır bana göre. Bir yalan söylediler ve toplumu ikna ettiler. Öyle değil. Karşımızda siyasal İslamcı, Milli Görüş'ten gelen kökleri bambaşka bir yere dayanan bir iktidar var. Bugün bunu açık ediyor. Yorucu mu? Çok yorucu. Tercih eder miyim? Etmem. Ama bugün İstanbul'daki mimari görüntü çok yorucu değil mi? Asıl hasta eden o değil mi? Bugün Bağdat Caddesi'ne inemiyorum. Her sokakta 50 tane kamyon var. Bunun kasıtlı olduğunu biliyorum. İnsanları oradan kaçırtıp yeni bir muhafazakar ümmeti oraya yerleştirmek istiyorlar. İstanbul'u bu hale getiriyorlar.

 

"Kürt hareketi Kemalizm'den gelmektedir"

 

Dokunulmazlıklar ne olacak sizce?

Dokunulmazlık meselesinde bence Cumhurbaşkanı çok ustaca bir taktik uyguluyor. Referanduma gidildiği zaman Tayyip Bey’in arayıp da bulmadığı şey. Sokaklara çıkıp 500 tane miting yapıp, işte bu teröristlere karşı milli cephe oluşturacak. Eee bu milli cephe içinde MHP, Doğu Perinçek falan hali bulduktan sonra kalanlar marjinal hale gelir. İşin tuhaf tarafı bu marjinal hale gelenler şöyle bir kadro olacak. “Yetmez Ama Evet” çiler. Saçma bir yan yana düşme ihtimali olabilir. Bundan bu kadar da tedirginim tabi. Kürt siyasetini parlamentodan göndermek Türkiye'nin daha önce yaşadığı ve çok acı sonuçlar çıkardığı bir durumdur. Bu kez daha acı olur. Çünkü Kürt sorunu artık Türkiye'nin içinde olan bir sorun değil. Bölgesel bir sorun. Biz eğer burada bu iç savaşın daha da derinleşmesine neden olacak bir hale gelirsek ki bence gelmiş durumda artık Türkiye. Bunun bedelini bunu tetikleyenler de öder. Çok ağır bir fatura olur. Yani bu başkanlık meselesi Türkiye'nin çok acı bir sorunu şuanda. Çünkü hakiki bir sorun değil.

Bir sosyolog olarak şu anda ki Türkiye’yi nasıl okuyorsunuz?

Hiç hak etmediği halde bir muhalif cümle kuran insan, halk kahramanı olabiliyor. Neden? Çünkü çıt çıkmıyor. Çöl, çölde vaha oluyor. Bir kere bunu bir tarafa koyalım. Demek ki yoğun bir muhalefet talebi var toplumda ama bu karşılanmıyor. Bu önemli bir sorun. İkincisi şu ezberden kurtulmak lazım. Türkiye'nin iktidar değil muhalefet sorunu var. Buna katılmıyorum. Türkiye'de sonuç itibariyle ister CHP, ister HDP, ister parlamento dışı deyin, ister sokakta insan deyin itiraz eden milyonlarca insan var. Bu insanlar bombayla, hapislerle, baskılarla korkutuldular yani. Ne yapacaklar ki bu insanlar. O da bir ezbercilik gibi geliyor.

Gezi'de ortaya çıkan duygunun, orada milyonlarca insanın yok olduğunu söyleyebilecek halde değiliz. Şunu söyleyebiliriz. Bezgin diyebiliriz. Korkutulmuş, sindirilmiş diyebiliriz. Ya da Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullardan dolayı bu insanlar marjinalleştirilmiş ve yaşam gailesinden dolayı sistemin dışına itilmiş diyebiliriz. Sesleri çıkmıyor ama yok olduklarını söyleyemeyiz.

