Cumhuriyet yazarı Emre Kongar, gazetenin yazar ve yöneticilerine yönelik düzenlenen operasyona tepki gösterdi. Kongar, "Yani abuk sabuk, garip, takıntılı düşünceler işte! Hayır; bu, demokrasi filan değil. Bu, FETÖ veya PKK terör örgütleriyle mücadele filan da değil. Bu, yıllardır yazdığım, vurguladığım, toplumu uyarmaya çalıştığım gibi, resmen demokrasiye yapılan sivil bir darbenin ta kendisi" ifadesini kullandı.
Emre Kongar'ın "Cumhuriyet’e operasyon günü" başlığıyla yayımlanan (1 Kasım 2016) yazısı şöyle:
75 yaşına geldiğinde, daha 19 yaşında üniversite birinci sınıf öğrencisiyken, demokrasiyi askıya alan DP iktidarının polisi tarafından, fakültesinde üzerine ateş açılan çilekeş bir akademisyen-yazar...
Gazetesine operasyon yapıldığını, yöneticilerin, yazarların gözaltına alındığını duyunca ne yapar?
***
Gözaltına alınacağı ihtimalini düşünerek hazırlanır:
Hemen aceleyle, her sabah almak zorunda olduğu ilaçlarını içer...
Duşunu yapar...
Giyinir....
Gözaltına alınırsa, yanında götürmesi gereken ilaçlarını toparlar...
Ve bilgisayarının başına oturur, o günkü yazısını düşünmeye başlar.
Aslında sonucu belirsiz ve ne işe yaradığı da pek bilinmeyen bir çabadır bu:
Yazıyı bitirebilecek midir?
Bitirebilirse gazeteye yollayabilecek midir?
Yazı gazeteye ulaşsa, Cumhuriyet yarın sabah çıkabilecek midir?
Yarın gazete çıksa, yazı da yayımlansa Türkiye’de ne değişecektir; 40 yılı aşkın yazı yaşamında yazdığı kitaplar, makaleler, köşe yazıları ne işe yaramıştır?
Ama sonra silkinir ve kendi kendine mırıldanır:
“Ben yazılarımı, bütün yaşamımla bile bu dünyada hiçbir şeyi etkileyemeyeceğimi bilerek umutsuzca, ama tek bir makale ile tüm dünyayı değiştirebilecekmiş gibi bir sorumlulukla yazıyorum.” (Demokrasi ve Laiklik, s.87)
***
Bu yazıyı yazarken, bir an, “Deja vu” denilen “Ben bunu yaşamıştım” hissine kapıldım:
28-29 Nisan 1960, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 24 Ocak 1993, 2 Temmuz 1993, 21 Ekim 1999 ve daha nice unutulmaz uğursuz günler, böyle olayları toplumcak yaşadığımız ve benim iliklerime kadar etkilendiğim tarihlerdi.
Derken, 31 Ekim 2016 sabahı, 21 Mart 2008 tarihinde, Cumhuriyet Gazetesi’nin Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı ve İmtiyaz Sahibi, sevgili dostum İlhan Selçuk’un Silivri davaları dolayısıyla evinden gözaltına alındığı gün hissettiklerimi aynıyla yaşadığımı fark ettim:
Hukuk ve adalet adına büyük bir isyan...
Gözaltına alınanlar adına büyük bir üzüntü...
Rejim adına büyük bir hüzün!
O zaman İlhan Bey’in sağlığı için endişelenmiştim...
Şimdi çok ciddi hastalıklar geçirmiş ve geçirmekte olan Hakan Kara, Aydın Engin ve HikmetÇetinkaya’nın sağlıkları için kaygılanıyorum.
***
Özgürlüğümden mahrum bırakılma olasılığını hissedince önce mideme kramp giriyor, sonra garip şeyler üşüşüyor zihnime:
Hay Allah keşke sigarayı bırakmış olmasaydım.
Kahve içmem gerek, evde yeterince kahve var mı?
Yarın ay başı, nerelere hemen ödeme yapmalıyım?
Eşim uzakta, şimdi çok telaşlanır.
Çocukların üzülmesini nasıl önlerim?
İlaçlarım yeter mi, yedek kaç kutu ilaç almalı?
Eve aramaya gelirlerse avukat çağırmalı mı; ama gazetenin avukatlarını da tutukladılar galiba?
Bugünkü yazıyı ne yapmalı; bu durumda yazı yazılır mı?
Bir sürü randevu vardı, hepsini iptal etmeli; sonra insanlara ayıp olur!
Götürürlerse yanıma okumak için hangi kitabı almalıyım?
15 Temmuz üzerine yazmaya başladığım son kitabımı bitirmeye fırsat olacak mı acaba?
İlhan Başgöz olsa “Bu kaçıncı tehdit ya huuu” derdi; yeter artık be!
Gözaltına alınanlar arasında hastalar var, yazık, çok yazık! (Sağlamların gözaltına alınması yazık değil mi???)
Yani abuk sabuk, garip, takıntılı düşünceler işte!
***
Hayır; bu, demokrasi filan değil...
Bu, FETÖ veya PKK terör örgütleriyle mücadele filan da değil...
Bu, yıllardır yazdığım, vurguladığım, toplumu uyarmaya çalıştığım gibi, resmen demokrasiye yapılan sivil bir darbenin ta kendisi!