Sosyolojik olarak ben Türkiye'nin halen 'laik,' Kemalist kitlesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu hiç unutmayalım; Türkiye'de ben Kemalist değilim diyen herkes Kemalizm’den gelmedir. Kemalizm’in eleştirisi de Kemalizm’in içinden geliyor. Kürt Hareketi de sonuç itibariyle Kemalizm’den gelmedir. Türkiye'de şöyle bir tuhaflık var; Kürt Hareketi'nin eleştirel dili sanki hiç Kemalizm ile ilişkisi yokmuş gibi ortaya konuluyor. Halbuki Kürtleri, oradaki ulus devlet arayışı, oradaki durum bunların hiçbiri Kemalizm’in öğretisi dışında değil sonuç itibariyle. Çünkü bu ulus devlet inşa süreci dünyanın her yerinden aynıdır. Bunun eleştirisi de demokrasiyle olurdu. Demokrasi çok matah bir şey olmadığı için tam kuralları işlemediği zaman otoriterleşmeyi doğuruyor.

Sizin için matah rejim nedir demokrasi değilse?

Benim için Sosyalist Demokrasi.  

Şimdi kitap çıktı.

Çıktı.

Onunda adı Aykırı Sorular. Şimdi hayatta yaşadığımız şeylere dair mi aykırı sorular?

Yok. Bu kitap benim bugüne kadar yaptığım ve çok haz duyduğum bir kitap. Kitabın bir özelliği var. İçinde 167 tane soru var. Bunun her biri aslında edebi metin. Her biri aslında deneme türünün Montaigne'den bu tarafa gelen, Türkiye'de bir Salah Birsel, bir Melih Cevdet geleneğine oturan, batıda başka büyük ustaların, Roland Barthes, Walter Benjamin'in de yaptığı felsefe, şiire, düşünceye dair metinler var. Programla hiç ilgisi yok.

Ben öyle düşündüm mesela... Hayata dair aykırı şeyler var. Şu an yaşadığımız.

Hayata dair aykırı sorular var tabi. Ama her biri bir edebi dil lezzetiyle oluşmuş metin. Benim çok çok arkasında ve önemsediğim bir kitap. Adını Aykırı Sorular koymamın sebebi bir ironi yaratmaktı. Soru sorulamıyor. Ne sorsan aykırı oluyor. Bir çölde vaha olma hali ve ben hem kendime, memlekete ve hayata dair sorularımı içeren, okurun okudukça bağ kurduğu şaşırdığı, televizyonla hiç ilgisi olmadığını gördüğü bir kitap. Bundan memnunum. Ben gazeteci yazar lafından oldum olalı rahatsız olmuşum. Çünkü yazarlık bana göre “yaratıcı yazarlık” olarak şuan da tarif edilen, kurmaca, üslupçu olmayı gerektiren bir yazarlık biçimidir. Bir gazeteci aynı zamanda yazar olabilir ama her gazeteci aynı zamanda yazar olmakla yükümlü değildir. Yani haber yazmak ile yazar olmak arasında fark vardır. Dolayısıyla bir Melih Cevdet'in cuma günleri Cumhuriyet Gazetesi'nde yazıp da bize bıraktığı pırıl pırıl metinler ile bugün başı sonu belli olmayan Türkçe'den bihaber olan insanların yazdıkları arasında bir fark var. Köşe yazıcılığı dediğim bir garabette var. Üslupçuluktan yoksun. Aklına geleni yazma hali. Onlardan elbette hoşlanmıyorum ve onları yazarlığa dahil etmiyorum. O yüzden gazetecilerin yazılarını toplayıp kitap yapmalarından da hiç hoşlanmam. Bu ölçü kaçtı. Bu kitabı ben yazar ölçüsünde ve o gelenekten gelen birisi olarak okurla paylaşıyorum. Eleştirilme hakkım olduğunu düşünüyorum bu terazide. Çünkü benim 15. kitabım. Bunun 3 tanesi roman. Yunus Nadi Roman Ödülü almış birisiyim. Edebiyata dair defalarca kitap yayımlamış her hafta Türkiye'de olmayan bir işi yapmaya çalışıyorum. Bir Gün'de tam sayfa edebiyat yazmaya çalışıyorum her pazar. Dolayısıyla ben edebiyata tutkun, edebiyata emek veren ve dünya edebiyatını takip etmeye çalışan birisiyim.

Kimi severek okuyorsunuz Türk edebiyatından?

En son Barış Bıçakçı okudum ve çok sevdim. Çok güzel bir metin idi. Bazen Şebnem İşigüzel'i çok seviyorum bazen de sevmiyorum. Çok iyi kitaplarla çok sevmediklerimi bir yıl arayla yazıyor. O yüzden duygularım karışık. Ama Şebnem çok iyi bir yazar bence. Özellikle Türkiye'de hiç dokunulmayan Hanene Ay Doğacak'ı falan çok sevdim. Mesela Hakan Günday var. Murat Menteş seviyorum ben.

Bence Murat çöktü. İslamcılıktan sonra modernleşmeye girince sorun oluyor. Murat Menteş ilginç bir adam. Ama o afilli filinta meselesi beni öldürüyor. Tamam bitti ama o durum sorunlu bir durum. Yani şöyle davranmak istemiyorum. Yazı işçiliği yapanlara karşı bu türden kötü davranmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Ortada verim var. Bu verimin iyisi ve kötüsü olacak. Benim çok iyi yaptığım işler de var. Çok arkasında duramayacağım belki biraz daha dikkat etseymişim dediğim işler de var. O yüzden çok saldırgan olmamak lazım. Çünkü baktığın zaman büyük yazarların da Orhan Kemal'in 'bu rezilliği ben mi yazdım' dediği kitapları da var. Baş yapıtları da var. Eğer yazı işçisi iseniz bu verimle gidecekseniz bu olacaktır. 

Aykırı Sorular yeniden yayınlansa ilk konuğunuz kim olsun isterdiniz?

İyi soru. Hakikaten hiç düşünmedim. Yeniden yaparsam ters köşe yeniden yapabilirdim. Bizim Huysuz'la şeyimiz çok zor oldu. Ben aradım Huysuz'u. Ben dışarı çıkamam dedi. Beni azarladı. Billur'dan almıştım numarasını. Billur benim çok yakın arkadaşım. 15-20 gün sonra bana bak sen dedi. Sen akıllı bir çocuksun ben sana hemen çıkamam dedi kapattı. Aradan 2 ay geçti. Seni dedi beğeniyorum, izliyor... Sonra eleştirdi.

Her şey sırasıyla?

Müthiş zeki bir insan. En son tamam hazırım dedi ve geldi. Orada gördüm ki bir televizyoncu olarak hangi programa çıkacağını, hangi üslupla çıkacağını bilen, beni arayıp daha sonra eleştirebilen ve dostluk edebilen birisi. Ben ilk defa orada karşılaşmıştım.

 

"Yılmaz Özdil ve Ahmet Hakan'ı okumam"

 

Hergün okuduğunuz köşe yazarı var mı? Ben bunu okumadan olmaz dediğiniz?

Yok... Yani bazılarını her gün okuyorum. Her gün okuyorum derken değişerek okuyorum. Köşe yazılarını sevmiyorum da köşesinde analiz yani bilgi de taşıyan ilginç oluyor. Mesela bir dönem Kadri Gürsel'i okurdum ama birş ey söylerdi. Bu ne diyor acaba falan... Yılmaz Özdil vari köşe yazısı, Ahmet Hakan vari köşe yazsısı  hiç okumadım hayatımda hiç de merak etmedim. Emin Çölaşan... Ben onları okumam... Onlar işte biraz ironi, biraz küfür o kolay bir şey yani. Mesela Orhan Bursalı'yı çok okurum, bir yerden bakar sana bir şey söyler, bir tavır getirir yani. Mesela Ahmet Altan da çok başarılıdır köşe yazarlığında. Üslüp getirir, dövüşür, bilmem ne! Adamı beğenmemek ayrı, yazdığı meselenin tonu ayrı bir şey.